Yaz ve sıcaklar bastırınca işi düşünce ile olanların da kendini tabiri caizse rölantiye aldığını görüyoruz. Malum, herkeste bir yıpranma payı var. Tatil yapmak ve dinlenmek bu yıpranmayı azaltıyor. Tabi yıl içinde yazdığım yazılarda hep güvencesizleri – prekaryayı – vurgularken, kaynaklarının az olduğundan bahsettim. TÜİK rakamlarına göre Türkiye’de insanların % 60’ından fazlası bir haftalık tatili karşılamıyorlar. Yıpranmışlıktan kurtulamıyorlar. Bu mu, Pablo Neruda’nın dile getirdiği gibi yavaş yavaş ölmek oluyor. Adil ve eşit bir Türkiye’de herkesin tatil yapabileceği ve insanca dinlenebileceği bir Türkiye hayaliyle yaşamayı da unutmadan yazıyorum bu hafta.  Düşünür olmak üzerinde mekanın ve siyasetin etkisi üzerine. İbni Haldun Mukaddime kitabında coğrafi mekanlar ile düşünce arasında bir ilişki olduğunu iddia eder. Eserinde çok nemli ve sıcak bölgelerde hava koşullarından ötürü düşünür çıkamayacağını iddia eder. Çünkü aşırı derecede sıcak ve nemli koşullar yaratıcı düşüncenin ortaya çıkması ya da çıkarılması için uygun bir ortam sağlamaz der. Öte yandan uygum iklim koşullarının yani söz gelimi ılıman iklimlerin olduğu coğrafyaların düşünür üretmeye eğilimli olduğunun altını çizer. Burada önemli olan İbni Haldun’un sosyoloji yani toplum bilimi kurulmadan yüzyıllar önce mekan ile toplumsal üretim arasında bağlantı kurması ve bunu eğilim olarak dile getirmesidir. Mekan ile düşünce arasında kuvvetli bir bağ var, bu sadece iklimle ilgili değil. Siyasal rejimler ve düşünce arasında da bir bağlantı mevcut. Söz gelimi Montesquieu despot rejimlerdeki insan tipinin genel olarak yozlaşmış olduğunu varsayar. Her sistem kendi değerlerini yaratıyor ve bunu toplumda yayıyor ve elbetteki düşünce de bundan payını alıyor. Otoriterleşen ya da otoriterleşmiş bir siyasal iklimde yaratıcı düşüncenin fırsat bulma ihtimali çok zayıf. Gücün tek elde yoğunlaştığı, çoğulcu muhalefete izin verilmeyen – şeytanlaştırılan-, özgür basın ve medyanın yok edildiği, yargının siyasallaştığı ve iktidar kadrolarıyla donatıldığı otoriter rejimlerde düşünce ve düşüncenin taşıyıcısı olan aydınlar birkaç şekilde güçlü yara alırlar. Bunlardan ilki özgür düşünce böylesi iklimlerde cezalandırıldığı için düşünce taşıyıcısı ve üreticilerinin bu iklimi terk etmesidir. Özgür iklimlere doğru bir turna göçüdür bu. Geri dönüş de büyük bir zorlama yoksa oldukça zor bir ihtimal. Türkiye’de otoriterleşme eğilimleri ile sadece son on yıllarda tanışılmadı. Daha önce de başka iktidar klikleri devlet üzerindeki tekel kurma mücadelelerinde otoriterleşme eğilimleri izlediler ve aynı şekilde memleketin düşünsel ve bilimsel altyapısı ile bunların üreticilerine göçü zorunlu kıldı. Bu yüzden aydın ve nitelikli insan göçü otoriter rejimlerin ayırdedici özelliklerinden biridir diyebiliriz. Bugün mü? Kimimiz Paris’te, kimimiz Stockholm’de, kimimiz Atina, kimimiz Berlin ve New York’ta. Doğduğumuz şehri özlüyoruz, dilimizi, neşemizi, acımızı, sokaklarımızı, bütün canlılarını. Aydın kavramı son yıllarda çok aşağılandı, içi boşaltıldı ama halen önemli bir damarı teşhis edebiliyoruz. Aydın bir iddiası olan ve bu iddiasında direnen kişidir. Bir direnç noktası oluşturur ve bunu topluma anlatarak o direnci topluma yaymayı amaçlar. Ne için? En nihayetinde iki amacı var diyebiliriz. Siyasal ve sosyal adalet. Ulusal ya da küresel fark etmez. Çoğu zaman birbirini tamamlar. Fransız aydın Jean Jaures’in dediği üzere, yurtseverliğin azı enternasyonalizmi zayıflatır ama çoğu güçlendirir. Küresel düşünüp yerel hareket edebilir aydın çünkü. İmkan dahilinde aydın kendi ülkesinin kaderini iyileştirmeye çalışır, direnir. İşte otoriter rejimler böylesi bir aydından ya da onun iddialarından daha doğrusu bu iddiaların yaygınlaşmasından korkar. Bu yüzden kaynağı kurutmak ister. Kaynak mı? Aydınları ve nitelikli insanları besleyen özgür bir siyasal iklim/mekan. Bu mekanı yok ettiğinizde bu insanlar ya göç eder ya da içeride kendini sansürler. Ama halen bir direniş kalır. Adacıklar halinde toplanan ve az sayıda birbirini bulan kazazedeler gibi hayata tutunan ve direnen bir grup. Direnişlerini buraya yansıtırlar ve özgür bir iklim için mücadele etmekten vazgeçmezler. Yeni yollar, yeni biçemler keşfetmeye çalışırlar. Bir de yaklaşan fırtınaların gizli uğultusuna kulak verirler, direnişlerini bu fırtınalarla birleştirmek için akıllarını keskinleştirirler. Yunan şair Kavafis’in dediği gibi geleceği yalnızca Tanrılar bilir, ama onu hisseden aydınlardır.