“Sezen, Biz Kürtçe Öğrenmeliyiz”
Politikyol
1960’larda Elazığ’da bir cumhuriyet savcısı eşi Sezen’e olağanüstü bir sadelikte söylemişti yukarıdaki sözü. Sanki İsviçre’de diğer kanton dillerini öğrenmekten söz ediyor gibi rahatlık ve özgüven içinde sarf edilen bu sözün o dönemde -ve manidar ki her dönemde-Türkiye’de devletin dizginsiz gücünü hiçe saymaktan başka bir anlamı yoktu. Savcı Doğan Öz ile Öğretmen Sezen Öz’ün Kürt ve Kürtçe geçtiğinde her yeri yakan alevlerin içinden böyle bir sükunet ve sadelikle seslenmeleri nasıl yorumlanabilir? Onların bütün o toplumsal çalkantıların rüzgarında dağılmak yerine kendilerini yaratan özgün kişilikler olduğunu ortaya koyan çok önemli bir işaret değil midir bu? Kürtlerin karlı dağlarda yürürken kart kurt eden Türkler olduğu, Kürtçe diye bir dilin bulunmadığının pervasız bir şiddetle “belletilmeye” çalışıldığı, Kürtlüğe dair her şeyin ülkenin coğrafyasından, kültüründen, ve hatta türkülerinden silinmeye uğraşıldığı bir dönemde cumhuriyet savcısı Doğan Öz Kürtçeyi eşi Sezen ile birlikte öğrenmeyi bir sorumluluk olarak paylaşıyordu. Üstelik bunu görevini kolaylaştıracak bir resmî faydadan daha fazlası olarak görüyor, Kürtleri tanıyor, varlıklarını ve dillerini kabul ediyor ve onlara daha fazla “dokunabilmek”, sosyal bir ders olarak öğrenim hayatına dahil etmek için eşine beraber kurs almayı teklif ediyordu.
Sadece bir diyalog olarak da kalmadı bu konuşma. Avukat Osman’dan Kürtçe dersi almaya da başladılar birlikte. Avukat Osman sonradan siyasi nedenlerle yurtdışına kaçmak zorunda kalacak ve bir türlü yeniden bağlantı kuramadıkları, izini süremedikleri, soyadını hatırlayamadıkları bir ruh sancısının kayıp şahidi olarak duracaktı hafızalarında…
Kürtçeye dair çok şey öğrendiler ondan ve dahi onun başka ülkelerde hayat aramak zorunda kalışından…
Dahası da var! Kürtçe dersleri onların hayatında yüzeysel ve geçici bir heves değil kalıcı ve sırlanmış bir mühre de dönüşecekti bir süre sonra: Son çocuklarına Bengi Heval adını koyacaklardı… Türkçe ve Kürtçelerinin birlikte mühürlendiği bir geçmiş ve gelecek tasavvuru, belki gerçek ve tamamına ermiş bir cumhuriyetin bir başka adı ve belki de yeni ve demokratik sosyal bir cumhuriyet misyonunun hatırlatıcı nişanesi gibi…
Ve belki de bir cumhuriyet savcısı erkek ve bir öğretmen kadının Türkiye’ye, Türkiye’nin ortak toplumsal zamanına bir vasiyeti olarak da görmeliyiz…
Birarada yaşamanın adil koşullarına dair bir vasiyet…
Doğan Öz’ün katledilmesinin 44. Yılında ve Sezen Öz’ün adalet mücadelesinin yarım yüzyılının tamamlanmasına az bir zaman kala gelin geçmiş ve gerçek bir diyaloğun peşine düşelim… Boş, içeriksiz klişelerle anmak ve onların mücadelelerini zihni malülleştirdikçe adalet mücadelemizi de zayıflatan nakaratlarla geçiştirmek yerine…
Bir Savcı, Bir Öğretmen ve Bir Dönem
En baştan tekrarla söyleyeyim: Bu diyalog Doğan ve Sezen Öz’lerin kendi başlarına bir toplumsal ve kültürel tarihin taşıyıcısı olduklarını gösteriyor. Akıntıya kürek çekme cesareti gösterdiklerini de… Her şey onların üstüne doğru gelirken yalnız kalmayı öğrenecek, öğrenmek zorunda kalacak, buna rağmen farklı olmakta direnecek bir kadın ve bir erkeğin dönemin güç ve iktidarlarının hükümranlık sahalarında yankılanacak bir yemin töreni gibidir bu diyalogları. Ve tabii ki Doğan ve Sezen öz’lerin hayat hikayelerini; hayat ile dinamik ve dönüştürücü bir bağ kurmayı, kendini farklılaştırabilecek, başkasını öğrenmeye, sevmeye cesaret edecek kadar canlı bir varoluşu nasıl ve ne için tercih ettiklerini de anlatıyor. Hayatın birlikte imtihan ettiği bu iki insan; Doğan-Sezen Öz misyonunun biri güpegündüz bir cinayetle öldürülerek diğeri ise yarım yüz yıllık bir adalet mücadelesine nefesi yetecek kadar sabırlı ve inatçı bir kavgayla sınadığı bu iki insan bir toplumsal tarihin, bir halkın içinde bir araya gelmiş, ama tarihe kendi sorularını sorup kendi cevaplarını vermişlerdi.
Doğan-Sezen Öz’lerin Misyonu
1960’larda söylenmiş olan “Sezen biz Kürtçe Öğrenmeliyiz…” sözü birden çok sonuç çıkarabileceğimiz bir ahd aslında. İlk önemli nokta şudur: Bu Doğan Öz’ün eşi Sezen’e yaptığı bu “isyankar davet” birlikte bağıtlanmış, aynı masada ve yüreklerine el basarak and içilmiş bir sözleşmeye işaret ederken Doğan Öz’ün misyonunu bir kadınla; eşi Sezen Öz ile birlikte ve beraber kurduğunu, birlikte nakışladıklarını da gösteriyor. Bu nedenle bugünkü Doğan Öz anmaları eksik ve mutlaka tamamlanması gereken bir dil ve söylem yanlışı ile malüllerdir maalesef. Geçmişte kalmış, Türkiye’nin devam eden tarihinde sınanmamış, donmuş bir dünyanın içinde algılanamaz Doğan Öz ve onun katli. O, bu nedenle, iki kişilik bir misyonla; Doğan-Sezen Öz misyonu olarak anılabilir ancak. Bu durum Doğan Öz’ün hayatının cinayetle son bulmadığını, Sezen Öz’ün Türkiye gibi ardı ardına gelen cinayet, yok sayma, insan kaybetme vb.lerle dolu karanlık bir tünelden nasıl geçtiğini anlamamızı da sağlıyor. Zor olanın, ahdı tutmanın, yemine sadık kalmanın kadının gücüne nasıl bağlandığını da gösteriyor dahası. Doğan öz misyonu yok burada sadece. Aynı zamanda bir kadın olarak Sezen Öz’ün belki de hiç birimizin cesaret edemeyeceği, sabır göstermeyeceği bir mücadele inadı da var.
Ve Demokratik-Sosyal Bir Cumhuriyet
Doğan ve Sezen Öz’ün Kürtçe hasbıhalinde daha başka sonuçlar da aranmalı kanımca. Bu Doğan Öz’ün mirasının başka başka yerlerde üstlenildiği, üstlenilmesinin de doğal olduğu hele de bugünlerde çok daha önemli bir meseledir. Doğan-Sezen Öz misyonunda asıl önemli nokta şudur: Cumhuriyetçiliğin içinden başka ve gerçek bir cumhuriyete açılan farklı bir yolun varlığını da gösteriyor bu misyon. Yeni bir respublicaya, gerçek bir civitasa açılan bir yol var burada. Bugüne kadar Cumhuriyetçiliğin içinden açılmayan bir yol bu. Hukukçuların en çok aradığı, araması gerektiği şey işte burasıdır: Bizi bir başkası ile bir araya getiren, bizi eşit ve özgür yurttaşlara dönüştüren, başkalarıyla hükümranlık üzerinden değil eşitlik ve özgürlük üzerinden, hakkaniyet üzerinden bağlantı kurmamızı sağlayan şey nedir sorusuna Doğan-Sezen Öz misyonunun verdiği cevap tarihi önemdedir: Kürtçeyi de öğrenerek, onu hayatımıza katarak, Kürtlerle hükümranlık ve boyun eğme dışında ilişkiler kurarak bir araya gelebiliriz… Gelmeliyiz… işte bu Doğan-Sezen Öz’lerin mirası ve vasiyetidir…Bu misyon Nurettin Soyer veya Mustafa Yücel Özbilgin gibi “Cumhuriyetçi seçkinler”in dışında bir yola işaret ediyor… Bu isimler ile asla karıştırmamak gerekiyor bu anlamıyla…
İçinde Kürtlüğün ayrı bir halk ve ayrı bir dil olarak kabulünü de içeren farklı ve gerçek bir cumhuriyet tasavvuru… Buradan bakıldığında Gerçek bir cumhuriyeti kendileri ile başlatan eylem ve sözlerin başlatıcısı olarak da görmek gerekir onları…
Türkiye’de hakimler, savcılar, avukatlar içinde değil sadece genel olarak Cumhuriyetçi aydınlar içinde de böyle bir arayışa rastlanmaz. Böyle bir geçici hevese rastlanırsa bile buna ilişkin bir söylem ve pratiğe rast gelemeyiz. Gelmedik. İşte tam da bu nedenle “Sezen biz Kürtçe öğrenmeliyiz…” sözündeki toplumsal vasiyetin bugün çok daha güçlü ve vurgulu biçimde hatırlanması gerekiyor. Güçlü, canlı ve sahici anmalara ihtiyacımız var artık! “Hadi bu yıl da kurtardık anma gününü…” edalarına değil…
Evet. Doğan Öz’ün katledilişinin 44. Yıldönümünde kendisini saygıyla anıyor, Sezen Öz’e ise yarım yüz yıllık yaşayan mücadelesi için, mirasın ve vasiyetin yaşatılması için verdiği emekler için ayrıca ve bilhassa hürmetlerimi sunuyorum…
Yorumlar
Popüler Haberler
Deniz Zeyrek, Sözcü gazetesinden ayrıldı
MHP'li vekillerin istifa gerekçesine PolitikYol ulaştı: VIP altın kaçakçılığı
Yasadışı bahis soruşturmasında yeni dalga: 7 fenomene yakalama kararı
Sivas’ta dershane bulunan binada yangın: Bir öğretmen öldü
Selçuk Üniversitesi, mutluluğun formülünü aramayı bıraktı
Liderlik hayali kuran Türkiye, puansız Karadağ'a takıldı