Picasso’nun mavi ve pembe dönemleri, Montmartre’da başından geçenlerin, hislerinin, düşlerinin, düş kırıklıklarının bir güncesidir. Yirminci yüzyıl başında özgürlüğün, insan haklarının ve hoşgörünün diyarı Paris, kendi ülkelerinde değer görmeyen yaratıcı zihinlerin ütopyasıydı. Fransa’nın nitelikli göçmenlere kol kanat germe siyasetinin de etkisiyle, dünyanın dört bir yanından yetenekli insanlar, teknolojinin ve sanatın avangart üssü Paris’e çekiliyordu. Sanatın başkentinde resim, geçmişine yabancılaşmış ancak henüz geleceğini inşa edememişti. Diğerlerine egemenlik kurabilen bir akım yoktu, sayısız yeni görüş, uzlaşıdan uzak bir şekilde saçılmıştı. Hemfikir olunan tek şey, empresyonizmin baskınlığını yitirdiğiydi. En yetenekli avangart ressamlar, Seine nehrinin iki yanındaki iki tepede bulunan Montparnasse ile Montmartre semtlerini mesken tutmuşlardı. Restoranlarındaki gümüş çatal bıçakların ışıldayan porselen tabaklarda tuttuğu ritme eşlik eden ve neşeli sohbetlerin yayıldığı Montparnasse’ın ışıklandırılmış bulvarlarında gece gündüz onlarca otomobil yol alırken, Montmartre’ın bakımsız kaldırımlarında ancak birkaç ayak sesi ve bir iki sarhoşun naraları duyulurdu. On dokuz yaşındaki meteliksiz Picasso, 1900 yılında Paris’teki Evrensel Sergisi’nin İspanya pavyonuna bir resminin seçilmesi sonucu dönemin taşrası İspanya’dan dünyanın en kozmopolit ortamına geldiğinde, bu iki sanat semtinden zorunlu olarak Montmartre’ı seçti. Picasso’nun mavi ve pembe dönemleri, Montmartre’da başından geçenlerin, hislerinin, düşlerinin, düş kırıklıklarının bir güncesidir. MONTMARTREDA İLK YILLAR Picasso’nun mavi dönemi Paris’e adım atar atmaz başlamaz. İlk resimlerinde renk orkestrasyonu ile ışık gölge oyunlarının dışına çıkmak için çabalayan, rengi temsil değerleriyle kullanmayı reddeden ve zaman zaman vahşi ve çiğ tonlara uzanan Picasso, Alman Ekspresyonizmine yakın gibidir. Degas ve Toulouse-Lautrec esintileri taşıyan bu yapıtları beğenilir, alıcı bulur. Picasso galerici Manach’la sözleşme imzalar. Resimleri 1901’de Vollard’ın galerisinde sergilenir ve eleştirmen Felicien Fagus sergi için, La RevueBlanche dergisinde “Picasso mutlak ve iyi bir ressamdır. İzleyenler Picasso’da Delacroix, Manet, Monet, Van Gogh, Pissaro, Toulouse-Lautrec, Degas gibi ataları dışında da birçok etki görebilmektedir” diye yazar. (Breunig, 1958, s. 188) Picasso, Paris resim piyasasında kendisine bir yer açmaktadır fakat resim sanatındaki mutlak özgünlüğü henüz askıdadır. MAVİ DÖNEM Picasso’nun resmi, ancak Paris’e birlikte geldiği dostu ve oda arkadaşı Casagemas’ın karşılıksız bir aşk yüzünden intihar etmesiyle özgünleşme yoluna girer. En yakın dostunun trajik kaybı, Paris’teki aşırı yoksulluk ve yoksunluk, dilini bilmediği bir ülkede yaşadığı dışlanmışlık gibi öğeler, Picasso’nun resmini, ressamın geliştirdiği yeni plastik biçemle birleştirerek bütünüyle kendisinin yapar. Bu dönem sanat tarihinde mavi dönem olarak anılacaktır. Picasso’nun mavi dönem resimleri, Paris’teki ilk yıllarının aksine anlık gözlemlerle ve hızlı boyamalarla değil, titizlikle inşa edilmişlerdir. Bu yapıtlar için Picasso pek çok planlar yapar, eskizler ve çeşitlemeler çizer, boyamalarını uzun saatlere yayar ve sonucundan memnun kalmadığı resimleri yok eder. Artık müşterilerini ya da sanat simsarlarını dinlemeyi bırakmıştır, tatmin edeceği tek kişi kendisidir.
Ayrıntıların azaltıldığı, çizgilerin yalın formlarla kabul edildiği mavi dönem resimleri dışlanmışlığı betimlerlerken, duyguları da dışlayan bir atmosfer yaratmak ve izleyiciye bir yabancılaşma hissettirirler.
Picasso’nun mavi resimleri, tarihsel olarak 1901 ile 1904 arasına, renk olarak mavinin titrek ışıkta ortaya çıkan tonlarına, tema olarak yoksunluk ve dışlanmışlığa, ruh hali olarak hüzün, keder ve çaresizliğe, kompozisyon olarak kişinin/kişilerin ön plana çıkarılıp ortamın geriye atıldığı bir yaklaşıma ve benzer çizgilere sıkıştırıldığı için, belirgin ortak özellikler taşıyan bir seridir. Dönemin akımlarına bütünüyle ters düşen ve bu nedenle de kendi çağında anlaşılamayan, reddedilen, kendilerine müşteri bulamayan bu yapıtlar, Picasso’nun geliştirdiği ilk özgün biçemdedir. Ayrıntıların olabildiğince azaltıldığı, çizgilerin yalın formlarla kabul edildiği mavi dönem resimleri dışlanmışlığı betimlerlerken, duyguları da dışlayan bir atmosfer yaratmak ve izleyiciye bir yabancılaşma hissettirmek üzere düzenlenmişlerdir. Çizgilerinde, natüralizmle girdiği mücadelenin ilk nüveleri vardır. Picasso’nun mavi dönemi, minimize edilmiş bir rölyef ve hacimle; derinliği, kurulu perspektifi olmayan bir alanla; dağınık bir ışıkla ve mavinin tonlarıyla sınırlandırılmış bir renk paletiyle tuvale sızar. Bu resimlerin plastik dilinde en öne çıkan özellik, dönemin kendisine de adını veren renktir. Picasso, maviyi, yaşadığı kayıpların, dışlanmışlığın, yoksulluğun, yoksunluğun ve yabancılaşmanın onu yaşamın dışına atarak bir arafta dondurmasını ve hissizleştirmesini en iyi temsil edecek renk olarak düşünmüş gibidir. Dönemin başlangıcında, sıcak renklere kısmen eklenen dondurucu mavi, çok geçmeden resimlerin bütününü etkisine alarak, monokrom bir seri üretir. Bu seçim, yaşamın renkliliğini ıskalayarak, ıssız bir mavide donan bir ruhun plastik tercihidir. Mavinin tekelinde, varoluşun göze göründüğü halini temsil etmeyi reddedişi vardır. Klasik resim kadar, empresyonizme de bir başkaldırı söz konusudur.
Bu resimlerin plastik dilinde öne çıkan özellik, döneme adını veren renktir. Picasso maviyi, yaşadığı yoksulluğun ve yabancılaşmanın onu yaşamın dışına atarak hissizleştirmesini en iyi temsil edecek renk olarak düşünmüş gibidir.
Monokrom yapılarına karşın, Picasso’nun mavi resimleri kesinlikle tekdüze değildir. Bu mavi bazen soğuk bir turkuazın titrek ışığına sahipken, bir parça morun desteğiyle ısınarak parlayabilmekte, siyaha yakın koyuluktaki maviler, sarımsı nüanslar içeren açık mavilerle kontrastlara zorlanabilmektedir. Beyaza yaklaşan tonlarla gerektiğinde hüzünlü de olsa, ışıltılara kavuşabilme olanaklarıyla donatılmıştır. Tek rengin zenginleştirilmesi, Picasso’da sıcaklığı dışlasa da, geriye kalan tüm imkânları kendisinde saklı tutmayı başarır. Mavi dönemin öne çıkan özelliği, odağına insanı yerleştirmesidir. Ölü doğa, manzara, kent görünümleri gibi resmin klasik konuları bu dönemden tümüyle sürülürler. Ayakta duran, oturan, çömelen, uzanan, poz veren ya da ölmüş insanları resmederken Picasso, betimlediği insandan ya da insan grubundan rol çalabilecek her türlü maddi ayrıntıyı da resminden kovar. Eşyalara yer verilmez. Bütünüyle flu bir mekân düzenlemesinde, tüm netlik insandadır. Bu insanların bakışları izleyicilere nadiren yönelir. Gözler çoğunlukla kapalıdır. Açık olduklarında ise, dış dünyayı göz(et)lemek yerine, çaresizce içe bakarlar. Mavi dönemin insanları kendi dışlarına karşı kördür. Bu körlüğü Picasso, zaman zaman gerçek anlamda kör insanları da resmederek daha da vurgular. Kötü giyimli, perişan ve çaresiz bu kişilerde, insani gereksinimlerin neredeyse hiçbirisi karşılanmamıştır. Ya anonim bir duvarın önünde, ya sefil bir lokantada, ya açık havada, ya ölüm yatağında, ya da tabuttadırlar. Tümü sağlıksız derecede zayıftır ve bu zayıflık açlığın sonucudur. Lokantalar, resimlerdeki insanlar için hoş vakit geçirilen ya da dışarıda bir şeyler içerek moral bulunan yerler değildir. Ne yakacak kömürleri, ne de kendilerini koruyacak kıyafetleri olan çaresizlerin berbat kış soğuğunda, donmamak için kendilerini zor attıkları kamusal mekânlardır. Önlerinde bir kap dahi yemek yoktur. Bunu karşılayamazlar. Sipariş edebildikleri tek şey apsenttir. Ve iki kişi bile olsalar, önlerinde yalnızca bir bardak vardır. Paraları ancak bu kadarına yeter. Tek bir bardak apsentle, lokantada kalabilecekleri kadar uzun kalmaya çalışırlar.
Mavi dönem resimleri, günümüzde Picasso’nun en pahalı yapıtları arasında olmakla birlikte, boyandıkları dönemde neredeyse hiç müşteri bulamadılar.
Gülen, gülümseyen, kendi halinden memnun görünen ya da kendisine güvenen tek bir kişi bile yoktur bu resimlerde. Tamamı mutsuz, tedirgin, çaresiz, yılgın kaybedenlerdir. Hiçbirisinin bir hayali ya da umudu kalmamıştır. Yaşam onlar için sonu ancak ölümle gelebilecek bir aşağılanma, ezilme ve dışlanmadır. Zengin Paris’in yoksul Montmartre’a sürdüğü çaresiz yoksullardır bunlar. Avurtları çökmüş, yaşamaktan yorgun, hayatla başa çıkamayan, dünyanın tüm sıcaklığından uzaktaki üşüyen mavi bedenlerden, sanki ruhları da çekilmiş, geriye arı bir enkaz kalmıştır. Anne ve çocuk tasvirleri dışındaki mavi dönem resimlerinde, mavinin hüznünde ve soğukluğunda sevgi de tuvalden uzaklaşır. Çiftler, genellikle üşürler ve yaşamın darbelerinden kaçmaya çalışırcasına birbirlerine sokulurlar. Bu sokulmalar aşk ya da sevgiyi çağrıştıran yaklaşımlardan uzak, toplumun çeperlerinden dışarı attığı insanların hayatta kalabilmek için umutsuz ve çaresizce birbirlerine sarılmalarına yakındır. Hareketsiz ve dalgın figürlerin kederli ve kasvetli ortama rahatsız edici itaatkârlıkları zaman ve mekândan kopuk bir varoluş sunar. Bu mavi dünya, rengarenk burjuva dünyasından ölesiye kopuktur. Renkli dünyada kendilerine hizmet edecek bir rol bile verilmemiştir. Mavi, renklerin dünyasından sanki tümüyle dışlanmıştır. Tema, yaşamdan soğumuş tutunamayanlardır. Küçük insanların melankolik yoksunluklar evrenidir. Mavi dönem resimleri, günümüzde Picasso’nun en pahalı yapıtları arasında olmakla birlikte, boyandıkları dönemde neredeyse hiç müşteri bulamadılar. Picasso’nun mavi dönemde ısrar etmesi üzerine, ona resimleri karşılığında düzenli bir aylık ödeyen simsar sözleşmeyi iptal etti. Karamsar ve rahatsız edici bulunan resimlerini artık hiçbir galeriye veremeyen Picasso, bundan böyle eskicilerde, kaldırımlarının önünde kırık masalar, yırtılmış koltuklar, tekerlekleri olmayan bisikletler arasında satılır oldu. Fakat Picasso geri adım atmadı. Artık taklit yoktu, özgün Picassolar vardı. “BATEAU-LAVOİR Picasso’nun Paris’le ilişkisi 1904’e değin istikrara kavuşmaz. Yaşadığı maddi sıkıntılar, istediği başarıyı elde edememe, aşk yaşamındaki uçarılık, Fransızcasının yetersizliği gibi nedenler, ona Paris ile İspanya arasında kararsızlıklar yaşatır. 1900 ile 1904 arasında iki ülke arasında üç kez yer değiştirir. Ancak Picasso’nun Paris’e dördüncü gelişi, onu kısa süreli bir sığınmacıdan, yerleşik bir Parisyen’e dönüştürür. Sanatçı bir arkadaşının Montmartre’da boşalttığı bir atölyeye geçer. Oldukça sefil durumdaki atölye binasına Seine nehrinde çamaşır yıkayan kadınların kayıklarına benzerliği yüzünden “Bateau-Lavoir” (Çamaşır Teknesi) denmektedir. Bateau-Lavoir’de Picasso’nun yanı sıra Braque, Gris, Modigliani ve Max Jacob gibi farklı etnik kökenlerden gelen pek çok yoksul sanatçı vardır. Picasso, bu dönemde Fernande Olivier’le sevgili olup, birlikte yaşamaya başlar. Böylece, Bateau-Lavoir’deki sanatçı dostları ve Fernande ile birlikte yepyeni bir sosyal yaşama açılır. Adına “Picasso Çetesi” denilen grup, Montmartre’daki bir bar olan Lapin Agile’ye sıkça uğramakta, haftada birkaç kez de aynı bölgedeki Medrano Sirki’nin temsillerine katılmaktadır. Bu derin sosyal değişim, Picasso’nun resmine doğrudan yansır. Mavi dönem, pembe döneme evrilir. PEMBE DÖNEM Picasso’nun sanatında 1904’ten itibaren biçim ve konu açısından çeşitli yenilikler görülür. Düzenlemelerinde daha estetikçi bir tutum ortaya çıkar. Paleti monokrom maviden gri, pembe ve yumuşak kahverengi renklerine açılır. Resminin odağındaki çaresizlik ve umutsuzluktan bitap düşmüş yoksullar, soytarılarla, akrobatlarla, hokkabazlarla yer değiştirir. Bu yenilikler, sanat tarihçileri tarafından, yeni bir dönem şeklinde sınıflandırılmıştır: pembe dönem.
1904’ten itibaren Picasso’nun paleti monokrom maviden gri, pembe ve yumuşak kahverengi renklerine açılır. Resminin odağındaki yoksullar, soytarılarla, akrobatlarla, hokkabazlarla yer değiştirir. Bu pembe dönemdir.
Picasso’nun mavi ile pembe dönemi arasındaki geçiş sert değildir. Resimlerin odağında yine insan vardır ve insanlar hala mutsuzdur, kimsenin dudakları aralanmaz, hiç kimse gülümsemez. Ancak mavi dönemdeki iç burkan, yabancılaştıran mutsuzluk bir nebze kırılmıştır. Yaşam karşısında bütünüyle yenilmiş ve pes etmiş trajik karakterler, yaşam mücadelelerini isteksizce de olsa sürdüren kişilere dönüşmüşlerdir. Yeni karakterler, komedi sanatının en çelişkili ve rahatsız edici maskelerinden olan soytarı önderliğindeki sirk çalışanlarıdır. Bunlar da topluma tam olarak entegre ol(a)mamış, gündelik yaşamdan dışlanmış, göçebe kimselerdir. Ancak bir işleri vardır, gelir elde ederler ve kalabalık bir sirkin parçası olarak bütünüyle yalıtılmış kimseler olmaktan kurtulurlar. Soytarılar, akrobatlar ve hokkabazlar tüm kırılganlık ve savunmasızlıklarına karşın şefkatli davranışları ve dokunuşlarıyla birbirleriyle yakınlaşırlar, birbirlerini korurlar. Resmedilenler arasındaki ilişkiler daha rahat ve yumuşaktır artık: yoksulluğun da güzel bir yanı var. Picasso, sirk çalışanlarını, kostümleri içerisinde betimlemesine karşın, onları gösterileri sırasında değil, sirk ortamından ve izleyicilerden uzak mekanlarda resmeder. Sahnedeki ışıltılı halleri yerine, sahne arkasındaki günlük yaşamlarına, dinlenme molalarında düşüncelere dalmış mutsuz anlarına odaklanır. Böylece eğlence dünyasının insanlarından bir melankoli sızmasını sağlar ancak bu hüzün, artık mavi dönemin bitmez tükenmez umutsuzluğundan kurtulur. Henüz sevinç ve toplumla kucaklaşma yoktur ama yaşam vardır.
Picasso onları sirk ortamından uzak mekanlarında resmeder. Sahnedeki ışıltılı halleri yerine, sahne arkasındaki günlük yaşamlarına, dinlenme molalarında düşüncelere dalmış mutsuz anlarına odaklanır.
Yaşamın içine girişle birlikte bedenler, yüzler, eller güzelleşmeye başlar, renk bu düzelmeyi vurgular şekilde pembeleşir. Yumuşak kırmızı tonların öncülüğündeki sıcak renkler, önce kişilerde, ardından fonlarda soğuk renklere üstün gelirler. Nicedir kendi içine kapanarak tüm ayrıntılardan sıyrılan arka planlar açılırlar, nesnelerden neredeyse tümüyle soyutlanmış resmin içine sepetler, çuvallar, davullar, testiler gibi eşyalar girer. Ölesiye umutsuzluğun soğukluğundan ve renksizliğinden, kabul edilebilir mutsuzluğun sıcak ve renkli betimlemelerine geçiş, Picasso’nun resmine olan talebi hızla yukarı çeker. Pembe dönem resimlerinin ilk sergisi 1905’te, Haussmann Bulvarı’ndaki Galerie Serruier’de yapılır. Geriye kalan resimlerinin büyük bir kısmını da Vollard’ın satın almasıyla, Picasso mali güçlüklerden kurtulur. Parisli sanat eleştirmenleri artık 1906’ya gelindiğinde, Picasso’dan haberdardırlar. O yılın yazını geçirmek için Picasso, Fernande ile birlikte Pirene’deki Gosol adlı küçük bir köye gider ve burada tarzını bir kez daha değiştirerek, pembe dönemini sonlandırır. Artık kendisine yeni meydan okuyuşlara girişecektir. Not: Picasso resimlerinin makalemde yayınlanmak üzere yüksek çözünürlüklü fotoğraflarını benimle paylaşan Online Picasso Project kurucusu ve editörü Prof. Dr. Enrique Mallen’e teşekkür ederim.