İYİ Parti ile özellikle milliyetçiliğe bakış açısından anlaşabilmemi pek mümkün görmüyorum ama İYİ’lerin kısa sürede Türkiye siyasetinde çok farklı bir yer edindiğini düşünüyorum. Murat Sabuncu’nun Ümit Özlale ile geçen hafta T24’te yaptığı söyleşiyi izlemediyseniz eğer, şimdi bu yazıyı okumayı bırakıp önce o programı izleyin derim. İYİ Parti, özellikle ekonomi alanında çok değerli ve dünya çapında yetkin kişileri bünyesinde toplayarak bence Merkez’e doğru en önemli adımı attı. Şimdi bir parti düşünün, Ekonomi Politikaları Başkanlığı’nı Prof. Bilge Yılmaz, Kalkınma Politikaları Başkanlığı’nı ise Prof. Ümit Özlale yapıyor. İYİ Parti ile özellikle milliyetçiliğe bakış açısından anlaşabilmemi pek mümkün görmüyorum ama İYİ’lerin kısa sürede Türkiye siyasetinde çok farklı bir yer edindiğini düşünüyorum. Ayrıca, partinin kuruluş şartları ortada, baştaki kadro sıkıntısı ortada. Hakkını yemeyelim, İYİ Parti Genel Başkanı koltuğuna oturduğundan beri Meral Akşener demokrasiden yana tavrını neredeyse hiç bozmadı; halkla iç içe, dertlerini dinleyen, onları anlayan, bir çift küpe hediye etmek inceliğini göstermekten asla vazgeçmeyen bir anaç siyasetçi rolü üstlendi. Direksiyonu hafif sağa kırık bir arabayı Merkez’e götürebilmek ve orada tutabilmek için de büyük gayret sarf ediyor -buna sol demeyin, ekonomide sosyal politikalar izliyor deyin. Bu toplumun gençlerini hırçın ve kabadayı milliyetçilikten uzaklaştırıp kentli ve zarif milliyetçiliğe geçirebilirse İYİ Parti, demokrasi tarihimizin en önemli işlerinden birini yapmış olacak bence. Bütün o “kızım evine dön” çağrılarını, “bir daha buraya gelme ha!” kostaklanmalarını elinin tersiyle itti Akşener ve bildiği yolda yürümeye devam etti, ettikçe de halkta karşılık buldu-buluyor. Bugünlerde “kadere bak, kimler kimlerle yan yana geliyor” demekten kendimizi alamıyoruz, o yüzden bu çağrıları görmezden gelebilmenin ne kadar değerli olduğu ortada. Gelelim, Murat Sabuncu’nun programında Ümit Özlale’nin söylediklerine. Bir kere, programı baştan sona izleyen herkes Ümit Özlale’nin siyasete girmesinin ülke için ne büyük bir kazanım olduğunu görmüştür. Dahası, Özlale öyle bir şey söyledi ki programda, Altılı Masa’nın geleceğine ve birliktelik umuduna bir kamyon çimento döktü. Kılıçdaroğlu’nun son dönem siyaset tarihini yazan “dostlarımızla beraber geliyoruz” sözünü bir başka şekilde söyledi ve isim zikrederek Gelecek’ten Kerim Rota’yı kaçırmadan okuduğunu, DEVA’dan İbrahim Çanakcı ile çalışacak olmanın kendisini çok mutlu ettiğini söyledi. Yetmedi, hiç çekinmeden, Ali Babacan dedi. Ve biz belki de bir siyasetçinin ağzından ilk kez bir başka partinin -üstelik bu iki parti arasında yabana atılmayacak bir taban geçişkenliği var- liderinin başka hiçbir amaç gözetilmeden övüldüğünü gördük. İYİ Parti olarak “biz yöneteceğiz, biz her şeyi tek başımıza yapacağız,” demedi, Masa’ya el uzattı ve ülkenin tek kurtuluşunun bu liyakatli kadroların biraradalığından geçtiğini vurguladı. Bugün ekonomiyi muhalefetten sadece bir parti yönetecek diyemezsiniz çünkü bu insan kaynağının bir bölümünü dışarıda bırakma lüksümüz yok. Şu yukarıdaki isimlere DEVA’dan Burak Dalgın’ı ve -aynı zamanda bir Politikyol yazarı olan- Ömer Gencal’ı, Gelecek’ten Serkan Özcan’la İbrahim Turhan’ı ve şimdi adı aklıma gelmeyen diğer isimleri ekleyin. Nebati ve Kavcıoğlu yerine bu isimlerin ekonomi yönetimini devraldığını düşünün. Birkaç aya bambaşka bir Türkiye’yi konuşacağız. İYİ Partili, DEVA’lıyla, DEVA’lı Gelecekli ile, Gelecekli, CHP’liyle, CHP’li ötekiyle çalışmak istediğini söylediğinde, yani hepimiz el ele verdiğimizde “Yeni Türkiye”ye dair bir söz söylemiş olacağız. Korku ve cesaret gibi zarafet de bulaşıcıdır. Ümit Özlale, geçen hafta, belki de farkında olmadan bize o özlediğimiz Türkiye’yi anlattı, o ülkeden bir kesit sundu. Yoksa siz hâlâ programı izlemediniz mi?