Paşinyan, Rusya’nın Ukrayna’daki sıkışmışlığından ötürü Moskova’nın desteğini alamamaktadır. Erivan için Bakü ile savaşı devam ettirmek rasyonel gözükmemektedir. Eldeki veriler Karabağ’da ‘nihai anın’ yaklaşmakta olduğunu göstermektedir. Bir Latin atasözü ‘barış istiyorsan savaşa hazırlan’ (si vis pacem para bellum) der. Son dönemde yaşanılan olağanüstü hadiseler de Pax post-Sovietica döneminin sonuna gelindiğini ve yeni bir dünya nizamı adına savaşlar döneminin başladığına işaret etmektedir. Ancak gerek Ukrayna’da gerek Karabağ’daki aktif savaş durumu salt bu bölgelerle sınırlı kalmayabilir. Ordusunu Güney Osetya etrafında savaş pozisyonuna getirmesi için halk tarafından baskı gören Gürcistan yönetimi, Moldova’daki ‘dondurulmuş’ Transdinyester krizi ve son olarak iktidarı, Ukrayna’da bozguna uğramaya devam eden Putin’in ‘pamuk ipliğine’ bağlı olan Beyaz Rusya lideri Lukaşenko da yakın zamanda bu savaş silsilesine eklemlenebilir. Savaş ve barış arasındaki kavramsal zıtlığa rağmen söz konusu bu ilişikli durum siyasi liderlerin süper egoları, şahsi kompleksleri ve hırsları ile birleştiğinde ‘barış için savaş’ şeklini alabilmektedir. Fakat bu durum liderlerin tebaalarına ‘Aden bahçesi’ vaadiyle çıktıkları bu yolculuklarda onları ‘cehennem uçurumunun kenarına’ sürüklemeleri ile sonuçlanabilir. Aynen son günlerde Rusya örneğinde gözlemlenen gerçekler gibi.
Gerek Ukrayna’da gerek Karabağ’daki aktif savaş durumu salt bu bölgelerle sınırlı kalmayabilir. Güney Osetya, Moldova ve Beyaz Rusya yakın zamanda savaş silsilesine eklemlenebilir.
Etnik nefret üzerinden aşırı milliyetçiliği meşrulaştıran ve/veya enstrümanlaştıran siyasi liderler verdikleri kontrolsüz vaatler ile halk nezdinde yükselttikleri beklenti çıtasına erişemeyebilirler. Olası yenilgiler-başarısızlıklar neticesinde yüksek beklenti ile kodlanan halk ise bir zamanlar ilahlaştırdıkları liderlerini şeytanlaştırıp, lider tarafından yaratılan ve fakat lidere karşı yönlenen bir dalgaya dönüşebilirler. 20. ve 21. yüzyıllarda fazlaca rastladığımız bu tip liderlerin drastik yükselişleri ve fakat dramatik düşüşleri birbirlerine benzerlikler arz etmektedir (Mussolini, Hitler, İdi Amin, Makarios, Miloseviç). Rus lider Putin’in Ukrayna savaşına giden yolları döşerken öne sürdüğü ‘nedenlerinin’ neredeyse tamamının etnik-merkezli bir bakış açısına sahip olmasının yarattığı global antipati savaşın ilk dönemlerindeki şok etkisi nedeniyle göz ardı edilmişti. Özellikle Rus üstünlüğüne ve Ukraynalıların ‘aşağılanması’ üzerinden geliştirilen bu siyasi söylem zamanla Kremlin açısından ters etki yaratan bir mahiyet kazandı. Dahası, Rusya için böylesi bir söylem üzerinden girişilen savaşın daha başlamadan yenilgi ile sonuçlandığını söyleyebiliriz. Zira ‘aşağılanan’ bir milletin (Ukraynalılar) kendini üstün gören bir milleti (Ruslar) askeri anlamda bozguna uğratması Rus kimlik kodlarında tektonik sarsıntılara sebebiyet verdiği gözlemlenmektedir. Nitekim Rus ordusunun son günlerde yaşadığı bozgun sonucu en elit birliklerinin neredeyse tamamını kaybederek moral ve fiziki anlamda ‘savaşabilirliğini’ kaybetme tehdidi ile karşı karşıya kalması Rusya’da gerçekler ile yüzleşme vaktinin geldiğine işaret edebilir. Rusya’nın göz ardı edilemeyecek bir senkronizasyon hatası ile 7 ay sonra gerçeklerle yüzleşmeye başlaması da oluşan bu travmanın etkisini ağırlaştırmaktadır. Bu derin travma hem liderin ‘günah keçisi’ olarak lanse edilmesi hem de Rus kimlik kodlarının yeniden tesisi için bir sürece doğru giden yolu açabilir. Bu noktada Rusya’nın önünde ivedilikle yapması gereken bir seçim ile karşı karşıya kaldığını söylemek mümkün gözükmektedir: ya başarısızlığın karşısında kabullenişe geçerek gerçekler ile uyumlanmak ya da başarısızlığın bilinçaltı reddinin devam ettirilip radikalleşme sınırlarını zorlamak. Birinci seçenek Ukrayna’da yaşanılanların bedelinin yönetici elitlere mal edilerek Rusya’yı bir bütün olarak uçurumdan aşağı düşmekten kurtarabilir. İkinci seçenek ise radikalleşme sonucu yenilgiyi kabullenememekten doğabilecek olası ‘yetersizlik komplekslerinin’ üstün gelmesi demek olur ki bu durum ise felaket senaryosu olarak değerlendirilen ve Rusya’nın ‘nükleer’ seçeneği devreye sokabilmesine kadar gidebilecek bir ‘toplu cinnet’ sendromuna yol açabilir. Böylesi bir durumda Rusya’nın topyekûn uçurumdan atlamayı göze alacak kadar rasyonellikten uzaklaşabileceğini söyleyebiliriz. Her halükârda günler öncesinde belirttiğim üzere Kremlin yakın zamanda çokça olağanüstü gelişmelere gebe gözükmektedir. Son günlerde basına yansıyan Putin’e ‘darbe’ ve ‘suikast’ iddialarının çoğalması da bu durumun bir yansıması olarak görülebilir. Zira bu tür spekülatif haberlerin bir gerçeğin altını çizdiğini hatırlatmakta fayda olabilir: güvenlik bürokrasisi (силовики) / yönetici elitler (номенклатура) ve oligarklar arasındaki ahengin bozulduğu ve kırılmaların belirginleştiği.
Rusya’daki şüpheli bürokrat ve oligark ölümlerinin hızla artması yaşanılan kırılmanın ve ‘yaklaşan kış’ öncesi start verildiği gözlemlenen bahar temizliğinin işareti olabilir.
Küresel izolasyon ve yaptırımlardan en fazla mustarip olan kesimin hem içeride (Rusya’da) hem de dışarıdaki ayrıcalıklarını (bütün malvarlıkları, kapitali ve lüksünü) kaybeden Rus oligarklar olduğunu belirtmek gerekmektedir. Bu ayrıcalıklı zümre arasında belirginleşen muhalif tavır da yavaş yavaş yönetime sırt çevirmelerine, Friedman ve Abramovich örneklerinde görüldüğü gibi Batı’nın kendilerine karşı uyguladığı yaptırımları kaldırması karşılığında Ukrayna’ya maddi yardımda bulunma teklifi götürmelerine kadar varmıştır. Bu durum ise irrasyonel kararlar sonucu devleti uçurumun kenarına getiren lider ile uçurumdan yuvarlanmak istemeyenlerin yol ayrımına geldiklerini göstermektedir. Son dönemde Rusya’daki şüpheli bürokrat ve oligark ölümlerinin hızla artması da yaşanılan bu kırılmanın ve ‘yaklaşan kış’ öncesi start verildiği gözlemlenen bahar temizliğinin işareti olabilir. Kremlin ve etrafındaki çemberin daraldığı ve Ukrayna’daki felaketin sorumlusu için ‘Tanrılara adanacak kurban(ların)’ seçim sürecinin hızlandığını söyleyebiliriz. Putin ile gerçekleştirdiği ve 90 dakika süren telefon konuşması sonrasında yoğun eleştiriler alan Alman Şansölyesi Scholz’un sarf ettiği ‘Maalesef Putin halen gerçekleri görmekten ve giriştiği savaşın büyük bir hata olduğunu kabullenmekten uzakta’ sözleri de yukarıdaki argümanları doğrular nitelikte. ‘Rus Dünyası’ parolası ile çıkılan bu yolculukta Putin’in gerçek dünyadan ve dünyanın gerçeklerinden her geçen gün daha da uzaklaştığı söylenebilir. Zira Rusya açısından Ukrayna’da yaşanılan trajedinin sınırlarının zorlandığı bir hal alan bu durum yozlaşmış bir emperyal fikriyat ve yolsuzluk batağındaki bir ülkenin askeri gücünün bile ‘süper’ olarak nitelendirilemeyeceği gerçeğini bir kez daha ortaya koymuştur. KARABAĞ’DA KARAR ANI Tekrar patlak veren Karabağ krizine de bir parantez açmak gerekmektedir. Azerbaycan’ın geniş cepheli (ve muhtemelen) ideal sınırlarına ulaşmak için hava ve kara unsurlarını koordineli bir şekilde kullanarak büyük çaplı bir taarruz gerçekleştirdiği Karabağ’da da ‘karar anı’ yaklaşmaktadır. Bu durumun ise temelde iki sebebi bulunmaktadır.
Rusya’nın Ukrayna’da maruz kaldığı ağır yenilgi neticesinde Orta Asya ve Kafkaslarda Rus hegemonyasına başkaldırının hızlandığı gözlemlenmektedir.
İlk olarak Rusya’nın Ukrayna’da maruz kaldığı ağır yenilgi neticesinde Orta Asya ve Kafkaslarda Rus hegemonyasına başkaldırının hızlandığı gözlemlenmektedir. Bu durum ise bölgedeki güç dengelerinin değişmeye başladığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Zira arka bahçesi olarak gördüğü bölgelerde bugüne kadar yaşanılan anlaşmazlıklara ‘sert güç tehdidi’ ile hakemlik yaparak müdahil olan Kremlin, Rus ordusunun Ukrayna’da sahnelediği başarısız performanstan sonra bu ayrıcalığını kaybetmeye başlamıştır. Dahası, Rusya’nın post-Sovyet bölgesi içerisinde kalan ülkeler üzerindeki kültürel hegemonyası da gözle görülür bir zayıflama sürecine girmiştir. Sonuç olarak bölge ülkeleri de bir Sovyet mirası olan ‘ihtilaflı sınırların’ yeniden dizaynına kadar varabilecek bir sürece girmiş bulunmaktadırlar. Zira Sovyetler Birliği’nin yasal (de-jure) çöküşü sonucunda oluşan çarpık güç dengeleri post-Sovyet ülkelerini ‘doğru zamanı beklemeye’ itmişti. Lakin Rusya, tek yaptırım unsuru olan sert gücünü Ukrayna’da yitirmesi ile dondurulan krizleri kaynatacak fitili de ateşlemiş oldu. Bu durum ise beklemede olan ülkeler açısından fiili (de-facto) sınırlarını tekrar düzenleyebileceği ‘hesap gününün’ geldiğinin işareti olabilir. Dolayısı ile bütün ‘donmuş krizlerin’ kaynamaya başlayacağı bir sürece girdiğimizi söyleyebiliriz. Bu durumun bir uzantısı ve ikinci olarak da Rus güvenlik duvarının (Russian firewall) çökmesiyle Ermenistan ile baş başa kalan Azerbaycan, oluşan bu güç boşluğundan maksimal fayda sağlamak istemektedir. 2020 yılından itibaren ‘salam taktiği’ ile Karabağ’daki topraklarını dilim dilim geri alan Bakü, bu büyük güç boşluğunun (ve kendisi açısından tarihi fırsat) belirmesiyle en büyük ve son dilimi de keserek nihai hedefine ulaşmak istiyor. Azerbaycan açısından bir diğer jeopolitik avantaj ise Batı nezdinde eline geçen enerji kartı. Rusya’nın Batı’ya doğalgaz tedariğindeki ‘tekel konumunu’ kaybettiği ve hatta devre dışı kalmaya hazırlandığı bir dönemde AB Komisyonu Başkanı Von der Leyen’in Bakü’yü ziyaret ederek Azerbaycan doğalgazını Avrupa için ciddi alternatiflerden birisi olarak nitelendirmesi oldukça önemliydi. Bu durum bölgedeki enerji politikalarında dengeleri Bakü lehine değiştirebilir. Bu sebepten ötürü geleneksel olarak Ermenistan yanlısı bir siyaset izleyen Batı’nın enerji politikalarında oluşan bu yeni dengelerden ötürü retorik ve ideolojik olarak Azerbaycan karşıtı duruşunu düşük bir profilde izleyeceğini varsayabiliriz. Azerbaycan ise hem Rusya’nın düşüşe geçmesi hem de Batı’nın kritik gaz tedarikçisine dönüşmesinin yarattığı ‘momentumdan’ maksimum olarak faydalanmak isteyecektir.
Azerbaycan açısından bir diğer jeopolitik avantaj ise eline geçen enerji kartı. Rusya’nın Batı’ya doğalgaz tedariğindekidevre dışı kalmaya hazırlandığı bir dönemde AB Komisyonu Başkanı Von der Leyen’in Bakü’yü ziyareti oldukça önemliydi.
An itibari ile Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki çatışmaların tekrar patlak vermesinin en temel sebebinin Zengezur Koridoru olduğunu söyleyebiliriz. 2020 yılındaki 40 gün savaşları sonucunda anlaşmaya varılan ve fakat Rusya ve Ermenistan’ın uygulamamak için ayak direttiği 9. Madde, yani Azerbaycan’ı fiilen Nahçıvan ile birleştirecek Zengezur koridoru, Bakü açısından Karabağ politikasının nihai hedefini oluşturmaktadır. Zira Zengezur koridoru meselesi Karabağ krizinin tarafları (ve İran gibi fiilen müdahil gözükmeyen tarafları) arasındaki çözümü en zor ve en ihtilaflı noktadır. Ancak ‘Zengezur Koridoru’ meselesinin Bakü açısından ‘olmazsa olmaz’ nitelikte olduğunu hatırlatmakta fayda olabilir. Çünkü, Azerbaycan’ın 30 yıllık Karabağ mücadelesinde elde ettiği askeri ve teritoryal kazanımların ancak ve ancak Zengezur koridorunun tamamlaması ile bir bütünlük arz edecektir. Fakat Zengezur koridoru fiili olarak Türkiye ile Azerbaycan’ı Nahçıvan kara sınırları üzerinden birleştirip iki müttefik ülke arasında doğal ve coğrafi bir ittifak oluşturacağından İran-Rusya-Ermenistan üçlüsü bu maddeyi (9. Madde) uygulamamaktadırlar. Tahran’dan gelen açıklamalar da İran’ın sürece Ermenistan ve Rusya tarafında dahil ve müdahil olmaya hazırlandığını göstermektedir. Tahran Bakü’ye karşı Azerbaycan ve Nahçivan arasındaki tek geçiş hattı olmanın verdiği ayrıcalığı kaybetmek istememektedir. Dahası, Zengezur koridoruna ve dolayısı ile Azerbaycan ve Türkiye arasında coğrafi birleşmeye karşı olduklarını açıkça beyan eden Tahran’ın bu tavrı Irak ve Suriye’den sonra Ankara ile yeni bir ihtilaf noktası oluşturabilir. Tüm bu denklemin ortasında Ermenistan Başbakanı Paşinyan kendi topraklarından geçecek Zengezur koridorunun açılmasına karşı olduklarını ve buna asla izin vermeyeceklerini belirterek Erivan ile Bakü arasındaki ‘nihai hedeflerin’ uyuşmazlıklarını ortaya serdi. Buna rağmen, Paşinyan çarşamba günü yaptığı bir başka açıklamada ‘Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü tanıyarak Ermenistan’ın daha fazla asker ve toprak kaybı yaşamadan bu krizi sonlandırmak’ niyetinde olduğu belirtti. Bu açıklamadan sonra Erivan sokaklarına inen ve Parlamento binası önünde toplanan kalabalıklar ise Paşinyan’ın yargılanması için imza kampanyası başlattı. Azerbaycan ise Zengezur koridoruna açılan alandaki askeri operasyonlarında stratejik noktaları ele geçirdiğini ve fakat 71 askerinin hayatını kaybettiğini açıkladı. Paşinyan geçtiğimiz yıllarda izlediği Batı yanlısı politikalar sebebiyle Rusya tarafından, özellikle Karabağ krizinde, yalnız bırakılarak cezalandırılmıştı. Paşinyan, son dönemlerde Batı yanlısı politikasından geri adım atmış olmasına rağmen Rusya’nın Ukrayna’daki sıkışmışlığından ötürü Moskova’nın desteğini alamamaktadır. Böylesi bir terk edilmişlik ve Azerbaycan ile askeri-ekonomik dengelerin aleyhine olduğu bir ortamda da Erivan için Bakü ile savaşı devam ettirmek pek rasyonel gözükmemektedir. Böylesi kritik gelişmelerin ve önemli askeri kayıpların olduğu bir ortamda tedavülden kaldırılmaya hazırlanan ve son kullanma tarihi çoktan geçmiş ‘kriz önleyici mekanizmaların’ işlevselliğini yitirdiğini öngörebiliriz. Sonuç olarak, eldeki bütün veriler Karabağ’da ‘nihai karar anının’ yaklaşmakta olduğunu göstermektedir.