2021’de Türkiye, biraz da koşulların dayatmasıyla sıfır sorun politikasına geri dönüşü ima eden adımlar attı. Ancak bu tablo, Ankara’nın daha barışçıl, daha vizyoner bir dış politikaya yöneldiği yanılsamasını yaratmamalı. Dünyanın her geçen yıl her açıdan daha tehlikeli bir hal aldığını düşündürten - başta pandemi ve otoriterleşme eğilimlerinin giderek artması olmak üzere - birçok şey yaşıyoruz. 2000’li yılların başlarında 11 Eylül olayları ile Irak ve Afganistan işgali aslında 21. yüzyılın çatışmalarla geçeceğine dair bize çok şeyi haber veriyordu. Ancak yaşananlara ilişkin sarsıntının bir akıl tutulmasına yol açtığından mıdır nedir, o yıllarda konuyu tam olarak anlamamıştık. Yine de göstergelerin dünyanın daha iyi değil daha kötü bir yer olacağı noktasında sanki bir ortak his var gibiydi. Arap isyanlarının patlak vermesiyle birlikte 2010’lu yıllara gelindiğinde bu yıllar en azından ülkeyi yönetenler için parlak ve umut vadeder görünüyordu. Türkiye’deki siyasi elitler, Arap dünyasındaki karışıklık ve ayaklanmaların ne kadar yıkıcı etkiye sahip olduğunu göremediği gibi, safça Türkiye’nin Arap dünyasına önderlik edebileceğine inanıyorlardı. Biraz ağır olacak ama “cahil cesur olur” sözünün tam da bu süreçte daha iyi anlaşıldığı kanaatindeyim. Arap dünyasındaki ne toplumsal yapı ne siyasi süreçler hakkında bilgisi olmayan Türk siyasi elitleri, buradan kendisine büyük paylar verileceğini umarak filin züccaciye dükkânına girer gibi Arap ayaklanmalarına cumburlop atladı. Bırakın bu ayaklanmaların bölgeye ve Türkiye’ye kazanç getirmesini, yaşanan yıkımın bedelinin bir kısmını da Türkiye’ye ödettiler. Halen de bu bedeli birçok açıdan ödüyoruz, yaşadığımız ekonomik krizin bu bedelle ilgili olduğunu söylemek için ise büyük laflar eden bir stratejist ya da uzman olmaya gerek yok, herkesin malumu. Bunca ayaklanma ve yıkımın sadece bölgeyle sınırlı kalması ve sonuçlarının Arap dünyasının dışına çıkmayacağını düşünmek için bayağı bir saf olmak gerekiyordu. Ancak bunu göremeyen sadece Ankara olmadı, Avrupalılar da bu artçı sarsıntıların yarattığı tsunami ve göç dalgasının kendi sınırlarına dayanacağını kestiremedi ya da kestirdi bu bedeli göze aldılar. Zira Avrupa ekonomileri, bu göç dalgalarını göğüsleyebilecek ekonomik imkâna sahipti ne de olsa. Arap Baharı görmek istersek bize çok şey öğretebilir aslında. Her başkaldırı ve ayaklanmanın mutlaka demokratik bir yönetimle mutlu sona ermeyeceğini, diktatör yönetimlerin yıkılmasının göründüğü kadar kolay olmadığını, diktatörlerin en az muhalifler kadar toplumsal hareketleri incelediğini, muhalefet içerisinde bölünme eğilimlerini kullanarak nasıl süreci manipüle ettiğini öğrenebiliriz mesela. Aslında Arap isyanlarının Türkiye’ye öğretmesi gereken en önemli şey, kendisinde sahip olduğundan fazla güç vehmedenlerin kayaya toslamaktan kaçamayacağıydı. Sürekli savaşa yatırım yapan, sahip olduğu zenginlikten halkına yeterince kaynak ayırmayan ülkelerin kaçınılmaz sonla yüzleşeceğiydi. İLKELİ YALNIZLIKTAN AŞIRI ESNEK DİPLOMASİYE… 2021’de Türkiye, biraz da koşulların dayatmasıyla diplomasiyi daha ön plana alan, sıfır sorun politikasına geri dönüşü ima eden birtakım adımlar attı. Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleriyle bir taraftan ilişkilerini belirli bir rayına oturtmaya çalışırken diğer taraftan Mısır’la müzakereler yürüttü, İsrail’le ilişkilerini normalleştirmeye çalıştı. Ankara, Atina ile 5 yıl aradan sonra istikşafi görüşmeler için yeniden masaya otururken Libya'da daha yapıcı bir tutum takınmaya çalıştı. Ancak bu tablo Ankara’nın daha barışçıl, daha vizyoner bir dış politikaya yöneldiği gibi bir izlenim ya da yanılsama yaratmamalı. Zira dikkat edilirse bunların bir kısmında sürecin Türkiye’nin dışında geliştiğini görüyoruz, örneğin Libya buna en önemli örnektir. Bir kısmında ise içinde bulunduğu ekonomik kriz, ülkeye getirilmesi iktidarın selameti açısından önem arz edebilecek bazı tanınmış isimlerin iadesi, çekişmenin karşı tarafının da bölgesel gelişmelere ayak uydurma arzusu vs. gibi bir takım koşulların Türkiye’nin meseleleri diplomatik yöntemlerle çözme eğilimini güçlendiriyor görünmekte, Körfez ülkeleriyle olan durum da buna uyuyor. Peki, Türkiye’nin ABD’de Biden başkan olur olmaz Doğu Akdeniz’de meydan okumayı bir kenara bırakıp koşa koşa Yunanistan’la istikşafi görüşmeleri başlatmasına ne demeli? Ankara, bu zikzakları kitlelere diplomatik esneklik diye yuttursa da Türkiye’nin imajına ciddi zarar verdiğini ve güvenilmez bir müttefik/komşu/uluslararası aktör olarak görülmesine yol açtığını söylemeliyiz. İlkeli yalnızlıktan aşırı esnek diplomasiye Ankara’nın maceraları diye bir kitap yazılsa iyi satar diye düşünüyorum, bu tüyoyu da kimse kimseye vermez bu devirde, söyleyeyim şimdiden. Neyse. Bu arada Türkiye’nin hep git-geller içerisinde olması, hep en büyük ve en yükseğini hedeflerken kendini birdenbire en dipte görmesi yok mu, insan buna bitiyor işte. Ne diyordu Erdoğan 2023 yılı için ekonomide? GSYMH hedefi 2 trilyon dolar, kişi başına düşen milli gelir 25 bin dolar, ihracat 226.6 milyar dolar, işsizlik hedefi ise %5 olacaktı. Peki şu an ne durumdayız? Bizim bir şey dememize gerek yok, iktidar zaten bütün 2023 hedeflerini geri çekmiş durumda. Yani bu hedefleri kendisi de gerçekleştirebileceğine inanmamış olacak ki her yıl planlarını revize ediyor. Prof. DR Aziz Konukman’a kulak verelim: “10. Kalkınma Planı’nda GSYH 2023 hedefi 2 trilyon dolardı. 11. Kalkınma Planı’nda ise 2023 hedefi 1.1 trilyon dolar. Yani 2023 hedefinde yarı yarıya bir düşüş mevcut. Aynı şekilde kişi başına milli gelir hedefi 25 bin dolardı ancak 11. Kalkınma Planı’nda 12 bin 484 dolara düşürüldü. Son OVP ile de 2023’te kişi başına milli gelir hedefi 10 bin 703 dolara kadar indirildi. Konukman bununla birlikte 10. Kalkınma Planı’nın 500 milyar dolar hedeflenen ihracatın da 11. Kalkınma Planı’nda 226.6 milyar dolar göründüğünü ve onun da yine son OVP’de 242 milyar dolara düşürüldüğüne dikkat çekiyor. Yani burada da yarı yarıya bir düşüş söz konusu” "Benzer durum 10. Kalkınma Planı’ndaki 2023 işsizlik hedefi için de geçerli. Yüzde 5 olan bu hedef. 11. Kalkınma Planı’nda önce yüzde 9.9’a son OVP’de de yüzde 11.4’e çıkarıldı. Enflasyona baktığımızda 10. Kalkınma Planı'nda 'tek hane' denildi. OVP'de yüzde 8’e yükseltildi." Anlayacağınız durumlar iç açıcı değil, geliyor gelmekte olan. Ancak bu kez fark, kuyruğu ezdirmemeye çalışan ve bunu yaparken de bir yalan makinesi gibi seri yalanlar üreten ve post-truth mantığını içselleştirmiş bir iktidarla karşı karşıya olmamız. Bırakın trolleri, ülkeyi yönetenlere bir ekonomik kiriz olduğunu bile kabul ettiremiyoruz, artık gerisini varın siz düşünün. Ülkede her alanda büyük bir kriz yaşandığını hatta daha da ötesi ülkeyi sürekli kriz üreterek yönetme istidadında olan bir iktidarla karşı karşıya olduğumuzu herkes anlayabilir de iş, bununla yüzleşecek ve baş edecek bir strateji geliştirmekte. Bakalım muhalefet 2022’de bunu yapabilecek mi?