Türkiye, Ukrayna’nın krizi ile beraber kendini “baştan yarattı”. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve İbrahim Kalın gibi yakın kurmayları, birden uluslararası çevrelerde “lig atladılar”. “Allah’ın lütfu”, Ankara’ya bir kez daha Kremlin’den geliverdi. Türkiye’nin, Ukrayna Savaşı’nda oynadığı “arabuluculuk” rolü, uluslararası ilişkilerde yıldızını parlattı. Hakikaten de Türkiye, birden uluslararası çevrelerde birden Ukrayna’nın krizi ile beraber kendini “baştan yarattı”. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve İbrahim Kalın gibi yakın kurmayları, birden uluslararası çevrelerde yeniden “lig atladılar”. Ankara’nın İsrail ve Ermenistan’ın da aralarında bulunduğu bölge ülkeleriyle arasını düzeltmesi, Ukrayna Savaşı’nda oynadığı “barış havarisi” rolü gibi bir “uluslararası sınıf atlatma” sağlamamıştı. Özellikle de, ABD ve Avrupa Birliği gibi yeniden kenetlenen “Batı’nın” nezdinde... Şimdi ise, bir yandan Kremlin’in en tepesindeki Vladimir Putin’den, çeperlerinde kilit bir rolü olan oligark Roman Abramoviç gibi isimlere, farklı taraflarla son derece “akıcı” ilişkileri var. Dolmabahçe’deki görüşmelerde, Kremlin kadar İsrail bağlantısı da güçlü Abramoviç de, Erdoğan ve Kalın ile samimi pozlardaydı. Ukrayna ve Rusya’nın barış görüşmeleri esnasında zehirlendiği bilgisi araştırmacı gazetecilik sitesi Bellingcat tarafında da teyit edilen Abramoviç, tedavisi için de Türkiye’ye gelmişti. Uluslararası basında, Abramoviç’in Kyiv’de zehirlendiği iddiası da ortaya atıldı-ancak, işin bu kısmı teyitli bilgi değil. Belarus dışında, bilindiği kadarıyla Kyiv’de böyle bir barış görüşmesi olmadı zira... Türkiye’nin, Belarus gibi Rusya etkisinde bir yerden sonra, NATO üyesi ve Batı ile geleneksel kurumsal ilişkileri olan bir ülke olarak görüşmelere ev sahipliği yapması gerçekten de büyük bir olaydı.
“Başarı” dedik evet; ama daha çok Türkiye açısından bir “halkla ilişkiler”, “PR” başarısı.
Parlak bir başarı ama; neyin başarısı ve kimin başarısı? Öncelikle, her ne kadar İstanbul görüşmeleri heves ve heyecan yarattıysa da; daha ertesi gün Ukrayna’ya olan Rusya saldırısı daha bile şiddetli biçimde devam etti. Üstüne üstlük de, Rusya’nın barış görüşmeleri gününde saldırıyı hafiflettiği noktalarda da, sadece “yeniden mevzilenmek için manevra yaptığı” öne sürülüyor. Dolayısıyla, ABD’de Beyaz Saray başta olmak üzere, Türkiye’nin ev sahipliğinden “barış çıkabileceğine” şüpheci ve temkinli yaklaşılıyordu. ABD medyasında da, “barış görüşmesinin ardından savaş şiddetlendi” yorumları yapıldı. “Başarı” dedik evet; ama daha çok Türkiye açısından bir “halkla ilişkiler”, “PR” başarısı. BARIŞ, “GORDİON DÜĞÜMÜ” Ukrayna Savaşı’nın barış ile sonuçlanmasını sağlamak günümüzün “Gordion Düğümü”. Büyük İskender, bugünün Ankarası yakınlarındaki, Friglerin başkenti Gordion’a geldiğinde, Zeus Tapınağı’nda bulunan özel bir araba olduğunu duyar. Arabanın boyunduruğu, gövdesine kızılcık kabuğundan bir düğümle bağlanmıştır ve efsane bu düğümü çözen kişinin tüm Asya’yı ve hatta tüm dünyayı yöneteceğini söyleniyordu. Büyük İskender’de önce elleriyle ve sonunda da kılıcını vurarak düğümü çözer. Ukrayna Savaşı’nı barışla noktalamak veya hiç olmazsa ateşkesi sağlamak da, dışarıdan müdahale ile becerebilene büyük güç getireceği söylenen bir dönüm noktası. Birleşmiş Milletler’in Çin’deki en üst düzey ismi Siddharth Chatterjee, Bloomberg’e yaptığı açıklamada, ülkenin Ukrayna Savaşı’nı durdurmakta kilit rol oynayabileceğini söylemişti. Ve hatta, “Bu, Çin’in Nobel Ödülü alma şansının geldiği dönüm noktası” demişti. Çin, Türkiye kadar girişken davranmadı; davranamadı. Bunun sebebi de, bence, Ankara’nın yıllardır kurumsal ilişkiler çerçevesinde, uluslararası çevrelerde edindiği köklü tecrübenin Türkiye’yi dış ilişkilerde daha “kıvrak” ve “rahat eder” kılması. Bu nedenle, Çin’in yapamadığı ataklığı Türkiye, çok daha kolay gerçekleştirdi. Aslında, Ankara’nın üstlendiği role, klasik manada bir “arabuluculuk” da denemez. Barış görüşmelere ev sahipliği yapıyor Türkiye; ancak bunun ötesinde de, Ukrayna’ya “akıl veren/hami” ve Rusya’ya da “bölgenin diğer ağırlıklı gücü ve Kremlin’i anlayabilen hısmı” imişçesine yaklaşıyor. Ankara’nın Kyiv ile ilişkileri zaten bir süredir son derece iyi. Ukrayna ve Türkiye arasında 2011’de kurulan Türkiye-Ukrayna Yüksek Düzeyli Stratejik Konseyi (YDSK) mekanizması ile ilişkiler “stratejik ortaklık” düzeyine çıkartılmıştı. Aynı yıl, Türkiye ile Ukrayna arasında “Vize Muafiyeti Anlaşması”ve “Serbest Ticaret Anlaşması” müzakerelerine başlanması kararı alınmıştı. Ankara ile Kyiv’in yakınlaşması, bir devlet politikası diyebiliriz; Ahmet Davutoğlu, Abdullah Gül kadar o dönemin “devlet erkanı” da, iki ülke arasındaki siyasi ve askeri ilişkileri geliştirmek için oldukça büyük çaba sarf ettiler. “DEVLET AKLI” BOYUTU Daha Ukrayna’daki Maidan olayları olmadan, henüz Vlodimir Zelenskiy ortada yokken ve Viktor Yanukoviç baştayken gelişen ilişkiler, aslında Türkiye’nin “devlet aklının” bir örneği. Ukrayna’nın Avrasya’ya açılan kapıda önemli bir geçiş noktası olarak görülmesi, bu bahsettiğimiz “devlet aklı” örneği. Tabii, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilişkilere kattığı “sihirli dokunuş”, Bayraktarlar ve SİHA satışları vesilesi ile oldu. 2019’dan beri, Türkiye’nin SİHA satışları Ukrayna olan ilişkilerde statejik boyuta gerçek “can suyunu” verdi.
Daha Zelenskiy ortada yokken ve Yanukoviç baştayken gelişen ilişkiler, Ukrayna’nın Avrasya’ya açılan kapıda önemli bir geçiş noktası olarak görülmesi, aslında Türkiye’nin “devlet aklının” bir örneği.
Ukrayna tarafının Başmüzakerecisi Mihalyo Podolyak da, İstanbul ziyaretinde Baykar CEO’su Haluk Bayraktar ile “selfie”sini paylaştı malum-ve minnetini ifade etti. Tabii, şunu da vurgulayalım; Türkiye’nin Ukrayna ötesinde, tüm dış ilişkilerinde “Bayraktar boyutu” da, “devlet aklının” bir parçası; iktidar kim olursa olsun, artık o boyut da kalıcı olacak. SİHA satışları veya benzer askeri ticaretten bahsediyorum “Bayraktar boyutu” derken... “Minnet ifadeleri” deyince, Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova da, Rusya ile Ukrayna arasındaki arabuluculuk çabaları için Türkiye’ye minnettar olduklarını açıkladı. Ukrayna ile sıcak ilişkilere rağmen, Türkiye’nin Kremlin ile bağları da kopmuyor. Üstelik de, sadece Ukrayna değil; Suriye, Libya gibi yerlerde de askeri olarak sahada karşı saflarda yer almalarına karşın bu bağ da sürüyor. İbrahim Kalın, BBC’ye İstanbul’daki görüşmelerin, Putin’in Erdoğan’ı araması sonucu başlayan süreç ile mümkün olabildiğini söylemişti. Her ne kadar Erdoğan’dan “habersiz” gittiğini ifade etse de, Ethem Sancak da, Mart başında bir Moskova ziyareti gerçekleştirmişti. Bu arada, Dolmabahçe’de Ukrayna-Rusya görüşmelerinin gerçekleştiği mekan tanıdık gelmiştir: Açılım Süreci’nde Kürt Meselesi’nin çözümü için “âkil insanlar” ve diğer bazı toplantılar orada gerçekleşmişti. İktidarın, Ukrayna’ya barış getirme çabaları da, “Açılım Süreci”nin akıbetini uğramasın diyelim...