Özgür Hüseyin Akış yazdı | 15-16 Haziran'ın yıldönümünde kitle hareketi mi, işçi sınıfı hareketi mi?
Politikyol
Bugünlerde neredesin ey işçi sınıfı dediğimiz ama kendisini arka plana itip başka kulvarlarda siyaset yapmayı tercih ettiğimiz bir dönem yaşıyoruz. Geçmişte çok tartışılan bu konunun bugün anlamsızlaştığını görüyoruz. "Türkiye’de işçi sınıfı var mıdır?" sorusunun cevabı netti, bugün ise sorana meczup gözüyle bakılıyor.
Cumhuriyet devrimi sermayenin ekonomideki hâkimiyetinin artması ve üretim ilişkilerinin işçi ile patron olarak şekillenmesi için yapıldı. Bu andan itibaren iki ilişkilerin karşıtlık üzerinden belirlenmesi, patronların var olan durumun korunması ve geliştirilmesi için mücadele etmesi, işçilerin ise var olan durumu kendi lehine çevirmek için adımlar atması örgütlü bir sınıf refleksi geliştirme eğilimi doğaldır.
Üretimde tarımın ağırlıkta olduğu, toprağın birleşik ve bir zümreye ait olması, ilişkilerin de bu şekilde belirlendiği dönemlerin oluşu nicel olarak maraba diye tarif ettiğimiz köylülerin fazlalığı hep bir yanılgıya neden oldu. Bu yanılgı cumhuriyetin ilk yıllarından başlayıp, 1970’in sonlarına kadar devam etti.
Bu refleksin en önemlisi 15-16 Haziran direnişidir. DİSK üyesi işçilerin bu iki günü sermaye sınıfına ve siyasetçilerine dar ettikleri bu günler yukarıda bahsetmiş olduğum "İşçi sınıfı var mıdır yok mudur?" sorusunun en net cevabıdır.
İşçi sınıfı bu direnişten sonra da siyasetin bir parçası oldu. Bazen siyasetin seyrini değiştirdi, bazen de siyasetin dış çeperinde belirlenen bir konumda yer aldı.
İşçi sınıfının siyasetin belirleyicisi olduğu 70'li yıllarda, sendikal hareket güçlü, sınıfla bağı işyeri örgütlenmesi ile kuvvetli bir hareketti. Siyaset ile bağını işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda kurmayı başaran sendikal hareket, siyasetten kaçışı, uzlaşıyı değil mücadeleyi esas alıyordu. İşçi sınıfı üretimden gelen gücünü hem ekonomik hem de siyasi grevlerle aramaktan geri durmuyordu. Faşizme ihtar eylemleri, "DGM eylemleri iş durdurma eylemi 16-19 Eylül 1976 günleri ağırlıklı olarak 12 ilde uygulandı. Bu eyleme toplam 234 işyerinde 88.485 işçi katıldı. DİSK’in verdiği mücadele sonuç aldı; Devlet Güvenlik Mahkemelerine ilişkin yeni bir hukuki düzenleme yapılamadığı için, DGM’lerin görevleri 11 Ekim 1976 tarihinde sona erdi."(1)
Siyasetin dışında kaldığı dönem 24 Ocak kararlarının hemen arkasından gelen 12 Eylül 1980 darbesi oldu.
İş güvencesinin ortadan kalkması, işçi sınıfının örgütlülüğünün sona erdirilmesi gibi birçok başlıkta başarıya ulaşıldı.
Sendikalar sivil toplum örgütü haline dönüştürüldü. İşçi sınıfına ideolojik ve fiziksel saldırılar karşılığını, insan hakları, demokrasi, adalet gibi isteklerle sınırlandırıldı. İşçi sınıfı siyasetin dışına itilirken, yeni dönemin siyaset anlayışı, bu başlıklarda sınıfsal fark ayrımı yapmadan herkesle kol kola girilmesi, bu darbecilerden kurtuluşun ancak birlikte mücadeleyle sağlanacağı fikri hâkim kılındı.
Birleşik mücadele, bugünün de tartışılan meselesidir. 12 Eylül darbesi işçi sınıfına yapılmış bir darbedir. Bu darbenin sivil iktidar ayakları da bu darbenin özüyle uyumlu iktidarlardır.
AKP iktidarı işçi sınıfının düşmanıdır, bundan önceki iktidarların olduğu gibi. Bu iktidarın farkı, cumhuriyetin ilerici bütün yönleriyle hesaplaşıp, sermaye sınıfına dikensiz bir gül bahçesi oluşturmaktaki iyi niyetidir. Örneğin, özelleştirilmedik bir kamu kurumu kalmadı.
Siyaset tek taraflı sermaye bloklarının gerginlikleri ve ittifaklarıyla hayat buluyor. Bu durumlarda iktidar partisi bazen toplumu geren bazen de kucaklayıcı oluveriyor.
Şimdi adalet, özgürlük, demokrasi bu iktidar için ve bundan önceki iktidarlar için ne anlam ifade ediyor. “Adalet mülkün temelidir.” Demokrasi, seçimlere gidip oy kullanıyorsunuz ya. Özgürlük, uzun çalışma saatlerini, güvencesiz çalışma koşullarını kabul etmiyorsanız çalışmama özgürlüğünüz yok mu?
İşçi sınıfı siyasetin belirleyicisiyken nelerden bahsettik, siyasetin dışarısındayken nelerden bahsettik. Birleşeceğiz muhakkak ama sınıfımızın çıkarını savunmayan siyasetçilere, sendikacılara bu birleşmede yer yok.
AKP iktidarına, işçi sınıfının karşı olduğu gibi karşı olmayana yer yok. Sömürü devam etsin ama diyenlere, işçi cinayetleri makul bir sayıya ulaşsın diyenlere, ilk önce Kürt sorunu çözülsün diyenlere, önceliği işçi sınıfının kurtuluşuna vermeyenlere sözümüz, 'Kibar Feyzo' filminin son sahnesini hatırlatmak olur. “Ben Maho Ağayı öldürmüşem hâkim bey, ancak duymuşam ki yerine gelen aga Maho Ağayı aratır olmuş”
Çözüm: İşçi sınıfı güçlüdür, bileğini bükecek hiçbir güç yoktur.
(1) Yıldırım Koç, Disk DGM'yi Eylemle Engelledi, Aydınlık Gazetesi, 15 Mart 2016
Yorumlar
Popüler Haberler
Atatürk Havalimanı Katliamı: Ağırlaştırılmış müebbet alan IŞİD'liler tahliye edildi
'Ölünce beni kim yıkayacak?': TRT'nin reklam panoları tepki topladı
Komisyonda mikrofonlar açık unutuldu: 'Çok yanlış yaptı Bakan Hanım'
AK Partili Belediye Başkanı, AK Parti ilçe başkanını Ülkü Ocakları üyelerine dövdürdü
Bakan Fidan: HTŞ, yıllardır bizimle işbirliği içinde oldu
İstanbul'da deprem meydana geldi