Sorunlar saymakla bitmiyor. Örneğin SPD'nin yeni eş genel başkanlarıyla daha sola kayması, Yeşiller'in gençler arasında tabanını genişletmesi ve VOLT benzeri AB yanlısı, solda siyaset yapan partilerin politik denkleme dahil olması vb... Almanya'da geçtiğimiz hafta sonu yapılan Saarland eyalet parlamentosu seçimi, sonuçları açısından oldukça önemli mesajlar içeriyor. Resmi olmayan sonuçlara göre, parlamentoya 3 parti girebildi. Yeni dönemde eyalet parlamentosunda ezici bir şekilde galip gelen Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD), neofaşist Almanya için Alternatif (AfD) ve muhafazakâr Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) temsil edilecek. Sol Parti (Die Linke), Yeşiller ve liberal FDP parlamentoya giremedi. Bu yazıda, genel bir çöküş içerisinde olan Sol Parti üzerine bir tartışma yürütmek istiyorum. Saarland seçimlerinin ardından parti Eş Başkanı Susanne Hennig-Wellsow, yenilgiyi, "İçinde çatışma yaşayan partiye kimse oy vermez" sözleriyle değerlendirdi. Doğrudur, öyle olur. Bizde de politikacıların zaman zaman rakiplerinin iç kavgalarına dikkat çekmek amacıyla "Kavgalı eve kız verilmez" cümlesini kullandıklarını duyarız. O zaman "kavga etmeyin" demek gerekiyor değil mi ancak Sol Parti'nin güçlü hiziplerin egemenlik yarışında savrulduğunu göz ardı etmemeliyiz. Seçimin ardından televizyon kanallarındaki programlara katılan bazı parti yetkilileri, bir süre önce istifa eden, partinin kurucuları arasında yer alan Oskar Lafontaine'i suçlama kolaycılığına kaçtılar ancak herkes sorunların daha derinlerde ve yapısal olduğunu çok iyi biliyor. Partinin içerisinde bulunduğu durum tercüme edilirken iç siyasi dengelerin yanı sıra programsızlık ve protesto dinamikleri gibi etkenlerin de dikkate alınması gerekiyor. Partinin eyaletlerde hükümetlere dahil olması "protesto partisi" niteliğini kaybetmesine neden oldu. Bunun öncesinde, Almanya'nın birleşmesinin ardından ortaya çıkan yeni politik dinamik, partilerin ideolojik diskurlarını revize etmeleri gerekliliğini ortaya çıkardı. Bu bağlamda, Sol Parti'nin bileşenlerinden olan PDS, birleşme sonrası belirginleşen doğu-batı eşitsizliğinin nedenlerini ideolojik revizyonunun önemli bir parçası haline getirerek yükselmeye başladı. SPD'nin sosyal temalara ya da toplumsal sorunlara yabancılaşmasıyla birlikte doğan boşluğu iyi değerlendiren PDS, bu arada diğer sosyalist oluşum WASG ile birleşerek batıya açıldı. SORUNLAR SAYMAKLA BİTMİYOR Bunun yanı sıra, farklı politik zeminlere, sosyal yaşama ve farklı kurumsal kültüre sahip olmalarına rağmen birleşmenin salt doğunun batıya entegresi şeklinde doktrine edilerek hayata geçrilmesi Sol Parti'nin buradan kaynaklanan sorunları şekillendirerek oluşturduğu popülist sol söylemi öne çıkardı. Bu yörüngede Alman radikal solu 2005 yılı federal seçimlerinin ardından ivmelenme dönemine geçti ancak bu dönem pek uzun sürmedi. Neofaşist AfD'nin ortaya çıkıp bazı popülist söylemleri daha sert ve kararlı bir şekilde politikaya taşımasıyla birlikte Sol Parti, protesto oylarını çekim merkezi olma niteliğini kaybetti. Bunda yukarıda da belirttiğimiz gibi eyaletler düzeyinde hükümetlere girilmesinin de büyük etkisi oldu.
Neofaşist AfD'nin ortaya çıkıp bazı popülist söylemleri daha sert ve kararlı bir şekilde politikaya taşımasıyla birlikte Sol Parti, protesto oylarını çekim merkezi olma niteliğini kaybetti.
Öte yandan, Sol Parti'ye ilişkin göz ardı edilmemesi gereken önemli bir nokta var. Sol/sosyalist söylemin yükselmekte olan aşırı sağcı/ırkçı söylemle mücadeleye yönelik üstlendiği kamusal rolün kritik varlığı... Sol Parti'nin içerisinde bulunduğu dramatik çöküş halinde dahi Almanya antifaşist cephesinin en önemli bileşenlerinden biri olduğunu vurgulamak gerekiyor. Parti, strateji eksikliği ve programsızlığının yanı sıra gençlerle temasta da sıkıntılar yaşıyor. Siyaset uzmanları parti kadrolarının giderek yaşlandığını bunun da özellikle kampanyalarda olumsuz etki yarattığını ifade ediyor. Bu konuda en başarılı siyasi yapının Yeşiller olduğunu görüyoruz. Yeşiller'in gençlerin sırtlandığı, iklim sorunlarını dile getirmeyi amaçlayan hareketi bünyesine nasıl entegre ettiğini ve bu rüzgârın partiyi koalisyon ortaklığına kadar giden bir yola soktuğunu gördük. Bir gazeteci olarak Sol Parti'yi uzun süredir takip ediyorum. Bazı parti üst düzey yöneticileriyle röportaj yapma imkânım oldu. Bu röportajlarda yetkililer sürekli olarak "parti tabanını genişletecek bir programa ihtiyaç olduğunu" vurguladılar. Demek ki herkes sorunun farkında ancak parti içi hiziplerin hepsini memnun edecek bir program oluşturulması hayli zor görünüyor. Her durumda Sol Parti'nin, salt kendi çekirdek seçmenini memnun etme işlevi gören programını hızlıca revize etmeye ihtiyacı var. Sol Parti cephesinden bakınca sorunlar saymakla bitmiyor. Örneğin SPD'nin yeni eş genel başkanlarıyla daha sola kayması, Yeşiller'in gençler arasında tabanını genişletmesi ve VOLT benzeri Avrupa Birliği yanlısı, solda siyaset yapan partilerin politik denkleme dahil olması vb... Bunlara programsızlık ve stratejisizlik de eklenince ortaya Saarland seçimlerindeki dramatik tablolar çıkıyor. SİHİRLİ DEĞNEK YOK Dün akşamdan bu yana ara ara parti yetkililerinin Saarland seçimine ilişkin açıklamalarına bakıyorum. Kimisi partiden ayrılan Oskar Lafontaine'i suçluyor, kimisi "içimizde çok kavgalıyız, oy vermez bize kimse diyor", kimisi "bize yeni bir strateji lazım" diyor vs... Hepsi sorunların çözümü için sihirli bir değnek bekliyor gibi. Saarland eyalet seçimi ve Bundestag seçiminde yaşanan ağır yenilgilerin partide "şok tedavisi" etkisi yaratacağını düşünmek daha büyük hayal kırıklıklarına neden olabilir. Bu olmayacak. Parti marjinalleşerek enkaza dönüşme tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyor. Son tahlilde doğal tabanı olan emekçi kitleleri dahi örgütleme yeteneğini kaybetmiş bir siyasi oluşumdan bahsediyoruz.
Partiyi merkez sola yaklaştırmaya çalışan reformistler ile enternasyonalistler arasında süre giden kavganın bir kazanını olmadığını Saarland seçimleri bir kez daha teyit etti. Parti 10 puan kaybederek baraja takıldı. Tam bir hezimet.
Sonuç olarak, partiyi merkez sola yaklaştırmaya çalışan reformistler ile enternasyonalistler arasında süre giden kavganın bir kazanını olmadığını Saarland seçimleri bir kez daha teyit etti. Parti, bir önceki seçime göre 10 puan kaybederek baraja takıldı. Tam bir hezimet. Görünen o ki esas itibarıyla her iki kesimi -zor da olsa- bir araya getirebilecek hibrit yaklaşım üretmeye, bu yaklaşımı toplumsal kesimlere enjekte etmekte ve onları örgütlemede kullanılacak "organik entelektüel"leri saha sürmeye ihtiyaç var. Başarısızlıkla sonuçlanan her seçimin ardından insanlar parti yöneticilerinden, "Başarısızlığın nedenleri üzerine konuşuyoruz. Yeni bir programa ihtiyacımız var" sözlerini işitmekten yoruldu, usandı. Aksi halde yüzde 3-4 oy bandına saplanmış Sol Parti'nin bu haliyle antifaşist cephenin mücadelesine ve demokrasinin korunmasına pek bir katkısı olmayacaktır. Bir süre sonra birileri çıkıp partiyi bu hantal haliyle "solun önünü tıkamakla" suçlar ve "gölge etmeyin başka ihsan istemeyiz" derse kırılmasınlar, darılmasınlar.