Bilgisayarın başına oturdum bu hafta ne yazsam diye. Tek bir konu gelsin yerleşsin ellerime, parmaklarımdan aksın dedim. Olmadı. Kafamın içinde birbirini çeken ve birbirini iten yüzlerce cümlenin karmaşası. Sonra bir an durdum. Ellerimi çektim klavyeden. Dışardaki ağaca, sokaktaki kediye daldım. Önce cümleler sakinledi, sonra dem gibi dibe çöktü. Ben de aralarında seçtim, size sunuyorum. Bu hafta da böyle olsun
Kulüp dizisinin ikinci sezonunu büyük heyecanla bekliyordum. Hiçbir dizi bana diğer sezonlarında ilk sezonunun keyfini vermemiştir. Kulüp için de aynısı geçerli oldu. Ancak bu dizinin güzelliğine bir eleştiri değil. Sadece ilk sezon daha güzeldi. Bu sezon aynı büyüyü bulamasam da sabahlayıp bir oturuşta bitirdim. Hikâyeyi ulusal kanallarda yayınlanamayacak cesarette buluyorum, çok da konuşmadığımız, kaçtığımız gerçekler üzerine. Ama daha çok kişiye ulaşmasını dilerdim. Kişisel hikâyelerinden çok döneminde gerçekleşen haksızlıklara üzüldüm izlerken. Beni asıl yakaladığı noktalar kahramanların etrafındaki Türkiye idi. Matilda’nın hayatın ödülü de laneti de dediği unutmak buradan da vurmuş bizi. Ve Çelebi’nin aynı sofranın insanı olmadıklarına dair ikinci sezon başındaki cümlesine referans finalde abartı bulduğum bir sahne dışında tadı damağımda bitti Kulüp. Çelebi’nin cümlesi de kulaklarımda hala.
Dümdüz yaşamaya, var olmaya çalışırken bile bu kadar zorlandığımız zamanlarda geçmişe dönüp bakmak pek kimsenin aklına gelemiyor ki.
Komşum, arkadaşım Adalet’le dün akşam bir küçük aldık yanımıza sohbete oturduk. Mahallenin esnafındaydık. Durumlar pek iç açıcı değil. Ülke kadar nüfusu olan şehirde üç beş mekân dolu diye laf etmeyin, istatistik diye bir şey var. Herkesin kendine iyi geleni farklı. İnsan hakkıdır bu keza.
Bize de iyi gelen o sofra, o muhabbet. Ama bir süredir o sofralarda konuşmak istediklerimizle konuştuklarımız o kadar ayrı dünyalara aitler ki. Dümdüz yaşamak diye az önce dediğim işte hem ne kadar güzel hem ne kadar zor artık dedik. Konuştuğumuz her cümlenin ucunda ya kiramız ya kredi kartımız ya banka borcumuz. Biz oysa en son izlediğimiz filme, çıkacağımız seyahate, ne bileyim beğendiğimiz birini konuşmak isterdik.
Memleketi başka türlü konuşmak isterdik. Baharlar biter, kışlar gelir, sonra yine baharlar gelmelidir. Doğanın düzeni. Bizde baharları umut etmek pek kalmamış. Yorgunuz. Kocaman yorgun insanlarız biz.
Ama yine de umut var. İyi insanların varlığına dair umuttan bahsediyorum. Yoksa iyi insanların onlar için ne yapabilirim dediği, o kadar da şanslı olmayan insanlar, çocuklar, hayvanlar hep var, giderek de artıyorlar. Sayıların içinde kaybolmamaları için siz de bir şeyler yapmak isterseniz diye burada önerilerim oluyor. Yine çok güzel bir oluşuma denk geldim.
Bu sene doğum günümde hediye kabul etmemiştim, bazı ünlülerin yaptığı gibi bir derneğe bağış yapılmasını istemiştim. Oğlumu da sahiplendiğim “Kurtaran Ev”i adreslemiştim. Ofiste bundan bahsederken ve ben de çevreme böyle hediyeler vermek istiyorum derken arkadaşımın Instagram profilini göndermesi ile “Pastamızı Çocuklar Üflesin” ile tanıştım. Muhteşem bir platform. Sevdiklerinizin doğum günlerinde onlar yerine pastalarını çocuklar üflüyor. Yanında küçük hediyelerini de alıyorlar. Bizim çok önemli olmayan bir pasta bazı çocukları ne kadar mutlu edebiliyor, aldığınız hediyeler ne kadar kıymetli, platformun etkinliği kaydedip size gönderdiği videolardan öyle derin hissediyorsunuz ki, en şaşalı hediyenin veremediği mutluluğu veriyor izleyene.
Sanırım metadan mutluluk gelmediğini yaş ilerledikçe keşfediyoruz. Güzel deneyimler, işe yaradığını hissettiğin anlar her şeyden kıymetli. Keşke çocukların hepsi istediği pastaya, istediği kıyafete ulaşabilse ama dünya düzeni ve üzerine bir de bu ülke çok zorlaştırıyor bazı şeyleri. Keşke kimse muhtaçlık içinde olmasa, hiçbir insan ya da hayvan, fark etmez. Ancak hayatın gerçekliğinin içinde asıl iyiliği kendinize yapacağınız bir fırsat daha “Pastamızı Çocuklar Üflesin”. Herkesin tanışmasını diliyorum.
Sevgiler.