Kemalistlerin kalkınma projelerinin de önceliği olan köylülerin yerini alan bugünün asgari ücretlileri üzerine düşünmeyen ve sınıf kavramını salt proletaryaya indirgeyen arkaik ve sekter tahayyüller, bu ülkeye ne demokrasi ne de sosyal adalet taşıyabilirler. Geçen haftaki yazımda sağ-Kemalistlerden söz etmiştim. Bu haftaysa sol-Kemalistleri anlatarak beş haftalık tartışmamın üçüncü kısmını ele alacağım. Aslında CHP içinde sola doğru açılma çabaları tek parti döneminde Kadro Hareketi gibi oluşumlarla olmuş olsa dahi bu açılımın asıl somutlaştığı dönem çok partili hayata geçişle beraber olmuştur. Geçen haftaki yazımda da belirttiğim üzere sol-Kemalizm tartışmaları, İkinci Dünya Savaşı ve hemen savaş sonrası dönemde çeşitli vesilelerle Batı’da bulunan Bülent Ecevit, Osman Okyar, Muammer Aksoy ve Doğan Avcıoğlu gibi isimlerle Batı literatürünü takip edebilecek yabancı dil kabiliyetine sahip Bahri Savcı ve Mümtaz Soysal gibi isimlerin aklında beliren, aslında Tanzimat’tan beri Osmanlı-Türk aydınlarının sorduğu bir soru etrafında şekillenmiştir: “Batı neden ileri?” ya da “Biz neden geriyiz?” Ancak Tanzimat’tan bu yana bu soruyu soran aydınların pozitivizmden mülhem sanayileşme, onun getireceği iş bölümü, hukuk reformları ve bunun sonucunda gücün beşerileşmesi gibi yollarla Batı’yı yakalayabileceklerine olan inancının Cumhuriyet’le beraber düşünülenden de radikal biçimde gerçekleşmesine karşın toplumun genelinin yoksulluğunun giderilememesi ve bu alanda Batı’nın çok uzağında bulunulması dolayısıyla tartışmanın bağlamı değişmiştir. Başka bir ifadeyle, farklı tonlarda da olsa yukarıdaki inançları taşıyan Osmanlı-Türk modernleşmecilerinin hukuk ve eğitim sisteminin düzeltilmesi, Batı’ya entegre edilmesi sonucunda gerçekleşeceklerine inandıkları “çağdaşlaşma”, “medenileşme” ve “topyekûn kalkınma” gibi düşünceler, Kemalist-sol düşünceyi paylaşan aydınlara göre mümkün değildi. Onlara göre, önce eğitim, hukuk ve hürriyet vasıtasıyla toplum kalkındırılıp sonra altyapı devrimlerine yönelmek yerine, bu üstyapı kurumlarını bir kenara bırakarak önce altyapı devrimlerini gerçekleştirmek gerekmekteydi. Alternatif bir ifadeyle onlar, sosyal adaletçi bir kalkınmanın hukuk, eğitim ve hürriyetin sonucunda değil; hukuk, eğitim ve hürriyetin sosyal adaletçi bir kalkınmayla ehlileştirilip “modern”leştirileceğine inanmışlardır. Peki sol-Kemalistler bir yekvücut düşünce dünyasına mı sahiplerdir? Tabi ki hayır. Marksizm ve Kemalizm eleştirisinden süzülen düşünce dünyalarının böyle bir yekvücutluğa izin vermeyeceği aşikar olsa da yöntem farklılıkları açısından sol-Kemalistleri başını Avcıoğlu’nun çektiği Yön ve başını Ecevit’in çektiği ortanın solu hareketleri olmak üzere iki genel kategoriye ayırmak mümkündür. Doğan Avcıoğlu, “Türkiye, yüz elli yıla yakın bir zamandır bir çağdaş uygarlık savaşı” verdiğini ifade ettikten sonra Namık Kemallerin vatanı kurtarmak için çabalarından, İttihat ve Terakki’nin üniformalı-üniformasız bürokratik “zinde güçler”e dayanarak imparatorluğu ayakta tutma gayretinden ve Kemalistlerin tam bağımsızlığı sağlama başarısından söz ettikten sonra tüm bunları “yüz yıllık yanlış bir modernleşme politikası” olarak belirtmiştir. Çünkü ona göre, anayasa gibi, hürriyet gibi üstyapı devrimlerine odaklanan bu inanç, “Alt ve üst yapısıyla feodal olan bir düzen üzerine, buhar makinesi ve lokomotifiyle medeniyeti ithal edip yerleştirmenin mümkün olacağına” (*) inanmak anlamına gelmekteydi. Avcıoğlu’nun bu düşüncesi, Marksizmin üstyapı kurumlarının egemen sınıflara hizmet edeceği düşüncesinin bir uzantısıydı. Ki o, “Toprak reformunu bile gerçekleştirememiş geri sosyal yapılı bir toplumda, klasik parlamenter sistemin tutucu güçlerin egemenliği”ne hizmet etmekten başka bir işlevi olmayacağını ifade ederek 27 Mayısçıların parlamenter demokrasiye hızlı bir biçimde dönmesini ve gereken altyapı devrimlerinin gerçekleştirilmemesini eleştirmiştir. Yön hareketinin özel sektöre mutlak şekilde karşı olmayan, ancak kapitalizmle arasına mesafe koyan, ülkenin iktisadi altyapısını emekçiler lehine bir biçim kazanması gerektiğini savunan düşünce yapısına göre, bu kapsamlı dönüşümü sağlayacak olansa “zinde kuvvetler”dir. Bu zinde güçler, asker-sivil bürokratlar, mülkiyeliler, tabipler gibi aslında Osmanlı modernleşmesinden itibaren modernleşme hareketlerine öncülük eden gruplardı. Avcıoğlu, “ara tabaka” olarak gördüğü bu grupların kendilerine tarihten beri yükledikleri üstyapı devrimlerine odaklanarak modernleşme çabalarının aksine, bu defa altyapı devrimlerine odaklanan bir dönüşüme odaklanarak gerçek dönüşümü gerçekleştirebileceklerini vadediyor ve onlara toplumsal dönüşüm anlamında kamçılayıcı bir rol biçiyordu. Avcıoğlu’nun belki de en Kemalist yanı burasıydı. O, Türkiye’de gelişmiş bir proletarya olmadığını ifade ederken, bunun aksini iddia edenleri de şöyle nüktelemişti, “Proletarya ile en ufak bir bağlantısı olmayan birçok aydınımız, Fuzuli’nin soyut Leyla’sı, Namık Kemal’in soyut ‘hürriyet’i gibi soyut bir ‘proletarya’ sevdasının şampiyonluğunu yapıyor.” Dolayısıyla o, bu ahval içinde ancak ve ancak Kemalizmin de yaptığı gibi “zinde güçler” ile ileriye doğru bir atılım yapılabileceğine inanmış ve tıpkı ilk yazıda Weberyan ve Marksist bakışlara Trimberger’in itirazı gibi, Türkiye gibi azgelişmiş ülkelerde bürokratların zorunlu olarak bir statik ya da geri güç olmadığını, hatta ileri olanı temsil ettiğini ifade etmiştir. Sonuç olarak Avcıoğlu, esastan Ortodoks Marksizme ne kadar yakınsa usulden de Kemalizme de o ölçüde yakındır. ORTANIN SOLU’NU SAVUNANLARIN AVCIOĞLU’NDAN FARKI NEYDİ? Avcıoğlu’nun yukarıdan aşağıya doğru şekillenen bu altyapısal dönüşüm talep eden düşüncelerine itiraz ise sol-Kemalizmin ikinci ayağı olarak kabul edilebilecek, Avcıoğlu’nun parlamenter ve demokratik düzen içinde dönüşüme inanmaları dolayısıyla “cici demokratlar” olarak tanımladığı ortanın solu hareketinden gelmiştir. Bu hareket, Kemalizmin yukarıdan aşağıya toplumu ve kurumları modernize eden devrim metodunun tarihsel bir gereklilik olduğunu ifade etmekle beraber, Türkiye’nin o günlerde geldiği durumda böyle bir devrim yöntemine, halkı edilgen bir noktaya indirgemesinden kaynaklı olarak vatandaşların sorumluluklar ve hakları arasında, hakları için hiç mücadele etmedikleri ve hep haklara tepeden sahip oldukları gerekçesiyle bir kopukluk yarattığı gerekçesiyle karşı çıkmışlardır. Dolayısıyla Avcıoğlu grubunun yukarıdan aşağıya devrim yöntemini benimsemeyen bu gruba göre, özel sektör istisnai olarak kabul edilmeyip, aksine, Türkiye’nin sosyalizme gitmemesi için mülkiyetin tabana yayılmasına ve sosyal eşitliğin sosyal adaletle ikame edilmesine, yani gelirini “halk kesimleri”yle paylaşmaya hazır olan, çağı yakalamış bir “sorumlu sanayici” grubu ortaya çıkacaktır. Onlar, bir yandan özel sektör verimliliğiyle hareket eden bir devlet sektörü, diğer yandan da kendi sınıfsal çıkarları için devlet sorumluluğuyla hareket eden bir özel sektör tasavvur etmişlerdir. Bunun yanında, özel sektör ve devlet sektörünün yanına bir de “halk sektörü”nü ekleyen bu ortanın solu-demokratik sol ekibi, “halk sektörü”nü köylülerin kooperatifler yoluyla örgütlenip üretim ve yatırım yapabilecekleri, bu vasıtayla devletin desteğiyle üretim araçlarına sahip olarak fabrikalar kurabilecekleri ve bir yandan aracı-vurguncu gibi haksız kazanç elde edenleri aradan çıkarırken, diğer yandan da mülkiyetin tabana yayılacağı bir model olarak tanımlamışlardır. Dolayısıyla ortanın solu ekibi de tıpkı Yön hareketi gibi Türkiye’de bir sosyal adaletçi, halk lehine dönüşüm olması gerektiğini ifade ederken, Yöncülerin aksine bu kez bunun aşağıdan yukarıya doğru aşamalı bir şekilde gerçekleşmesinin gerekliliğine yaptıkları vurguyla Yöncülerden ayrışmışlardır. Ayrıca onların böyle bir dönüşümün itici gücü olarak “zinde kuvvetler” yerine, “bozuk düzen”den tüm çekenleri, esnafından sanatkârına, işçisinden çiftçisine kadar olan “halk kesim”leri olarak tabir ettikleri grubu görmeleri de onları yine Yöncülerden ayıran bir diğer yanları olmuştur. Özetle, sol-Kemalistlerden Yöncü kadro, kendi sosyalist argümanlarına Kemalizm üzerinden meşruiyet sağlayarak Kemalist tabandan destek ararken, ortanın solu hareketiyse Kemalizmi modernize etme projesine sol üzerinden meşruiyet arayarak solun etkisi altında kalan kitleleri yeniden CHP’ye kazandırma amacını gütmüştür. CHP kadroları, “Türkiye’yi faşizme de komünizme de götürmeyecek” yegane yol olarak gördükleri toplumsal adaletçi ortanın solu-demokratik sol hareketlerine rağmen sağ-Kemalistlerin “komünistlik” suçlamasından nasiplerini hem sözlü hem de fiziki saldırılarla almışlardır. Yön ve ortanın solu hareketini en çok yakınlaştıran unsur, ikisinin de yerelden evrensele varma kaygısı olmuştur. Doğal olarak, bugünlere yönelik çıkarılması gereken ders de Türkiye gibi nevi şahsına münhasır bir demokratikleşme, modernleşme, dünyevileşme… hikayesi yazan bir ülkede yaşadığımız bu bumerangtan her hastaya uygulanabilir olduğu iddia edilen hazır reçetelerle değil, bizlerin yazacağı sosyal adalete dayanan, en az ortanın solu hareketininki kadar kapsamlı bir demokratikleşme projesiyle çıkabileceğimiz gerçeğidir. Bu yüzden, Babacan’ın son açıklamasıyla yeniden tezahür eden, sağ-Kemalistlerden İslamcı siyasete kadar toplumsal belleğimizde sanki sağ hep evliyadan hallice, sol hep şeytandan türemeymiş şeklindeki algıları yıkarak, geleceğe uygun bir tahayyül yaratmalıyız. Bunun için, tıpkı sol-Kemalistlerin bu tartışmayı başlattığı dönemdeki gibi çok keskin sosyal adaletsizliklerin bulunduğu, meslektaşım Görkem Özdemir’in yaptığı dikkat çekici araştırmada ortaya koyduğu üzere toplumun en üst gelir grubunda bulunan azınlıktan bile daha mikro bir grubun, neredeyse tüm diğer toplumsal grupları tahakkümü altına almış bulunduğu bugünlerden daha uygun bir konjonktür bulunamaz. O gün toplumun çoğunluğunu temsil eden ve sol-Kemalistlerin kalkınma projelerinin de önceliği olan köylülerin yerini alan bugünün asgari ücretlileri üzerine düşünmeyen ve sınıf kavramını salt proletaryaya indirgeyen arkaik ve sekter tahayyüller, bu ülkeye ne demokrasi ne de sosyal adalet taşıyabilirler. Önereceğim tahayyüller, bu yazı dizisinin beşinci ve son yazısının konusu olacağı için şimdilik burada noktalıyorum. --- (*): Aktaran, Gökhan Atılgan, Yön Devrim Hareketi: Kemalizm ve Marksizm Arasında Geleneksel Aydınlar, Yordam, İstanbul, 2018, s. 80.