Para politikasının önemsizleştirilmesinin getirdiği illüzyonların finans piyasasında oluşturduğu anomaliler fiyatların da doğru oluşmamasına ve yüksek enflasyon ortamında büyük servet transferlerinin gerçekleşmesine neden oluyor.
Sevgili Yalın Alpay’ı birlikte katıldığımız bir televizyon yayınında tanıdım. Çok da şanslıymışım kendisini tanıdığım için. Gerçekten ufuk açan ve yeni bir şeyler öğrenmek adına büyük katma değer sağlayan, son derece bilgili bir insan. O dönemde yeni çıkan kitaplarından birini hemen alıp okumuştum. Kitabın adı Yalanın Siyaseti -Post-Truth. Kitap, yalanın meşrulaştırılması, hakikatin önemsizleştirilmesi ve hileli akıl yürütmeler üzerine çok sade bir dille günümüzde gerçekleştirilen algı yönetimi ve toplumun buna göre nasıl yönlendirildiğini gözler önüne seriyor.
Post-truth, 2016 yılında Oxford Sözlüğü tarafından yılın sözcüğü olarak seçilmiş bir sözcük. Bu sözcüğü oluşturuan Post ve Truth kelimelerinin tanımı konusunda da sözlüğün kendisi tarafından bir uyarı geliyor. Özellikle “Post” sözcüğü için. “Post” ortaya çıkan bir şeyin sonrası anlamında kullanılmıyor bu noktada. Sözlükte daha genişletilmiş bir anlam içerdiği söyleniyor. “Post” kelimesinin buradaki anlamı “Önemsizleşme” olarak kullanılıyor. İkinci kelime “Truth” ise Türkçe ifadesi olarak “Hakikat” veya “Doğruluk” olarak kullanılıyor.
Bu açıklamalar bu yazıda ele almaya çalışacağım “Para Politikası” için neden önemli gelin kısaca bakalım.
Bakan Nebati Ocak ayında “Ekonomistlerle Toplantı” adı altında, elli kişiye yakın uzman, piyasa analisti ve az sayıda ekonomistle yaptığı toplantıda Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB)’nın politika faizini önemsizleştirdiklerini söyleyerek hemen hemen herkesi şaşırtan bir açıklamada bulunmuştu. Aslında gerçek, para politikasının önemsizleştirilmesinden ziyade para politikasının dayandığı doğruluğun önemsizleştirilmesi üzerine kurgulanan bir politika. Kısaca algı yönetimine hazırlık aşaması, herkesin üzerinde mutabık kaldığı ve evrensel kurallara dayanan ekonomi ve para teorilerinin önemsizleştirilmesi ile gerçekleştirilmeye başlanıyordu.
Ontolojik olarak benim zihnime gerek duymadan doğruluğu yaklaşık iki yüz seneden daha fazla zamandır deneme ve yanılma yöntemi ile epistemolojik olarak kanıtlanmış para politikası teoreminin önemsizleştirilmesi için bir takım ontolojik araçlara ihtiyaç duyulacaktı. Bu araçlar insanların tablo, masa, televizyon gibi algıladığı birtakım nesneler gibi olmalıydı. Faizi düşürürken aynı zamanda kurun da sabit kalacağı gösterilmeliydi ki, para politikası önemsizleştirilsin. Kur seviyesi her gün aynı kaldığında, insanlar dönüp “Evet ya, bak faizin, yani para politikasının bir önemi yokmuş, faizi düşürdükleri halde kurda hiçbir şey olmuyor” demeye de başladılar yavaş yavaş. Bunun yapılabilmesi için TCMB’nin var gücüyle döviz satması gerekiyordu. Olmayan döviz satılamazdı elbet. Dövizin de bir yerlerden bulunması gerekliydi.
Kaybedilen döviz rezervlerinin, ortaya çıkan cari açığın finansmanı için bir yandan “Dostlar” yardıma koşuyor, bir yandan kaynağı belirlenemeyen yerlerden açık kapanıyor bir yandan da simbiyotik yaşam tarzı örneklerine başvuruluyordu.
Hemen simbiyotik yaşam nedir onu tanımlayalım isterseniz. Simbiyoz, yani ortak yaşam, iki canlının tek bir organizma gibi birbirleriyle yardımlaşarak bir arada yaşamaları için kullanılan bir terim. Örneğin bir timsah ağzında kalan artıklardan kurtulmak ve dişlerinin temizlenmesini sağlamak için ağzının içine konan kuşları yemez.
Aslında gerçek, para politikasının önemsizleştirilmesinden ziyade para politikasının dayandığı doğruluğun önemsizleştirilmesi üzerine kurgulanan bir politika.
Bizdeki simbiyotik yaşam da tam bu noktada TCMB ile Bankaların kurduğu bir yaşam tarzı olarak görülebilir. Simbiyotik yaşamın “Para Politikası” ile ne alakası var diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Gelin açıklayayım.
Perşembe günü yapılacak TCMB Para Politikası Kurulu kararı şimdiden tartışılmaya başlandı. Acaba TCMB bir önceki toplantı notunda belirttiği gibi kısa vadeli para politikası faizini %1.5 daha indirerek %9’a indirecek mi? Ne önemi var ki diye hemen araya gireyim. Zaten bankalar TCMB’ye 2 hafta veya 1 ay vade ile ABD Doları veya EUR verdiklerinde bunun karşılığında mevcut %10.5 faizin altında, %9.0 oranlara yaklaşan TL faizlerden borç bulabiliyorlar. İşte size bir simbiyotik yaşam tarzı. TCMB -59 milyar ABD dolarına yaklaşan pozisyonunu fonlayabilmek, bankalar da TCMB’den para politikasının bile altında fonlama sağlayabilmek için böyle bir yaşam formunu çok uzun süredir oluşturmuş durumdalar. Aşağıda Tablo 1’de gördüğünüz ihale sonucu bugüne kadarki örneklerden sadece bir tanesi.
Tablo 1
Kısaca bunun ne anlama geldiğini açıklayalım. Bankalar, TCMB’nin döviz mevduatlar konusunda yaptığı ve bankalar için cezai şartlar da içeren tüm düzenlemelerine karşın, ellerinde bulunan döviz kaynağını TCMB’nin açık pozisyonunu fonlaması için TCMB’ye 2 haftalığına borç veriyorlar. Bankaların TCMB’den ABD doları için istediği faiz, ABD Merkez Bankasının politika faizi olarak belirlediği ve piyasada “Effective Rate” olarak geçen %3.8. Kısaca bankalar ortalama %2.15 faizle topladıkları (Grafik 1) ABD doları mevduatlarını TCMB’ye %3.80 ile veriyorlar. Karşılığında TCMB’den 505.63 swap point denen (teknik bir tabir) bir maliyetle TL alıyorlar.
Anlık yaşadığımız rehavetin ileride başımıza ne gibi dertler açabileceğini, yine bilim yoluyla anlayarak, post-truth’un, yani mevcut göstergelerin hakikatle alakalı olmadığının farkına varmamız ve aksiyon almamız gerekiyor.
Bu swap pointin gösterdiği TL faizi ise para politikasının altında. Bankaların döviz mevduat maliyetinin de %3.8 olduğunu varsaydığımızda TL faiz oranının %9.25 olduğunu görüyorsunuz (Tablo-2). Döviz için ödenen %2.15’e karşın alınan %3.8’lik faiz hesaba katıldığında aslında para politikasının nasıl da önemsiz hale geldiği daha da net görülüyor (Tablo -3). Burada TL faizinin %7 civarında olduğu hesaplanıyor.
Bu noktada bazı itirazlar geleceğinden şüphem yok. O itirazların başında tutulan munzam karşılıklar nedeniyle aslında maliyetlerin bu seviyelerde olmadığı vs. gibi konular olacak. Hiç problem değil. Nedeni gayet basit. Para politikasının bu haliyle önemsizleştirilmediği bir noktada olsaydık da bu swap ihaleleri açılıyor olsaydı yine aynı maliyetlere göre bir hesaplama yapılacaktı. Durum bugünkünden farklı olarak simbiyotik bir yaşam tarzını içermeyecek tüm taraflar kendi maliyetlerine kendi koşullarına göre bir fiyatlama yapacak ve piyasa şartlarından bu kadar uzaklaşılmayacaktı.
Grafik 1
Kaynak : TCMB EVDS sistemi
Tablo 2
Tablo 3
Sonuç olarak para politikasının önemsizleştirilmesinin getirdiği illüzyonların finans piyasasında oluşturduğu anomaliler fiyatların da doğru oluşmamasına ve yüksek enflasyon ortamında büyük servet transferlerinin gerçekleşmesine neden oluyor. Hakikatin önemsizleştirilmesi ve bunun için kullanılan araçlarla yaşadığımız süreç Alice Harikalar Diyarında’yı andıran bir ortam. Sürdürülmesi ise neredeyse imkânsız.
Bakan Nebati neoklasik iktisat teorisinden epistemolojik bir kopuş yaşadıklarını söylemişti ama görünen o ki ekonomi yönetimi hakikatten ve doğruluktan kopmuş. Bu kopuşun bedeli ise epistemolojik olarak deneylerle kanıtlanmış bir servet transferini ve toplumun önemli ölçüde yoksullaşmasını beraberinde getirdi.
Yapılması gereken şey oldukça basit aslında. Anlık yaşadığımız rehavetin ileride başımıza ne gibi dertler açabileceğini, yine bilim yoluyla anlayarak, post-truth’un, yani mevcut göstergelerin hakikatle alakalı olmadığının farkına varmamız ve aksiyon almamız gerekiyor.