Birçok ülke kendi merkez bankalarını bu tür politik baskılardan kurtarmak için ortak para birimi kullanmaya yönelmeyi tercih etmiştir. Türkiyenin de uzun vadede bu tür bir hedefinin olması Türkiyenin çıkarınadır. Bu bağlamda avroya geçiş hedefi TCMB kanununa eklenmeli ve bunun için bir geçiş stratejisi oluşturulmalıdır.  Türkiye, yaklaşık iki ay sonra önemli bir seçime giriyor. Hükümet geçen sonbahardan bu yana sıkı bir seçim ekonomisi izliyor; genişletici politikaların yanı sıra döviz kurunu baskılayan bir politika çerçevesi yürütüyor. Kısa vadede yöneticilerin kişisel hırslarına hizmet eden bu politikanın seçim sonrasında sürdürülmesinin imkânsız olduğu aşikâr. Bu nedenle seçim sonrasında yeni bir ekonomi politikasının hayata geçeceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Peki seçim sonrasında nasıl bir politika uygulamaya konmalı? KAMUOYUNUN GÖZÜ ÖNÜNDEKİ ANA POLİTİKA: PARA POLİTİKASI Nasıl bir politika?” sorusuna cevap vermeden önce Hangi politika? sorusunu sormak sanırım daha anlamlı. Bunun nedeni, ekonomi politikasının aslında birçok alt politikanın -para, maliye, dış ticaret, sanayi, tarım, turizm, vb.- birleşiminden oluşuyor olmasıdır. Hükümetin yakın dönemde en çok eleştiri aldığı ekonomi politikası türü para politikasıdır. Para politikasının yürütülmesinden -kanunen- TCMB bünyesindeki Para Politikası Kurulu (PPK) sorumludur. PPK’nin hangi bağlamda karar alacağını -normalde- TCMB Kanunu düzenlemiştir. Ancak mevcut PPK üyeleri fiiliyatta kanunun kendilerine verdiği yetkilerden ziyade hükümet temsilcilerinin kişisel istek ve görüşlerini hayata geçirmeyi daha makbul görmektedirler. Bu durumun seçim sonrasında sürdürülemez olduğunu yukarıda ifade etmiştik. Peki seçim sonrasında nasıl bir para politikası stratejisi izlenmelidir? Geçmişten -iyi veya kötü- hangi dersleri çıkarmak ve nasıl bir para politikası stratejisi oluşturmak gerekmektedir? POLİTİKA FAİZİ YENİDEN ANA ENSTRÜMAN OLMALI Faiz oranları ekonomilerde oldukça önemli bir role sahip. Bunun nedeni, faiz oranlarının ekonomideki birçok varlığın fiyatını birbirine bağlayan bir araç olmasıdır. Faizlerdeki değişikliklerin birçok varlığın fiyatını nasıl değiştirdiğini ve ekonomideki dengeleri nasıl altüst ettiğini Türkiye özelinde 2021 sonrasında hepimiz tecrübe ettik. Gayrimenkul fiyatlarının, döviz kurlarının, hisse senedi fiyatlarının, cari dengenin ve ürün/hizmet fiyatlarının izlediği seyri yakından gözlemledik. Bu varlıkların fiyatlarındaki oynaklıkta bir durulma olmasını istiyorsak, politika faizini yeniden para politikasının ana enstrümanı olarak belirlemeliyiz. Para politikasının gücü, politika faizinin etki gücü ile doğru orantılıdır. Eğer piyasa faizleri merkez bankası tarafından belirlenen politika faizlerini takip ediyorsa, izlenen stratejinin etki gücünün yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Günümüzde onca zorlamaya karşın politika faizleri ile piyasa faizleri arasındaki bağın önemli ölçüde koptuğunu görüyoruz. Bu gücün yeniden tesis edilmesi, merkez bankasına kaybettiği saygınlığı yeniden kazandırabilecektir. ENFLASYON HEDEFİ YENİDEN BELİRLENMELİ Şu anda pek bir anlamı kalmayan enflasyon hedefi, geçmişte -birkaç istisna dönem hariç- %5 düzeyinde belirlenmişti. 2010 yılı öncesinde TCMB, hedefi tutturmak için politika faizlerini “yüksek” düzeylerde tutmayı tercih etmiş, bu durum ulusal paranın değerlenmesine neden olarak ekonomideki riskleri ciddi ölçüde artırmıştı. Değerlenen kur, bir taraftan cari açığın artmasına neden olurken diğer taraftan ekonominin büyümesine de imkân vermişti. Büyümenin istikrarı konusunda endişeler oldukça yüksekti. Ancak o dönemde TCMB ne artan cari açıkla ne de büyümenin istikrarı ile ilgilenir hâldeydi. Meşgul olduğu tek şey, hâlen masallar gibi anlatılan enflasyonu düşürme başarısı idi. Merkez bankasının enflasyonu düşürmesinin başarısının arkasında, feda ettiği aşırı değerli Türk lirası ve hâlen Türkiye ekonomisinin üzerindeki en büyük yük olan yüksek cari açık yatmakta. Değerli TL’ye geçmeden önce şunu belirtmek gerekir ki benzer durumların yaşanmaması için Türkiye gibi potansiyel büyüme hızı yüksek ülkelerde enflasyon hedefinin daha yüksek bir düzeyde (%7-9 arasında bir değerde, hatta %7-9 bandında) olması gerekmektedir. Potansiyel büyüme hızının düşmesi sonrasında enflasyon hedefinin önce %5-7 bandına, sonrasında ise daha düşük oranlara düşürülmesi daha etkin bir stratejidir. 2013 sonrasında yaşanan gelişmeler göstermiştir ki merkez bankası kâğıt üzerinde (kanunda) araç bağımsızlığına sahip olsa da fiiliyatta böyle bir bağımsızlığın mevcut olmadığı durumlar söz konusu olabilmektedir. DAHA ETKİN BİR DÖVİZ REZERV YÖNETİMİ UYGULANMALI Enflasyon hedeflemesi rejimi izleyen sanayileşmiş ülkeler, tam esnek döviz kuru rejimi izlemektedir. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler ise kurdaki ani hareketleri bertaraf etmek amacıyla yönetimli esnek kur sistemi izlemeyi tercih etmektedir. Yönetimli esnek kur sisteminde, kurun yönünden ziyade hızı ile ilgilenilmektedir. Hızı azaltmak için merkez bankası tarafından daha çok telkin stratejisi izlenmekte, yetişmediği durumlarda ise doğrudan alım-satım müdahaleleri gerçekleştirilmektedir. Enflasyon hedeflemesi stratejisi izlenirken, enflasyon hedefi dışında başka bir değişken (döviz kuru) için bir taahhütte bulunulmaması gerekir. Ancak reel kurun, geçmişte yapıldığı gibi hepten başıboş bir şekilde bırakılması da pek makul bir strateji değildir. Merkez bankası reel kurun alması gereken değere ilişkin bir taahhütte bulunmasa bile kurun kamuoyu ile paylaşılmayan bir bant içerisinde kalmasını sağlayacak bir politika faizi – rezerv yönetimi bileşimi uygulayabilir. 2010 yılı sonundan itibaren uygulanan politika karması, aslında bu amaca hizmet eden iyi niyetli bir stratejiydi. Bu stratejinin kısmen başarıya ulaştığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu politikanın tasarımı için çok emek harcandığı ve iyi bir altyapı oluşturulduğu aşikâr. Bu strateji, arada yaşanan ekonomik şoklarla sarsılsa bile sağlamlığını koruyabilmişti. Ancak 2013 ve sonrasında yaşanan siyasi gelişmeler ve 2016 yılında gerçekleştirilen darbe girişimi, bize rasyonel iktisat politikasının artık hükümet tarafından tercih edilen bir politika olmadığını gösterdi. Sonuçta bu strateji rafa kaldırıldı ve arkasından bugün irrasyonel para politikası olarak ifade ettiğimiz tercihler türedi. MERKEZ BANKASININ FİİLİ BAĞIMSIZLIĞINI ARTIRACAK YENİ DÜZENLEMELER HAYATA GEÇİRİLMELİ Yukarıda ifade edilen tüm hususlar, ancak ve ancak bağımsız bir merkez bankasının uygulamak isteyeceği hususlardır. Bağımsızlıktan kasıt, araç bağımsızlığıdır. Yani faiz kararlarının hükümetlerin isteklerinden bağımsız bir şekilde belirlenmesidir. 2013 sonrasında yaşanan gelişmeler göstermiştir ki merkez bankası kâğıt üzerinde (kanunda) araç bağımsızlığına sahip olsa da fiiliyatta böyle bir bağımsızlığın mevcut olmadığı durumlar söz konusu olabilmektedir. Gelecekte hangi iktidar başa geçerse geçsin benzer durumların yaşanmaması için yeni bir yasal düzenleme hayata geçirmesi gerekmektedir. PARA POLİTİKASININ UZUN VADELİ HEDEFİ AVRO BÖLGESİNE DAHİL OLMAK OLMALIDIR İktisat bilimi yüksek enflasyonun politik bir tercih olduğunu gösteren ciddi kanıtlar sunmaktadır.[1] Birçok ülke kendi merkez bankalarını bu tür politik baskılardan kurtarmak için ortak para birimi kullanmaya yönelmeyi tercih etmiştir.[2] Türkiye’nin de uzun vadede bu tür bir hedefinin olması Türkiye’nin çıkarınadır. Bu bağlamda avroya geçiş hedefi TCMB kanununa eklenmeli ve bunun için bir geçiş stratejisi oluşturulmalıdır. Hakkında önemli bir külliyat bulunan para politikasını bir köşe yazısına sığdırmak takdir edersiniz ki oldukça zor. Buna karşın yeni dönemde nasıl bir para politikasının oluşturulması gerektiği konusuyla ilgili ana hatların tartışılması yine de faydalı olacak. Gelecek ortak görüşte; gelecek ellerimizde. Haftaya maliye politikası ile devam edelim. --- [1] https://www.politikyol.com/yuksek-enflasyon-politik-bir-tercihtir/ [2] Ortak para birimine geçmenin ana amacı tabii ki de politik baskılardan kurtulmak değildir. Ancak bu husus da amaçlar arasında yer almaktadır.