Dünya bir virüs salgınının tetiklediği krizlerin etkisiyle yeniden şekilleniyor, kabuk değiştiriyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) afro-amerikalı George Floyd’u insanların gözlerinin içine baka baka, keyif alarak katleden faşist polis, belki de ortaya çıkmasını hiç istemeyeceği bir şeye neden oldu. Birçok ülkede antifaşistler bir araya geldi, neonazi terörüne karşı cephe oluşturdu ve safları sıklaştırdı. Krizin, küresel kapitalizmin tarihsel normali olduğu gerçeğinden hareketle insanlar,  ırkçı/faşist yapıların yol açtığı güncel sorunların egemenler tarafından sömürülmesine izin verilmemesi adına meydanlara, sokaklara ve caddelere çıktı. “Neden” diye sorarsanız, bu zamana kadar ortaya çıkan, kapitalizmden kaynaklı tüm krizler, emekçilerin ve ezilen sınıfların aleyhine sonuçlar doğurmuştur. Örneğin, uluslararası ekonominin karşılıklı bağımlılığı nedeniyle oluşan krizler, emekçilerin sendikal örgütlülükten kaynaklanan pazarlık gücünü törpülemeye yönelik siyasal reformların hayata geçirilmesiyle sonuçlanmıştır. Sosyolog Cesar Rendueles’in ifadesiyle bir bakıma “post-neoliberal” toplumlar içerisinde yaşamlarımız devam ediyor. Neoliberalizmin temel dayanağı olan serbest piyasa kurgusunun yaşamsal verilerinin tükendiği ortada ama o hâlâ yine Rendueles’in deyişiyle “birtakım anlaşılmaz sesler çıkarmaya ve insanlara acı çektirmeye devam eden siyasal bir zombi” olarak varlığını sürdürüyor. İşte Floyd’un ölümüne yönelik protestoları bu çerçevede ele almak gerekiyor kanımca. Tüm dünyada neoliberal distopyaya karşı tepki olarak hareketler ortaya çıkıyor ancak bu hareketlerin önemli bir bölümü aşırı sağcı/gerici popülizm etrafında şekilleniyor. Floyd protestoları bu kabuğun kırılması noktasında da anlamlı. Bu tarz protestoların, özellikle batılı siyaset kurumlarının demokratik araçlar olmaktan çıkıp, kamusal söylemin daha acımasız ve sert bir hâle dönüşmesine hizmet etmeye başladığı döneme denk gelmesinin oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. KÜRESEL HAREKETLENME Bu bağlamda, devletlerin depolitizasyon süreçlerini hızla çalıştırmaya devam etmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkan apolitik kesimlerin dahi hareketlenmesine ön ayak olabilecek küresel protestoların iyi anlaşılması ve anlatılması gerekiyor. Sonuç olarak modern zamanlarda eylemler hızla küreselleşiyor ve insanlık bir bütün olarak politize olabiliyor. Ne harika bir şey. İnsanlığın tek vücut olarak bir arada kalmasını sağlayabilmek için siyasal projelerin inşasında önceliği sermayeye ve piyasaya veren anlayışın bertaraf edilmesi gerekiyor. Bunun yolu inisiyatif almaktan geçiyor. Floyd protestosu tarzı halk hareketlenmelerinin gelecek süreçte daha da artacağını göreceğiz. Bu nedenle, demokrasi formülasyonuna ilişkin daha radikal taleplerle alanlarda olmak gerekiyor. Uluslararası bir halklar ittifakı yaratılması ve yeni sosyalizasyon araçları üzerinden yoksulların, “kendi kazandıklarıyla yaşayabilen bir sınıf”a dönüşebilmesi ütopya değil. İşte tam da bu nedenle siyasal dönüşümlerin dili hakları değil yükümlülükleri ön plana çıkarmalı. Yükümlülükleri yerine getirmeden bir özgürlük alanı açamazsınız ve şu anda en önemli yükümlülüğümüz demokrasiyi sıkışıp kaldığı “siyasal sistem” söyleminden kurtarıp, hayat tarzına dönüştürebilmek. OTORİTER Mİ TOTALİTER Mİ Siyaset Bilimci Mark Neocleous, “Olağanüstü yöntemlerin tarihi bize bir şey söylüyorsa bu, devlet şiddetine verilecek en etkisiz yanıtın hukukun egemenliğinde ısrar etmek olduğudur” diyor. Otokratların yönettiği ülkelerde siyasallaşmış hukuk seni kurtaramaz demeye getiriyor Neocleous mealen. “Olur mu canım hukuk hukuktur, herkese lazımdır” falan diye klişe parçalayacak olan varsa hiç yeltenmesin. Bu klişe inandırıcılığını yitireli epey zaman oldu. Bununla birlikte kapitalist modelin yüzü mütemadiyen otoriter bir devlet yönetme biçimine dönüktür. Bana göre, sınıf mücadeleleri ve spontane gelişen dünya konjonktürü nedeniyle kapitalist modele içkin “şiddet” olgusu bugüne kadar sınırlı alanlarda faaliyet gösterebildi. Bu nedenle, bu sınırlı alanı daha da daraltmak için otoriter yönetimlerle mücadele günümüzde her zamankinden daha değerli. Çünkü otoriter anlayışın olduğu yerde kalmasını beklemek en hafif tabirle saflık olur. Kimyası itibarıyla otoriter olanın totaliter olmaya çalışması bir zorunluluktur. Avrupa’nın en aksiyoner ve cinayete eğilimli neofaşistlerinin yaşadığı Almanya’da da yoğun bir şekilde devam eden Floyd protestoları yukarıda izah etmeye çalıştığım nedenlerden ötürü oldukça kıymetli. Bu bağlamda, Fransız Sosyalist Yazar Daniel Guerin’in, “Faşizmin sırf savunmada kalan ve bizzat kapitalizmin yıkılmasını amaçlamayan bir mücadeleyle alt edilmesi aldatıcı ve temelsiz bir şeydir” cümlesini meseleyi özetlemesi açısından oldukça anlamlı buluyorum. Dünyada şu anda siyasi mücadeleyi belirleyen en temel öge, kapitalizme ve neden olduğu ekonomik bunalıma başkaldıran emekçi sınıflara hangi ideolojinin hegemonya kuracağı savaşıdır. Faşizm mi sosyalizm mi?  Sermaye er ya da geç 2. Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi faşizm ile uzlaşacaktır. Sermayenin gerçek kâbusu ise bu uzlaşmayı kabul etmeyecek, ona karşı direnç gösterecek bir emekçi sınıfı hareketidir. Sonuç olarak, faşistlerin, dünya ölçeğinde artan eşitsizliğin, din ve kimlik siyasetiyle gölgelemesine izin verilmemeli. Bu perspektifte toplumu en alt katmanına kadar örgütlemeyi başaran ve emekçi sınıfını merkeze alan bir programla ortaya çıkan sol elbette başarılı olacaktır. Bu nedenle sol için retorik yapma günleri sona erdi şimdi hareket geçme, üzerindeki ölü toprağını silkeleme zamanı. Küresel faşizmin dayattığı din ve kimlik siyasetinin, insanı köleleştirmesinin engellenebilmesi için başka bir yol göremiyorum. Ne de olsa değişmez siyasi angajmandır, “Rejimin gücü, muhalefetin kendini göstermemesinde yatar”.