Kremlin daha önce Rus destekli milislere karşı Türk SİHA’larının kullanılmasına tepki göstermişti. Benzer şekilde ABD’nin Karadeniz’deki talepleri karşısında, Türkiye’nin Montrö’ye sahip çıkarak, denge politikası izlemesi gerekiyor. Yaklaşık yüz bin kadar Rus askeri Ukrayna sınırına konuşlanmışken, bölgede tansiyonu indirme amaçlı çok taraflı diplomasi trafiği tüm hızıyla devam ediyor. Geçtiğimiz Pazartesi ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı Wendy Sherman ve Rus mevkidaşı Sergey Riyabkov, İkili Stratejik İstikrar Diyalogu kapsamında, Cenevre'de bir araya geldi. Görüşmeyi çarşamba günü, Brüksel’deki NATO-Rusya Konseyi toplantısı izledi. Diplomatik süreç, bugün Ukrayna krizinin ele alınacağı Avrupa Güvenlik ve İş birliği Teşkilatı (AGİT) zirvesiyle devam edecek. Rusya Ukrayna’yı işgal edecek mi yoksa blöf mü yapıyor tartışmaları süredursun, krizin ardında yatan sebepler konusunda uluslararası kamuoyunda iki karşıt görüş öne çıkıyor. İlk gruba göre, yükselen gerilim Rusya’nın batılı kurumların kendi sınırlarına doğru genişlemesinden duyduğu endişeden kaynaklanmakta. Buna göre, Soğuk Savaşı’n bitişini takiben NATO’nun kademeli bir şekilde Doğu Avrupa ve Baltıklara doğru genişlemesi ve özellikle 2008’de Gürcistan ve Ukrayna’nın üyeliğine yeşil ışık yakılması, Rusya tarafında çevrelendiği algısı yarattı. NATO’nun 2008 Bükreş Zirvesi’nde Rusya Devlet Başkanı Putin, Ukrayna’nın birliğe kabulünün Rusya’ya yönelik düşmanca bir tavır olarak karşılanacağını belirtmişti. Bu bağlamda, aynı yılın kasım ayında Rus birliklerinin Gürcistan’ın Güney Osetya bölgesine girmesi Kremlin’in bölgede nüfuz alanını geri kazanma girişiminin bir parçası olarak değerlendirildi. Geçmişte atılan yanlış adımların bizi bugünkü noktaya taşıdığını düşünenler için, Gürcistan’ın işgaline-patlak veren küresel krizle kendi derdine düşen batılı devletlerce- gerektiği ölçüde sert bir tepki verilememiş olması, Rusya’yı daha agresif bir dış politika izlemek yönünde cesaretlendirdi. PUTİN’İN DERDİ NATO MU, İÇ SİYASET Mİ? Aslında yalnızca NATO değil, Avrupa Birliği’nin ortak pazar ve demokratik değerler ağını genişletmesinin de Rusya’yı rahatsız eden bir diğer etken olduğunu eklemek gerek. Nitekim 2014’de Rusya’nın Kırım’ı ilhakı ve Ukrayna’nın Rusça konuşan nüfusun ağırlıklı olduğu Donbas bölgesinde patlak veren çatışmaların fitilini yakan Euro Meydan protestoları, Yanukovich hükümetinin 2013 Kasım ayında AB Ortaklık Anlaşması’nı imzalamayı reddetmesi sonucunda başlamıştı. Zira, Ukrayna ile tarihsel bağlara sahip Rusya açısından, Kiev’in AB ile ticari ilişkiler geliştirmesi, ülkenin kendisine olan bağımlılığını azaltacak, uzun vadede ise demokratik dönüşümüne zemin hazırlayacak, önlenmesi gereken bir gelişmeydi. Rusya’nın güvenlik endişelerini bilinçli şekilde abarttığını düşünenler ise krizi farklı yorumluyor. Başkan Vladimir Putin’in, Ukrayna’da gerilimi tırmandırmasının ve olası bir işgal planının ardında kamuoyunun dikkatini iç siyasetteki sorunlardan dış siyasete yönlendirmek, dışarıda kazanılacak bir zaferle (askeri veya diplomatik) iktidarını pekiştirmek amacı taşıdığını ileri sürüyorlar. Doğrusu bu iki yaklaşımın ille de birbirini dışlaması gerekmiyor. Rus yetkililerin, 2021 Aralık ortası Moskova ziyareti sırasında ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Karen Donfried’e ilettiği taslak anlaşmada öne çıkan talepler büyük ölçüde NATO’nun Rusya sınırlarına doğru genişlemesine set çekilmesi ve yine NATO ile iş birliğine yönelik eski Sovyet Birliği’ne bağlı devletlerin silahlandırılması, topraklarında askeri üs kurulmasının önlenmesi üzerine yoğunlaşıyor. Bugüne dek açık kapı politikası izleyen NATO açısından Rusya’nın talepleri kabul edilebilir görülmüyor. Ukrayna’nın ittifaka katılımı öteden beri gerçekçi bulunmasa da üyelik yolunun kapanması yönünde atılacak adımın tansiyonu düşürmek yerine Rusya’nın “yayılmacı” politika hamlelerini cesaretlendirmesinden endişe ediliyor. Biden yönetimi, Afganistan’dan apar topar çıkışının gerek uluslararası gerekse iç kamuoyunda yankıları hala sürerken, Kremlin’e tek taraflı ödün verir görünmenin faturasının ara seçimlerde fazlasıyla ödeneceğinin farkında. Kaldı ki, krizin çözümüne yönelik yürütülen diplomatik girişimlerde, Avrupa Birliği’nin doğrudan muhatap alınmıyor oluşu, Başkan Biden’ın “Amerika geri döndü” sloganı üzerinden, transatlantik ilişkileri tamir etmek suretiyle çok taraflı bir dış politika izleyeceği taahhüdüyle tezat bir görünüm oluşturuyor. Fakat, bu noktada AB’nin yapısal sorunları üzerine biraz özeleştiri yapması da gerekli. Stratejik otonomi çağrıları ve bu bağlamda özerk askeri güç oluşturulmasına yönelik projeler kulağa hoş gelse de, Avrupa’nın güvenliği büyük ölçüde, NATO savunma şemsiyesine emanet. AB’nin 27 üyesinden 21’i aynı zamanda NATO üyesi. Bunun ötesinde, her biri farklı tehdit algısı ve önceliklere sahip üye devletlerin dış politika konularında çoğu zaman ortak bir duruş sergilemekte zorlanması, ağır hareket etmesi, birliğin uluslararası arenada etkinliğini azaltan önemli bir etken. Her şeye rağmen, Biden yönetimi gerek ikili görüşmeler, gerekse NATO ve AGİT bünyesinde yürütülen müzakerelerin şeffaflığına dair müttefiklerine güvence vermeye çalışıyor. Bu arada, Karadeniz’de olası bir çatışma, özellikle son yıllarda Ukrayna ile gelişen askeri iş birliği göz önüne alındığında, hem NATO üyesi hem de Rusya ile yakın ilişkiler sürdüren Türkiye’yi doğrudan ilgilendiriyor. Kremlin daha önce, Ukrayna’nın Donbas bölgesinde Rus destekli milislere karşı Türkiye’de üretilen silahlı insansız hava araçlarının kullanılmasına ilişkin tepki göstermişti. Acaba bu doğrultuda yeni talepler gelir mi? Benzer şekilde ABD tarafından Karadeniz’deki dengeleri değiştirecek olası talepler karşısında, Türkiye’nin Montrö Sözleşmesi’ne sahip çıkarak, hassas bir denge politikası izlemesi gerekiyor. Şu ana dek, müzakerelerde somut bir netice alınmış değil. Rus yetkililerin taleplerini maksimalist olarak değerlendiren Amerikan tarafı, şayet bir uzlaşma sağlanacaksa bunun Orta Menzilli Nükleer Füzelerin Sınırlandırılması Anlaşması’nın (INF) canlandırılması ve karşılıklı olarak askeri tatbikatların niteliğine ilişkin yapılacak düzenlemeler üzerinden gerçekleşmesini bekliyor. Peki görüşmelerden Kremlin’i işgalden caydıracak, tatminkâr bir sonuç çıkar mı? NE AB, NE ABD UKRAYNA İÇİN RUSYA’YLA ÇATIŞMAK İSTEMİYOR Şu bir gerçek ki, ne ABD ne de Avrupalı devletler Ukrayna’yı savunmak adına Rusya ile askeri çatışmaya girmek istemiyor. Zaten, Ukrayna NATO üyesi olmadığından, saldırıya uğradığı takdirde, kolektif savunma mekanizması (5. Madde) devreye girmeyecek. Batılı devletlerin başka önceliklerinin oluşu, ortadaki güç boşluğu, Moskova açısından bir anlamda fırsat yaratıyor. Olası bir işgali caydırmak amacıyla öne sürülen Rus bankalarının Swift ağından dışlanmasını da içeren ekonomik yaptırımlar, milli gurur ve kahramanlıkla yoğurulmuş, Ukrayna üzerinden batı egemenliğinin geriletilmesi anlatısının iç ve dış politikada getirisi karşılığında Putin’in ödemeyi göze alabileceği bir bedel mi? Göreceğiz. Uzmanlar, şayet bir operasyon başlatılacaksa, tankların sınırı geçişi açısından toprak çözülmeden yapılması gerektiğinin altını çiziyor. Dolayısıyla, küresel siyaset açısından 2022’ye zorlu bir giriş yapmış bulunuyoruz.