Parayı söylemek kolay. Parayı bulması zor. Türkiye’de ise parayı bulması diye bir şey yok. Parayı vurmak diye bir şey var. Emeği ile geçinenler için onu bulmadan kaybetmek zaten fasaryadan. Alt tarafı dört harflik ve bir çırpıda telaffuz edilebilen bir kelimenin yaşamda karşılık geldiği yeri düşününce insan içerliyor. Bari uğruna dünyanın döndüğü bu cismin şöyle gösterişli bir ismi falan olsaydı diye düşünüyorsun. Yaptıklarına yakışır bir isimle anmak istiyorsun kendisini. Ağızdan çıktığında ortaya çıkan yankı ile ortalığı kasıp kavurmalı diyorsun. Fakat öyle olmuyor işte. Daha adını çağırırken konu kapanıyor yanılgısına düşüyorsun. Hemen oracıkta, söylenir söylenmez problem çözüldü sanıyorsun. Çünkü gerçekliğine bir o kadar tezat şekilde, sadecik ve mütevazı bir adı var: Para. Ne zarar gelir bundan dedirtecek kadar has bir kelime. Söylenmesi kolay. Bulması zor: Para. Paranın ismen ve hatta cismen küçük ancak karşılığının büyük olduğuna ilişkin hakikati tarif etmeye sayfalar yetmez. Bu iş boyumuzu aşar. Nice dil bilimciler, yazarlar, şairler, tarihçiler bu ironiye eminiz ki ziyadesiyle kafa yormuştur. Bize hacet yoktur da. Ve elbette ki çok mühim anlamlara gelen daha başka kısacık kelimeler vardır dilimizde. Hem de bizim gibi sözlü kültürü çok gelişkin olan toplumlarda bunlardan yığınla mevcuttur. Şaşırmamak da gerekir buna. Konuşma bol olunca bir şeyleri ifade etmek için kullandığımız sesler kısalmış olabilir. Konuşmaktan dillerim lâl oldu deyimi, bu önermeye bir kanıt olarak sunulabilir. Ama şimdi bunlardan bize ne değil mi? El kadar para, dokunmaya cesaret ettiğinde dahi elini yakıyor. Elinle kalırsa iyi. Tüm vücudu kül ediyor kül. Ve her türlü varlığı da yokluğu da onun sahibi olmayanlar için bir mücadele meselesi. Ne olsaydı adı, hayattaki karşılığına denk gelebilirdi peki? Evet. Zor bir soruyu sorarak topuklarımıza sıkmış bulunduk bu yazımızda da. Kendi kendimize küt diye devrilmiş olduk. Ayağa kalkamasak da düştüğümüz yere oturabiliriz ancak. O da bir şey sonuçta. Sorunun cevabının zorluğuna gelecek olursak şöyle devam edebiliriz. İsmi ne olsa olmazdı kendisinin. Çünkü muhtemelen paranın bizi getirdiği yere ya da başımıza açtığı işlere baktığımızda bir karşılık falan bulamazdık. Onu bir demiri darp ederek icat eden insan çocuğu da bugünleri öngörebilseydi vazgeçerdi işinden. Havluyu atardı boynundan. Paranın çevirdiği dolapları tahayyül edebilse o çekici bir daha eline almazdı. Takasa da ölümüne devam derdi zaten. Ama ne yapacaksın almış eline aleti bir kez. Vurmuş ve ses getirmiş. Aferin ona. Parayı söylemek kolay. Parayı bulması zor. Türkiye’de ise parayı bulması diye bir şey yok. Parayı vurmak diye bir şey var. Emeği ile geçinenler için onu bulmadan kaybetmek zaten fasaryadan. Bizim ülkemizde en kolay şeylerden biri nedir diyenlere iç rahatlığıyla şöyle söyleyebiliriz: Fakirinin yaşamsal olarak gün be gün daha da gerilediği bir ülkede en kolay şey paraya helâl yollardan el sürememektir. Hemen her yoksulun başına kolaylıkla gelen budur. Para, gecekonduda yaşayan biri için asansör gibi bir şeydir yani. O kadar soyut ve gerçek dışı. İşte para edinememek bu kadar kolaydır Türkiye’de. Ve onu güzel yoldan değil de burada ağzımıza alamayacağımız, en hafif deyimle karanlık yollara başvurarak elde edenler bu kolaylık meselesinin başka yerinde durur hep. Diğer ucunda. Fakat her iki profil de onu anarken para der. Sadece para. Gel de çıldırma…