Enflasyondan gerçekten rahatsız olanlar, onunla düzgün yollarla mücadele etmelidir. Rakamları saklayarak ve böyle baskıcı yöntemlerle değil.
Matematik evrensel bir dil sunar insanlara. Çinli, Amerikalı, Arap veya Türk, kim olursanız olun, o ülkelerin özgün dillerini konuşmanız gerekmez. Ortak bir iletişim kanalı sunar insanlara. Bu yüzden evrenseldir. Sınırları dünya ile sınırlı da değildir üstelik. Evreni anlamanın da dilidir aynı zamanda.
İstatistik ise matematik içinde bir alt daldır. Hayatın belirsizlikleri içinde geleceğe yönelik tahminler yapabilmemizi sağlar veya güncel gelişmeleri değerlendirebilmemiz için sayısal verir sunar bizlere. Sadece ekonomide kullanılmaz. Bilimin her dalında istatistik kullanılır. Bilim insanlarının vazgeçilmezlerindendir bir nevi. O da evrenseldir. Kavramlar ve hesaplamaların dili tüm dünyada ortaktır.
Biz iktisatçılar ekonomik uygulamaların performansını ölçmek için çok kullanırız istatistiği. Ama çok daha önemlisi, geleceğe yönelik tahmin yapabilmek için istatistiğin sağladığı verileri kullanırız. Bu yüzden vazgeçilmezdir bizler için.
Ayrıca ortaya attığımız iktisadi hipotezlerin doğru olup olmadığının, bilimsel olarak testi de istatistiki yöntemler kullanılarak yapılır.
Örneğin Sayın Cumhurbaşkanımızın ortaya attığı “
yüksek faiz neden, enflasyon ise neticedir” tezinin doğru olup olmadığını test edip, uyguladığımız para politikasına yön vermek için de istatistikten yardım alırız. Alınan faiz kararları sonucunda belirlenen faizler ile o dönemlerde ortaya çıkan enflasyon verileri toplanarak, bunlar arasında istatistiki bir ilişkinin varlığı incelenebilir. Böylece, Sayın Cumhurbaşkanımızın ileri sürdüğü hipotez sayısal gözlemlerle ya doğrulanır ya da hipotez yanlış denir. Buna göre, eğer bu hipotez sayısal inceleme sonucunda yanlışsa, amacı enflasyonla mücadele olan bir merkez bankasının para politikasında değişikliğe gitmesi beklenir; yani faizleri artırması istenir. İktisatta bu bizlerin bilimsel sorgulama için kullandığı yönetimdir.
Zaman zaman insanlar istatistiğe “
bilimsel yalan söylemenin” yolu diyerek, güvenilmez kılmaya çalışırlar. Böyle bir şey doğru değildir. Böyle bir yargıda bulunabilmek için önce istatistiği bilmek, sonra da istatistiki olarak elde edilen bir sonucun nasıl yorumlandığını anlamak gerekir. Maalesef tüm matematik dillerinde olduğu gibi, istatistiğin de evrensel olan kendine has dili, sayıları okuma biçimi vardır. Bunları bilmeden önünüze konulan istatistiki bilgileri anlayamaz, o verilerden sağlıklı sonuçlar çıkartamayız.
Hatta tahmine dayalı istatistiki hesaplamalarda elde edilen sonuçların belli bir hatayı içerdiği önceden bilinir ve bu hata payı yapılacak tartışmanın sınırlarını belirler. Böylece elde edilen sonucun hangi tahmin hatalarını içerdiğini ve bu sonuçların ne boyutta bir hata yapma ihtimalini doğurduğunu bilerek kararlarımızı veririz.
Ayrıca istatistiklerin içerdiği hata paylarına bakarak, elde edilen sonuçların “
yalan” olup olmadığına kolayca karar verilebilir. Ele alınan kararın niteliğine ve hataya karşı gösterebileceğiniz tolerans derecesine bağlı olarak, örneğin hata olasılığı yüzde 10’un üzerine çıkıyorsa, elde edilen sonucun güvenilirliğinden bahsedebilmek mümkün değildir. Hata payı ne kadar düşük olursa, elde edilen sonucun da güvenilirliği o kadar yüksektir. Kanımca istatistiki hesaplamaları haksız bir nitelemeye maruz bırakan husus, bu hata payı mevzuunun kamuoyu tarafından çok iyi anlaşılamamasıdır.
Ülkemizde istatistik üreten birçok kurum var. TÜİK bunlardan sadece biri. Görevi iktidarın ekonomik ve sosyal politikalarının sonuçlarını değerlendirmek için, kamu adına veri üretmektir. Bu amaç doğrultusunda TÜİK, ekonomiye ve sosyal hayata yönelik birçok istatistiki veri üretimi yapar.
Kendine yasayla verilmiş olan bu göreve göre TÜİK, istatistiki yöntemlerin sadece uygulamacısıdır. Bu yöntemleri üreten bir kurum asla değildir.
Geçmişte (1962 yılında) kurumun fonksiyonu daha geniş bir kapsamda tanımlanmıştı. Daha önce adı
Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) olarak tanımlanan bu kurumun bilimsel araştırmalarda bulunması, bünyesinde üniversitelerle iş birliği içinde yeni istatistiki yöntemleri üretebilmesi amaçlanmıştı. Ancak bu “
iyi niyetli” girişim zamanla sonuçsuz kalmış ve kurum 2005 yılında
Türkiye İstatistik Kurumu’na (TÜİK) dönüştürülmüştür.
Bu değişiklikle kurum, kendisine kanunla verilen görevleri yerine getirmek için sadece “
istatistiki yöntemleri kullanan” bir kurum haline getirilmiştir. Aslından bu değişiklik kurumun kapsamının daralması anlamına gelmekte olup, istatistik alanında uygulamayı aşan bilimsel araştırmalar yapmak bu yasal kapsamın dışında tutulmuştur. Kuruluşunun ardından TÜİK, AB ile uyum çerçevesinde EUROSTAT ile yakın iş birliğine geçerek, istatistiki verilerin derlenmesi, hesaplanması ve yayımlanmasında bu kurumun pratiklerini kendisine model almıştır.
Geçmişte, kurumun DİE olduğu dönemlerde, kurum için uzmanlık programları yürütülmüş; bunun için üniversitelerle iş birliği yapılmış, destek alınmıştır. Kurumun bu dönemdeki ilgi alanında hem uygulamada hem de teknik konularda, doktora standartlarına uygun “
uzmanlık tezler” üretmek ve literatüre katkıda bulunmaktı amaçlanmıştı. Hem bu tezleri yazmak hem de zaman zaman DİE’nin görev kapsamında olan verilerin üretilmesinde karşılaşılan güçlükleri aşmak için üniversitelerden ve hocalardan destek alınırdı. Diğer bir deyişle, DİE kendi kullandığı yöntemler ve hesaplamalar için üniversitelere ve hocalara danışırdı.
Geçmişte altyapısı ve birikimi çok daha güçlü olmasına rağmen, kurum ile üniversiteler arasındaki ilişkiler bugünkünün tam tersiydi. TÜİK öncesi DİE, üniversitelerden danışmanlık alırdı.
Son yıllarda TÜİK’in ürettiği verilerin kalitesi konusunda kamuoyunda şüpheler oluşmaya başladı. Özellikle ekonominin kötüye gitmesi, enflasyon konusunda kamuoyunun hissettiği enflasyonla TÜİK’in açıkladıkları arasında farkların oluşmaya başlaması, dedikoduların baş göstermesine yol açtı.
Bu güven eksikliği işgücü istatistikleri için de geçerli. Daha önce üçer aylık peridolarla işgücü istatistiklerini açıklayan TÜİK, son bir yıldır aylık düzeyde de bu verileri açıklamaktadır. Ancak açıklanan aylık verilerde zaman zaman baş gösteren “
tuhaflıklar” verilere yönelik güvenin sarsılmasına neden oldu. Kurumun itibarını zedeledi. Dedikodulara yol açtı. Kanımca bunun nedeni verileri çarpıtmaya yönelik bir müdahaleden ziyade, TÜİK’in kalitesiz veri üretmesi ve bunu giderecek herhangi bir tatmin edici girişimde bulunmamasıdır.
TUİK’in eleştirileri bilimin çizdiği çerçeve içinde karşılamayıp, tamamıyla hukuki bir düzleme taşıması ise, kamuoyunda hayal kırıklığı yarattı.
Aylık işgücü verilerinin elde edildiği örneklemin yetersiz olması ve açıklanan rakamların nokta tahmini olarak açıklanıyor olması, bu konudaki en büyük sıkıntıyı oluşturmaktadır. O yüzden, benim de içinde bulunduğum bazı iktisatçılar aylık işgücü verilerini kullanmaktan kaçınmaktadırlar. TÜİK yetkilileri nokta değer tahmini yerine, belli bir güven düzeyinde, bir aralık tahmini vermenin kamuoyunda kafa karışıklığı yaratacağına inanmaktadırlar. Ama böyle bir açıklama şekli, zaten kamuoyunda kastını aşan yorumlara neden olmaktadır. Bu da kurumun yaptığı, kanımca yanlış bir tercihtir.
Şahsen kamuoyundaki endişeleri anlayışla karşılıyorum. Son yıllarda ülkemizde kamu kuruluşlarının bağımsızlıkları büyük erozyona uğradı. Kamuoyuna bilgi akışı siyasilerin müdahalelerine açık hale geldi. Sanırım “
güvensizlik” büyük ölçüde buradan kaynaklanmaktadır. Sık değişen kurum başkanları ve onların kamuoyu ile olan ilişkilerinde şeffaflığın olmaması bu endişeleri daha da arttırdı. Hem teknik olarak yapılan hatalar hem de başarısız iletişim politikalarının sonucunda kurum kamuoyu gözünde büyük bir itibar kaybetti.
Bir de bunların üzerine, bağımsız akademik grupların ürettikleri istatistiki verilere ve çabalara karşı takınılan, hiç de dostane olmayan tutum eklendi.
Eleştirileri bilimin çizdiği çerçeve içinde karşılamayıp, tamamıyla hukuki bir düzleme taşıması ise, kamuoyunda hayal kırıklığı yarattı. Ancak itiraf etmeliyim ki, TÜİK’in bu konuda takındığı tutum tamamıyla yanlıştır. Yanlış olan böyle bir algı üzerine kurulmaya çalışılan bir itibar ise sürdürülemez. Sadece kısa dönemde algıları yönetmeye yarar. Aslında sorun siyasiler ve onlar tarafından atanan TÜİK yönetiminin siyasilerin müdahalelerine karşı direnememeleridir.
Yakın geçmişte, bazı TÜİK yöneticilerinin farklı bir yaklaşım içinde oldukları görülmüştür. Bu problemler ilk baş göstermeye başladığında, o günkü TÜİK yönetimi, kamuoyunda endişe kaynağı olan istatistikler konusunda daha kaliteli veri üretimi için, yine o konunun uzmanı olan hocalardan ve hatta sivil toplum kuruluşlarından “
Danışma Kurulları” oluşturmuş ve bu şekilde şeffaflığı temin etmeye çalışmıştı. Tıpkı eskiden DİE döneminde, yapıldığı gibi. Ama bu girişim çok kısa sürdü. Ancak bir iki toplantının ardından, kurum başkanı değiştirilerek tüm kurullar dağıtıldı. Yani bir bakıma “
biz biliriz” denilerek, kamuoyuna mesaj verildi.
Kanımca böyle bir şey olmaz; olmamalı. Yapılmaya çalışılan bu işin mantığına aykırı. Benden söylemesi. Siyasi çoğunluk bilimsel konularda kimseye üstünlük sağlamaz. Herkes kendini bilmeli.
Şimdi iktidar TÜİK’e alternatif istatistiki veri üreten bağımsız kuruluşlara karşı “
siyasi” bir tavır almaya başladı. Tartışma konusu her ne kadar bilimin bir konusu olsa da iktidar yasa yapma erkine sahip olmasını fırsat bilerek, bugüne kadar tamamıyla bilimsel bir çerçevede devam eden tartışmayı, hiç de ikna edici olmayan gerekçelerle hukukun alanına çekti. Adalet sistemimiz ve hâkimlerimiz çok gereksiz ve bir o kadar da anlamsız bir mücadelenin içine çekilmektedir.
İktidarın en son girişimi, TÜİK’in verilerine alternatif veri açıklayacak olan bağımsız kuruluşların bağımsız olarak ürettikleri istatistikleri açıklayabilmelerinin TÜİK’in iznine tabi tutulmasıdır.
Bilim sınırları içinde belirlenmesi ve tartışılması gereken bilimsel bir yönetim, doğrudan siyasetin konusu haline getirilmeye çalışılmaktadır.
Bunlar ilginç, ama bir o kadar da anlamsız girişimler. Daha birkaç yıl öncesine kadar üniversitelere kendisi danışan TÜİK gitmiş, yerine yasa gücü kullanılarak kendisine danışılan bürokratik bir yapı oluşturulmuştur.
Şimdi bundan gurur mu duymalıyız? Böyle bir sorumluluğu yerine getirebilecek akademik yetkinliğe TÜİK nasıl erişti merak ediyorum.
Akademik yetkinliği sınırlı veya hiç olmayan insanlar sırf yasayla akademik çalışmalar hakkında söz mü söyleyecekler?
Kanımca böyle bir şey olmaz; olmamalı. Yapılmaya çalışılan bu işin mantığına aykırı. Benden söylemesi.
Siyasi çoğunluk bilimsel konularda kimseye üstünlük sağlamaz. Herkes kendini bilmeli. TÜİK bu şekilde güven ve itibar kazanmak istiyorsa, tercih edilmesi gereken yol bu değil.
Eğer böyle bir yasa çıkarsa, uygulanabilir olmayacaktır. Uygulansa da birçok istenmeyen durumla karşılaşma olasılığı yüksek olacak. Benim tavsiyem yol yakınken bu yoldan dönülmelidir. Böyle bir yasa çıktığında, alternatif hesaplamaların açıkladıkları enflasyon rakamları nedensiz bir şekilde muhatap alınmış olacaktır. Böylece TÜİK hesaplamalarında sorun olduğu üstü kapalı olarak kabul edilmiş ve savunmaya geçilmiş gibi algının oluşmasına izin verilecektir. Oysa yapılması gereken, bu farklılıklarının nedenlerini bilimsel olarak ortaya çıkarıp, bu nedenlerin kamuoyunda görünür olmasına çalışmaktır. Yoksa bu farklılıkları hâkim ve savcıların ortaya çıkarmasını beklemek doğru olmaz. Dahası arzulanan sonuçları vermez.
Enflasyondan
gerçekten rahatsız olanlar, onunla düzgün yollarla mücadele etmelidir. Rakamları saklayarak ve böyle baskıcı yöntemlerle değil.