Türkiye siyaseti, Sedat Peker'in üç haftadır Youtube üzerinden yayınladığı videolar nedeniyle sarsılmış durumda. Bu kısa zaman zarfında Peker'in Youtube'a yüklediği yedi video daha şimdiden 50 milyonun üzerinde tıklandı. Ve her video bir öncekinden daha fazla sayıda izleyiciyi ekran başına toplamayı başardı. Peker'in videolarına olan ilgi o kadar yüksek ki, Peker'in anlattığı olaylardan kullandığı sembollere kadar bu videoları yorumlayan Youtube programları bile yüzbinlerce seyirciye ulaştı. Peker videoları sadece izlenme sayıları değil, içeriği nedeniyle de büyük bir gürültü kopardı. Peker videolarında, kimisi kendisinin doğrudan tanık olduğu ve son 30 senede devletin, basın ve iş dünyasının önemli isimlerinin adının geçtiği gasp, saldırı, cinayet ve uyuşturucu kaçakçılığı başta olmak üzere birçok adli vakayı doğrudan kamuoyuyla paylaştı. Hem izlenme sayıları, hem de içerikleri açısından bu videoları Cumhuriyet tarihinde belki de sadece 17-25 Aralık Soruşturmaları’nın hemen akabinde, 2014 Mart Yerel Seçim kampanyası döneminde Youtube üzerinden bazı hesaplardan yayınlanan Erdoğan ve çevresindekilerin ses kayıtlarıyla karşılaştırılabilir. Gerçekten de devletin tepesinde bulunan bazı isimlerle yaptıkları ittifak çöktükten sonra, iktidarın parçasıyken üstünü kapadıkları ve hatta faili veya tanığı oldukları olayları siyasi bir hedef doğrultusunda "ifşa" etme açısından bu videolar arasında benzerlik kurulabilir. Tabii ki, Peker'in müstear isim kullanan bir hesaptan değil, kendisini öne çıkararak ve birinci elden tanıklık içeren bir anlatı yaptığını eklemek gerekiyor. Bu videolarda sadece suçlama değil, aynı zamanda itiraflar da var. 17-25 Aralık Soruşturmaları sonrasında piyasaya sürülen ses kayıtları aslında Türkiye'deki yolsuzlukların ve büyük hukuksuz işlemlerin dönemin Başbakanı Erdoğan'ın yakın çevresinde toplandığını gösterme amacı taşıyordu. Halbuki Peker, mümkün olduğunca Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı olayların dışında tutan bir anlatım üzerinden suçlamalarını yapıyor. İddialarının hedefinde ağırlıklı olarak İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve eski bakan Mehmet Ağar var. Özellikle bu iki ismi kamuoyunda zayıflatmak için 1990'lı yıllardan günümüze kadar uzanan siyasetçi, bürokrat ve mafya arasındaki ilişkileri hayli seçici bir şekilde bizlerle paylaşıyor. BU REJİMİN KURULMASINDA PEKER’IN ROLÜ NE? Her ne kadar Ağar gibi isimlerin adının Peker videolarında geçmesi, birçok muhalif çevrede derin devlet kavramı üzerinden 1990'lı yıllardaki hukuk-dışı yapılarla güncel dönem arasında bir devamlılık hissi uyandırsa da günümüzde karşılaştığımız durum aslında çok daha vahim bir tabloyu gösteriyor. Peker'in videolarında değindiği AKP milletvekillerinin ricası nedeniyle eski AKP milletvekili Fevzi İşbaşaran'ı polis karakolunda dövdürtmesinden 2015 yılında Hürriyet Gazetesi’ni bastırdığı iddiaları aslında Türkiye'de otoriter rejim kurulurken çeşitli muhalif unsurların nasıl adım adım susturulduğu konusunda ipucu veriyor. Eski Başbakan Binali Yıldırım'ın oğlunun, Venezuela üzerinden Kolombiya'da üretilen kokainin Türkiye'ye getirilmesinde aracı olduğu iddiası ise Türkiye'nin son yıllarda artan bir uyuşturucu trafiğinin merkezi haline gelmesi durumuyla birleştirildiğinde iyice vahim bir duruma işaret ediyor. Türkiye'de rejimin otoriterleşmesi ve kurumların zayıflaması sonrasında uyuşturucu parasının giderek artan oranda Türkiye ekonomisine siyaset ve bürokrasi aracılığıyla katılması sayesinde bir narko-devletin ortaya çıkma riski belirmiştir. Benzer bir otoriterleşme süreci sonunda narko-devlet haline gelmiş Venezuela ile Türkiye hükümetinin arasındaki ilişkilerin son dönemde giderek artmasının arkasındaki nedenleri artık sorgulamamız gerekiyor. Peker aslında videolarında özellikle 2015 yılı sonrasında Türkiye siyasetinde yaşanan gelişmelere dair çok az bilgi verdi. Dolayısıyla şu ana kadar anlattıklarının buzdağının sadece ufak bir kısmı olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Buzdağının görünmeyen kısmında ise ilk olarak Türkiye otoriterleşirken basın ve siyaset içinde bu sürece karşı çıkanların Peker ve onun gibi kişiler tarafından susturulması var. Peker'in 2015 yılı sonrasında AKP iktidarının siyasi gündemi doğrultusunda mitingler düzenlediğini ve Barış için Akademisyenleri tehdit ettiğini de biliyoruz. Bu hamlelerin hepsi Sedat Peker’e AKP hükümeti tarafından polis koruması sağlandığı dönemde yapıldı. Buzdağının görünmeyen kısmında ayrıca Türkiye'de ahbap çavuş kapitalizminin kayırmacı ağları sayesinde Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine destek verecek iş insanlarının zenginleştirilmesi süreci var. Rusya, Katar, Venezuela ve Azerbaycan gibi otoriter rejimlerin Türkiye içindeki yatırımlarından ve yasa-dışı ticaret faaliyetlerinden nemalanan ve hem kendi ceplerini hem de rejimin finans kaynaklarını dolduranlar var. Bütün bu gelişmeler sayesinde basın, yargı, bürokrasi ve muhalefet karşısında hesap vermeyecek bir rejim inşa edilerek, bütün güç Cumhurbaşkanı ve etrafındaki dar bir klikte toplandı. Nitekim bu nedenle 1990'lı yılların en karanlık dönemlerinde bile derin devlet hakkındaki iddialar basın nezdinde tartışabilirken, günümüzde Peker'in videoları ağırlıklı olarak sosyal medya tarafından gündeme getirilebiliyor. Videolarda yapılan dehşet ifşalar karşısında tek bir savcı veya bürokratik kurum soruşturma açamıyor ve Cumhurbaşkanı Erdoğan onay verene kadar da açamayacak. AKP içindeyse neredeyse kurumsal bir sessizlik politikası takip ediliyor. Bu sessizlik karşısında kamuoyunun dikkati Süleyman Soylu'nun koltuğunu koruması konusuna odaklandı. Tabii ki, Süleyman Soylu bu sürece destek verdiği gibi ondan kişisel olarak da yararlanmayı bildi. AKP'nin Haziran 2015 Seçimleri’nde parlamento çoğunluğunu kaybetmesi sonrasında iktidar partisi içinde çatlak seslerin bastırılması ve AKP'nin içinde yer aldığı bir koalisyon hükümetinin kurulmasının engellenmesinde önemli bir payı var. İçişleri Bakanı olarak takip ettiği şiddet politikaları ve sert söylem sayesinde Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine giden yola büyük katkı sağlamıştı. SOYLU’NUN AYRILMASI SİSTEMİ KURTARIR MI? Fakat kurulan bu rejimin birincil aktörü Soylu değil. Peker'in videolarının Soylu'nun koltuğunu kaybetmesine yolaçması belki hayırlı bir gelişme olmakla birlikte Türkiye’de son yıllarda kurulan siyasi sistemi değiştirmeyecektir. Türkiye’de siyasi kurumların zayıflaması ve rejimin otoriterleşmesi, devlet adına hareket ettiği söylenen fırsatçı siyasetçilerden organize suç örgütü liderlerine kadar çok farklı gruplara yasaların üstünde hareket etme şansı veriyor. Bütün bürokrasinin ve iktidar partisinin Cumhurbaşkanlığı makamına bağlandığı Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde yaşanan bu gelişmelerden Cumhurbaşkanı Erdoğan haberdar değilse bu sistemi devam ettirmenin ne anlamı var? Eğer haberdar ise durum daha da vahim.  Her iki ihtimalde de bu bozuk düzenin değişmesi gerekiyor. Bu düzenin değişmesi için Soylu’nun koltuğunu kaybetmesi yeterli olmayacaktır. Bu ancak ilk seçimlerde iktidarın ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin değişmesi sayesinde olacak.