Özgür Çoban yazdı | Avrupa’da yeni siyaset çağının ayak sesleri
Politikyol
Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde aşırı sağcılar, sağdan ve soldan geleneksel siyaset anlayışına tutunan partilerin bulunduğu merkez siyaset alanını dağıtmaya devam ediyor. Avrupa’da artık nefret söylemleri, post-faşist algı ve AB düşmanlığı zemininde yükselen yeni bir siyaset çağı başlıyor. Bunun somut örneklerinden biri geçtiğimiz hafta genel seçimlerin yapıldığı İtalya’da yaşandı. Seçimleri aşırı sağcı Lega ve Fratelli d’ITALIA’nın da içerisinde bulunduğu sağ ittifak kazandı.
Propaganda sürecinde ırkçı ve nefret dolu söylemler ile vaatler adeta havada uçuştu. Göçmenlerin sınır dışı edilmesinden tutun da Romanların kamplarının basılıp dağıtılmasına kadar “içerikli” bir yelpazede onlarca nefret söylemi televizyonlardan vatandaşlarla buluştu. Bunun yanı sıra göçmenlerle alakalı verilen binlerce subliminal mesaj verildiğini de söylemeden geçmeyelim. Seçimlerin sonucunda bu söylemlerin bir karşılığı olduğunu üzülerek gördük. Lafın kısası İtalya’da propagadanda sürecinde, Berlusconi gibi kripto faşistler ile Matteo Salvini gibi açık faşistlerin gövde gösterisine tanık olduk. Bu durum, ister istemez akıllara “medeni değerleriyle övünen AB sınıra dayandı mı” sorusunu getirdi.
İtalya seçimlerinin, AB’de yarattığı etkiyle devam edelim. Benim için en sorunlu alan olan “AB vatandaşları arasında yaşanan mental bölünme ve kutuplaşmanın” bu seçimle bir kez daha teyit edildiğini ve kemikleştiğini gördük. Birliğin, yıllardır kendisini bir siyasi güç olarak ayakta tutan “birlikte hareket etme kabiliyetini” kaybetmek üzere olduğu anlaşılıyor. Zira, İngiltere’den alın Polonya’ya kadar olan alanda, Fransa’da, Avusturya’da, Almanya’da, Hollanda’da, Macaristan’da, Yunanistan’da, İtalya’da, İsveç’te ve daha birçok AB ülkesinde aşırı sağ ya iktidarda ya da parlamentoda önemli bir güç konumda bulunuyor. Brüksel’in ekonomik politikalar başta olmak üzere nobran tavrını daha fazla sürdürebileceğini sanmıyorum. Çünkü aşırı sağ partilerin neredeyse tümü birliğin ekonomi politikalarına muhalefet yaparak başarıya ulaşıyor.
Madalyonun diğer yüzünde ise sol hareketlerin yaşadığı hezimet var. Sol, İtalya’da da hüsrana uğradı ve Avrupa siyaset sahnesinde giderek daha silikleşeceği bir dönemin kapısında maalesef. Merkez Sol, -hep söylüyoruz- emeği ve emekçiyi hiçe sayan neo-liberal politikalara yamanmanın ve içerisinde bulunduğu politik demansın faturasını ödüyor. Tıpkı Almanya örneğinde olduğu gibi. Oyu yüzde 15’lere kadar düşen Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin artık halkın partisi olduğunu kim iddia edebilir ki?
Geçen yıl ve bu yılın başında yapılan seçimlerin tümü AB’nin aleyhine sonuçlandı. AB ülkelerinde demokratik kurumlar zayıflıyor ve aşırı sağcıların yersiz köpürtmeleriyle güvenlik endişesi artıyor. Bu da maalesef nefret söylemi soslu demagojiye geniş alanlar açıyor.
Tersine göç uzak ihtimal mi?
AB’de yer alan hemen hemen tüm ülkelerde post-faşistler kurdukları partilerle merkez siyaset zeminine giriyor ve yerleşik düzen partilerinin boşalttığı alanları dolduruyor. Bu noktadan bakınca merkez siyaset anlayışının da hızla transformasyona uğradığını görüyoruz. Artık yeni sloganlar, yeni politikalar ile aşırı sağcı anlayış merkez siyaseti ve partileri kuşatıyor. Bu yeni olanların pek de olumlu sonuçları olmayacağını yaşayarak göreceğiz. Merkezde yer alan partiler, aşırı sağcı söylemlere dayanarak varlıklarını sürdürmeye çalışıyor ancak biz ülkemizden de biliyoruz ki taklitler sadece asıllarını yaşatıyor.
Avrupa’da hüküm süren faşist ve İslamofobik dalganın, ikonları olan ABD Başkanı Donald Trump’ın sağladığı motivasyonla toplumsal bir meşruiyet kazandığını artık görmek ve kabul etmek gerekiyor. Bu dalga, at gözlüğüyle gezen bazı solcu politikacıların ifadesiyle “ekonomik sorunlardan kaynaklı” tezine sıkıştırılamayacak boyutlara ulaştı.
Peki sürecin bu hızda ve tonda devam etmesinin sonuçları ne olabilir? Ben kısa vadede değil ama orta ya da uzun vadede bir “tersine göçün” olasılıklar içerisinde olduğunu düşünüyorum. Sol bu derece zayıflamışken ve aşırı sağın ortaya koyduğu güçlü otoriterleşme perspektifi paralelinde, bir sabah uyandığımızda Avrupa’da yaşayan milyonlarca göçmenin Türkiye’nin kapısına dayandığını görebiliriz. Avrupa’nın bu saatten sonra aşırı sağdan gelecek her türlü tehdide hazır olması gerekiyor. Zira propaganda sürecinde kullanılan “göçmenler birer saatli bomba” retoriğini sadece bir seçim manevrası olarak düşünmek büyük bir yanılgı olsa gerek. Yine bu retoriği milyonlarca oyla destekleyen Avrupalı seçmeni de bir kenara not etmek gerekiyor kanımca. Nitekim bazı ülkelerde, merkez solda ya da muhafazakâr kanatta yer alan partilerin, aşırı sağcılara yönelik kullandıkları “ırkçı”, “popülist” gibi söylemlerin seçmenleri hiç etkilemediğini de görüyoruz.
Hitler ve Mussolini’nin gölgeleri, her geçen gün daha koyu bir şekilde Avrupa’nın üzerine düşerken, bu soruna “bekleyerek” ve “susarak” çözüm üretmeye çalışan solda ve sağda yer alan partilerin acınası çaresizliklerini izliyoruz bugünlerde. Avrupa’da yeni bir siyaset çağı başlıyor ve sert ayak sesleri şimdiden kulakları rahatsız ediyor.
Yorumlar
Popüler Haberler
Milli Piyango sonuçları açıklandı
'Sarallar' operasyonu: Nadir Metal'in CEO'su Burak Yakın ile 'ünlülerin kebapçısı' Fikret Aydoğdu tutuklandı
Kabine kulisi: 'Yeri sağlam' görülen ve 'gidici' gözüyle bakılan isimler
İstanbul'da üç eğlence merkezi kalıcı olarak kapandı
4 günde ikinci intihar: Marmaray'da bir kişi raylara atlayarak yaşamına son verdi
CHP'li İnan Akgün Alp, kesin ihraç istemiyle disipline sevk edildi