Ukrayna’nın işgali Türkiye’de solun içindeki totalitarizm özlemini açığa çıkardı. Oysa işgal, Rusya’nın tarihten bu yana gelen emperyal geleneğinin, despotik bir lider etrafında icrasından başka bir anlam taşımıyor. Putin’in Ukrayna’yı işgali Türkiye’de solun içindeki otoriter baba figürünü ve totalitarizm özlemini de açığa çıkardı. Marksist sol ve Kemalist sol hatta toplanan bu cephe, Putin’in gerek Çarlık dönemi gerek Sovyet döneminin yayılmacılığını temsil eden despotik iradesinin arkasında hizalandı. Bu durum bu cephenin Amerikan emperyalizmi karşıtı tez etrafında gerçeklikten kopuşunu da adeta resmediyor. Zira işgalin ne milli bir sola meşruiyet alanı açacak jeo-stratejisi ne de enternasyonel bir sola Marksist devrimi hatırlatabilecek bir emaresi var. İşgal, Rusya’nın tarihten bu yana gelen emperyal geleneğinin, despotik bir lider etrafında icrasından ve kendi totaliter rejiminin güçlendirilmesinden başka bir anlam taşımıyor. Öyleyse bu insanları Putin’in arkasında hizalayan ve bir araya toplayan başka bir şey var. Bu durum bilinçdışı davranışlarında bu zihniyeti neyin şekillendirdiğini aramak gerektiğini de ortaya koyuyor. Türkiye’de solun bilinçdışı psikolojik olarak iki alanda yaralıdır. Birincisi antropolojik kültürde ve gelenekteki otoriter baba figürüyle; ikincisi siyasal alandaki devlet ve onu temsil eden askeri ihtilallerdeki baba figürüyle malul yaradır. Türk solunun seksen öncesi ateşli devrimci halleri, sadece politik bir ideal düzen arayışını ve Marksist ütopyayı temsil etmez aynı zamanda bu isyanın zihniyetini de ele verir ki bu; muhafazakâr düzeni temsil eden otoriter baba figürüyle ve politik devlet düzeniyle de ateşli bir hesaplaşmaya dayanır. Bu hesaplaşma adeta ergen psikolojisinde hemen herkesin yaşadığı gibi, otoriter baba figürünü gerek ferdi hayatta gerek politik hayatta alaşağı ederek kendi hegemonyasını inşa etme çabasıdır. Bu çabanın politik bir düzen arayışına ve kendi politik hegemonyamızda kuracağımız umutlu yarınlara tahvil edilmesinin sembolüdür. Ne yazık ki bu kazanılabilecek bir savaş değildir, otoriter düzeni temsil eden baba figürü gerek evrimsel açıdan yeni nesillerin huzur ve güvenle geleceğe yürümesi adına bir emniyet bariyeri gerekse kendi babalığımızda hegemonyamızın ailede huzur ve güveni sağlamak adına üzerine kurulacağı meşru bir yöntem ve zemindir. Bu hesaplaşma sürecinin yegâne faydası bu travmanın sağlıklı biçimde atlatılması ile ortaya çıkar. Bu süreçte çocuk yetişkin olmaya dair iradesini ortaya koyar ve belirli bir hegemonya sahası elde eder ancak sürecin sonunda baba figürüne empati yaparak onunla da uzlaşır. Meselenin düğüm noktası medeni hayatı medeni bir şekilde kurabilecek, hür bir iradenin ve müteşebbis bir bireyin ortaya çıkmasıdır. Elverir ki bu fayda sağlanabilsin, eğer sağlanamazsa travma hem ferdin hem hür iradenin hem de medeni hayatın dinamitleyicisi olarak nesilden nesle aktarılma riski taşır. Türk solunda bu süreç yazının başında belirttiğimiz gibi iki yerde ağır yara almıştır ve umulan fayda hâsıl olamamıştır. Birincisi baba figürüyle hesaplaşma kendi münferit düzleminden çıkmış, büyük bir politik düzene ve anayasal devrime, hatta öyle ki özgür ve eşit birütopyaya yani insanlığın kurtuluşuna bağlanmıştır. İkincisi bu ütopya gerek antropolojik kültürdeki otoriter ve ataerkil baba figürüyle gerekse askeri ihtilallerle temsil edilen devlet baba figürüyle sağlıklı bir hesaplaşma yaratamamış; süreç tek taraflı biçimde ataerkil baba ve devlet baba figürlerinin güçlenmesiyle sonuçlanmıştır.
Türk solu ergen kalmış ve medeni hayatı kuracak hür bireyi yaratamamıştır.
Türk solu böylece hep ergen kalmış ve medeni hayatı kuracak hür bireyi yaratamamıştır. Gerek ferdi düzlemde hayaller yıkılmış gerekse politik ütopyalar kolektif anlamda çökmüş; mamafih ferdi düzeyde de politik düzeyde de süreç empati ve uzlaşmaya imkân tanımayacak şekilde aşılamaz bir bariyere takılmıştır. Bu durum medeni hayatı ve medeni değerleri hür bir iradeyle savunabilecek ne sağlıklı bir birey ne de sağlıklı bir politik düzen kurma zemini bırakmıştır. Travmalar yaraya dönüşmüş, her fırsatta gerek münferit hayatta gerekse politik hayatta uzlaşılamamış baba figürünü katbekat büyütmüştür. Böylesi durumlarda travma, aşılamaz baba figürüne istemsiz özdeşim kurularak bilinçdışında ondan başka bir alternatife inanmayan, ancak onun gibi olarak aşılmaya çalışılan sağlıksız bir döngüye hapsolur. Türk solu da bu süreçte bu kısır döngüye hapsolmuştur. Bu cephe gerek Avrasyacı jeo stratejilerin arkasına sığınılan milli Kemalist sol ile gerekse Marksist devrimi arayan enternasyonel sol ile Putin’de aşılamaz ataerkil baba ve devlet baba figürünü arıyor. Kendi ataerkil kültüründeki babasına ve politik hayattaki devlet babasına karşı duyduğu kaybedilmiş savaşı ve bilinçdışı öfkeyi, Türkiye’yi tehdit ettiği ve Türk devlet geleneğine karşı intikamcı tavrı bilinen ve hatta tam da bu yüzden aranan ideal bir tipolojinin mimarı, dışsal bir ataerkil ve devlet baba figürünün temsilcisi Putin ile özdeşim yaparak travmayı atlatmaya çalışıyor. Türk solundaki bu damar, bu süreçteki tavrıyla aslında travmasını hem Putin ile özdeşim yapmak suretiyle kendi bağlamında aşamadığı ataerkil ve otoriter babaya dönüşerek hem de Putin üzerinden politik hayattaki Türk devlet baba figüründen intikamını alarak onarmaya çalışıyor. Bu süreç aslında acınası ve hazan dolu bir süreç zira Türk solunun Putin arkasına hizalanmış aktörleri otorite ile tebaa, baba ile çocuk, totaliterlik ile demokrasi arasında bir türlü medeni hayatı savunan ve hür iradeli yetişkin bireyin tercihlerini hiçbir zaman ortaya koyamayacak. Bunun kaybedeni ise bu hat üzerinde temsil edilen sosyalist sol ve Avrasyacı sol değerler ile Türkiye demokrasisi ve medeni hayatı olmaya devam edecek…