Özgür Çoban yazdı | Mesut Özil olayı “entegrasyon” rüyasının sonu mu?
Politikyol
Almanlar için Mesut Özil olayı, okuduklarımız ve gördüklerimiz çerçevesinde, “göçmenlerin ülkeye entegrasyonu başarısız oldu” sonucuna indirgenecek derecede basittir. Bizim içinse konu oldukça kaotik ve çok boyutludur.
Özil’in, “ırkçılığa ve ayrımcılığa maruz kaldığı” iddiasıyla Alman milli takımını bırakması günlerdir gündemin en önemli maddesi. Bu konuda sade vatandaşından, siyasetçisine kadar görüş bildirmeyen kimse kalmadı. Ülkede sosyal medya yıkılıyor adeta. Her gün konuya ilişkin haberlerin altına yüzlerce yorum yazılıyor. Bu yazıda konuyu farklı boyutlarıyla irdelemeye çalışacağız.
Tartışmalar, hepinizin malumu olduğu üzere Alman milli takımı oyuncuları Özil ve İlkay Gündoğan’ın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Londra’da ziyaret edip, fotoğraf çektirmeleriyle başladı. Almanlar konuya ilişkin olarak bir süre, “Mesut ve İlkay, aile köklerinin bulunduğu ülkeyi antidemokratik yöntemler ve baskıyla yöneten bir politikacıyla nasıl fotoğraf çektirirler? Bu durum Almanya’nın medeni ölçülerine aykırı” savunusunu dile getirmekle yetindiler. Ancak Alman milli takımının dünya kupasına erken veda etmesi ve Özil’in turnuvadaki isteksiz oyunu eleştirilerin dozunu başka bir boyuta kanalize etti. Bu aşamadan sonra ırkçılık dozu yüksek cümleler bizzat kamuoyu tarafından bilinen önemli futbol adamları tarafından sarf edilmeye başlandı. Konu sürekli olarak Mesut Özil fenomeni üzerinden “göçmenlerin entegrasyonu konusunda yaşanan hüsrana” getirildi.
Esasında Özil olayı, AB’yi oluşturan ülkelerin kurucu değerlerden nasıl büyük bir sapma içerisinde olduklarını göstermesi açısından oldukça önemlidir. Ülkede tartışmanın tarafları olan aşırı sağcı Almanlar ile milliyetçi Türklerin büyük bir hırsla “birlikte yaşama” çabalarını ölçüsüzce katletmelerini izliyoruz bugünlerde. Ancak konunun derinliklerinde pek de temas edilmeyen ve konuya katman kazandıran başka sorular da yer alıyor. Örneğin, Almanların savunduğu gibi “sadece Özil ve Gündoğan’ın mı antidemokratik bir liderin yönettiği Türkiye ile arasına mesafe koyması” gerekiyor? Bu tartışma öncesinde, Alman hükümetinin Türkiye’ye yatırım yapmayı planlayan şirketlere sağladığı kolaylıkları artırmasını, yine Türkiye ile mülteci anlaşmaları imzalamasını, silah ticaretini nereye koyacağız peki? Hükümet ve Alman tekellerinin söylemleri ile icraatları arasında salınan bu çarpık ilişki modelini nasıl değerlendirmek gerekiyor? Burada sadece Özil ve Gündoğan’ı hedefe koyup oradan anlamsız bir genellemeyle göçmenlere karşı saldırıya geçmek tam bir hayasızlık, ikiyüzlülük ve samimiyetsizlik hali.
Bunun yanı sıra, Özil meselesi koyulaştırılarak, neofaşistlerin özellikle köpürttüğü sığınmacı tartışmaları ekseninde cephe kazanan ırkçı ve yabancı karşıtı, hastalıklı politikalara hizmet edecek uygulamalar ya da tartışmalara ivme mi kazandırılmak isteniyor?
Bu arada, Almanların göçmenlerin entegrasyon çalışmalarına verdikleri gönülsüz desteğin de yavaşça sonuna doğru gelindiğini düşünüyorum. Entegrasyonun bir yönüyle, Almanların içerisinde yüzdüğü bu samimiyetsizlik bataklığı nedeniyle başarılı olamadığına inanıyorum. Bugün sözü edilen başarısız entegrasyon sürecinin, kendini kabul ettirmek için çabalamayan, ev sahibi medeniyete direnen göçmenler ile bunları gündelik ırkçı tavırlarla yılgınlığa sürükleyen Almanların ortak eseri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Sorunun yapısal boyutu
Özil ve Gündoğan’ın yaptığının savunulacak bir tarafı yok. Bu iki futbolcunun, Türkiye’de hayati önem arz eden seçimler öncesinde, Erdoğan ile bir araya gelmelerinin doğru olmadığı tartışmaların ulaştığı aşama itibarıyla görüldü. Ancak bu olaydan yola çıkarak, ağızlarını ballandıra ballandıra habire “entegrasyon başarısız oldu” diyen faşist Almanların, aslında “başarısız” entegrasyon örneklerinin sayısının artışındaki rolleri hakkında da konuşmak gerekiyor kanımca.
Ayrıca, “entegrasyon başarısız oldu” deyip işin içinden sıyrılacağını sanan Almanların, göçmen bir ailenin çocuğu olan, ülkelerinde doğmuş, okullarında okumuş, futbolda ülkenin uluslararası yüzü olmuş bir sporcunun “ırkçılığa maruz kaldığını” öne sürerek milli takımı bırakmasını salt onun entegre olamamasına bağlamaları biraz basit kaçmıyor mu? Bu argümana kafası faşizm ile kirlenmiş, zekâ seviyesi vasatın altında olan Almanlar dışında kimse değer vermez. Aksine, Mesut Özil’in Alman milli takımında “Türkiye kökenli oyuncu” sıfatıyla yer almasının, göçmenlerin yaşadıkları ülkeyle daha rasyonel bağlar kurmalarını sağlaması açısından önemli olduğunu düşünüyorum.
Almanlar en mikro ölçekte gündelik ırkçılık uygulamalarıyla göçmenlerin ülkelerinden ve kendilerinden nefret etmelerini zaten sağlıyorlar. Kendi ülkelerindeki ırkçılığı, ayrımcılığı görmezden gelen Almanların, “Bana biraz geldiğin yerdeki insan hakları ihlallerinden bahsetsene” tarzındaki samimiyetsiz yaklaşımlarının birçok göçmen için artık kabak tadı verdiğini düşünüyorum.
Olay diğer yandan, ırkçılığın sadece faşist parti AfD ile sınırlı olmadığını ve toplumun merkezine yerleştiğini göstermesi açısından da anlamlıdır. Kimse kendini, “Erdoğan ile fotoğraf çektirdiler de ondan oldu” savunusuyla avutmasın. Bu, olayı kontekstinden koparmaktan başka bir işe yaramaz. Meseleyi yapısal boyutlarıyla tartışmak zorundayız.
İğneyi de çuvaldızı da kendine batır
Burada mesele, hangi taraftan ya da nereden gelirse gelsin son zamanlarda ağırlığını hissettiren şovenizme ve faşizme karşı yan yana direnebilmektir. Bu nedenle ilk etapta Özil’in her hattıyla samimiyetsiz, beyinleri kirlenmiş, neofaşist Almanlar tarafından ırkçı bir saldırıya maruz kaldığını kabul etmek gerekiyor. Özil, sergilediği tavırla artık Almanların çok sevdiği, “en iyi göçmen sessiz ve uslu olandır” sınıflandırması dışında bir yere konumlanmıştır. Özil, bu meselenin üzerinde konuşulması gereken basit ve simgesel önemi bulunan bir parçasıdır o kadar.
Özetle, Birleşmiş Milletler Irkçılıkla Mücadele Komisyonu tarafından 2015 yılında hazırlanan raporda yer alan, “Almanya’nın ırkçılıkla mücadelede ilgili yükümlülüklerini yeteri kadar yerine getirmediğine” dair ifadeyi unutmayalım. Geçtiğimiz haftalarda sonuçlanan ve hükmü açısından büyük hayal kırıklığı yaratan NSU cinayetleri davasını bu bağlamda ele almak gerekiyor. Bu davayı aşağılar ve muhataplarıyla dalga geçer nitelikte “döner cinayetleri” türünden başlıklar atan Alman medyasına da dikkat çekmeden geçmeyelim. Önemle vurgulamak gerekiyor ki ırkçılık Almanların savunduğu gibi bireysel değil yapısal ve merkezi bir sorundur ve hükümetin gözü önünde hızla büyümektedir.
Almanlara bu entegrasyon konusunda ikide bir göçmenleri suçlamak yerine biraz da kendi hatalarıyla yüzleşmelerini tavsiye ediyorum. Aksi halde Hollanda Dışişleri Bakanı Stef Blok’un, “ırkçılığın insanların genlerinde olduğu ve çok sayıda göçmenin gelmesinin yerli toplumların sınırlarını zorladığı” şeklindeki neofaşizm soslu, saçma sapan iddiası bir süre sonra farklı ağızlardan da duyulmaya başlanacaktır.
Yorumlar
Popüler Haberler
Turabi Çamkıran, yangında tüm mal varlığını kaybetti
UKOME toplantısı: İBB'nin zam teklifi reddedildi, yeni taksilerin tasarımı kabul edildi
Rize'de PTT şubesine saldırı: Saldırgan yakalandı
MEB'den özel okullar için yeni karar
MHP'li İlyas Topsakal'ın torpil istediği belge ortaya çıktı
Menajer Ayşe Barım'dan iddialara ilişkin ilk açıklama