Bir hırsızlık olayında, aynı mahalleden iki kişi söz konusuysa, ikisinin de ilişkisi zarar görmüştür. Yahut mağdurun güvenlik hissi zarar görmüş olabilir. Dolayısıyla onarıcı adalet tarafların bu ilişkisini onarmaya da odaklanır. Kasım 2021’in başında yayımlanan geçen yazıda adaletin toplumsallaşması konusunu ele almıştım. O sırada Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nın 26. toplantısı Birleşik Krallık’ın İskoçya’da yer alan Glasgow şehrinde toplantı halindeydi. On gün kadar bir araya gelen ülkeler, özellikle son yüz yılda müthiş artmış olan karbon emisyonunu nasıl azaltacaklarını ele aldılar. Bu emisyonun artışına sanayileşme, evlerdeki ve araçlardaki yakıtlar kadar diğer sera gazlarının da -örneğin et tüketimi kaynaklı büyük baş hayvanların otlanırken saldığı metan gazı- sebep olduğunu ve hava sıcaklıklarının 1.1-1.2 derece arasında arttığını biliyoruz. Bu artış da kuraklık yarattığı kadar sıcakların sıklığını, yoğunluğu ve uzunluğunu olumsuz etkiliyor. Zaten toplantının amacı da söz konusu artışı 1,5 derecede tutabilmek için neler yapılabileceği üzerineydi. Bunları konuşmak için toplanan devletlerin, aynı anda bir çok farklı konuda büyük kararlar alması mümkün değil denebilir[1] ama en azından bir dahaki sene konuya dair daha net planlar yapmış olarak tekrar bir araya gelmeye karar verdiler. Keza bugüne dek olan ısınmaya %50 katkı sunmuş zengin Batı ülkelerinin, en kırılgan durumda olan ülkeler için koruma fonlarını iki katına çıkarması kararına 200 ülke katıldı[2]. Elbette kararlar bunlardan ibaret değil ve amacım burada zirveyi ve alınan kararları etraflıca tartışmak da değil. Dolayısıyla çevre konusunu uluslararası hukuk yanından çok, adaletin toplumsallaşmasına bir katkı anlamında, onarıcı adalet kavramı bağlamında ele almak istiyorum. Türkiye onarıcı adalet kavramını sıklıkla gündeme gelen geçiş dönemi adaleti, hakikat komisyonları veya halihazırda bazı ceza davalarında uygulanması bakımından duysa da çevre konusunun bu şekilde ele alınması dünyada oldukça yeni bir düşünce ama önemli. Zira Türkiye’de de ister HES’ler ister maden ruhsatlarına karşı koymak olsun, yıllardır çevre adına veya çevreye verilen zararın oluştuğu yerde yaşayan insanlar ve aktivistler tarafından verilen birçok çevre mücadelesi ve çevre adaleti arayışları bulunuyor. Bunlar sadece köylerde, dağlarda veya Mersin’de yapımı devam eden nükleer santralde olduğu gibi küçük yerlerde de yaşanmıyor. Yeni havaalanı inşaatının kuşların göç yollarına yapılmasından; 2021 yazında özellikle Marmara Denizi’nde yaşanmış olan ve sanki yüzey temizleme ile sorun çözülmüş gibi yapılan müsilaj krizine; balık türlerinin yok olmasına ve hatta Kanal İstanbul düşünülürse İstanbul gibi büyük şehirlerde de yaşanıyor. Üstelik çevre adaleti arayışı sadece bu yerli örneklerle mücadeleyle de sınırlı değil. Türkiye Avrupa’nın da atık mekanı olmuş durumda. Buradan da yeni bir kıvılcım çıkması beklenebilir. Diğer yandan neredeyse bütün yaz tüm Akdeniz ve Ege kıyılarında oldukça çok sayıda orman yangını, karbon emisyonlarının sebep olduğu sıcaklık artışlarının sonuçlarıyla bizi ülkesel olarak da yakından yüzleştirdi. Türkiye’de, ilgililerin uyulmasını talep ettikleri bir çevre mevzuatı yahut bu saydığım örneklerde olduğu gibi halihazırda bir adalet arayışı bulunmuyor mu? Elbette var ve mahkemeler hak arama yeri olarak yine karşımızda. O zaman onarıcı adalet fikrinde yeni olan ne? Alışık olduğumuz adalet sisteminden farklı olarak, onarıcı adalet fikrinde bir kişi hakkında ihlal edilen bir mevzuat maddesi uyarınca bir cezanın istenmesi veya başka taleplerin ileri sürülmesinden çok, insan ilişkilerine verilen zarara odaklanır. Örneğin, bir kişi başkasının bir malını çaldığında, mevcut ceza adaleti sistemi, devletin bu eylemle bozulan kamu düzenini ilgiliye ceza vererek sağlaması ile ilgilidir. Oysa bu hırsızlık olayında, aynı mahallede oturan iki kişi söz konusu ise, eylem nedeniyle o iki kişinin ilişkisi de zarar görmüştür yahut birbirlerini hiç tanımadıkları durumda mağdurun güvenlik hissi de zarar görmüş olabilir. Dolayısıyla onarıcı adalet tarafların bu ilişkisini onarmaya da odaklanır, ki  toplumsallıkla ilişkisi buradadır. Onarıcı adalet aynı zamanda, kişilerin tarafı oldukları ihtilafların çözümüne katılımını -o ihtilafın genellikle avukatlar, hakim veya savcı gibi başka kişiler üstünden adeta onların elinden alınmasına- yeğler. Son olarak, onarıcı adalet yapılan hukuka aykırı davranışa, başka bir acı yaratarak karşılık veren bir cezalandırıcılık yerine ortadaki zararın onarımını hedefler. Örneğin çalınmış olan şey her neyse, mağdur azar azar da olsa onun bedelinin veya yenisinin kendisine yahut başkasına verilmesini isteyebilir. Bir başka deyişle, zararın uyuşmazlığın tarafı olan kişilerin ilişkileri üstünden tanımlandığı, tarafların katılımını ve ilişkilerinde onarımı hedefleyen dolayısıyla toplumsal bir adalet paradigmasıyla karşı karşıyayız. Onarıcı adalete dair bu üç temel prensibin, çevre konusunda gündeme gelmesi nasıl bir fark yaratır? ONARICI ADALETİN FARKI: DUYGULARDAN BAHSETMEK MÜMKÜN Öncelikle, bu yaklaşım aslında konuya dair farklı bir söylemi mümkün kılar, çünkü sadece kanunda yazılan zarar ve ziyan üstünden değil, genelde bu zarara maruz kalan güçsüz grupların duyulma olanağını yaratır. Dahası, onarıcı adalet mekanizmaları resmi adalet mekanizmalarından farklı olarak, katılımcıların eşit düzlemde -yargıç veya savcı gibi yukarıda yer alan bir koltukta oturan biri ile değil- aynı göz hizasında oturarak konuşmasını ve özellikle kendini zayıf hissedenlerin güçlenmesini sağlar. Adaleti daha farklı yerlerden konuşmak, hukuki açıdan tanınmayan bir zararı dile getirmenin veya yenilikçi bir onarımı sağlamanın yolu da olabilir. Mahkemelerde hukuki olmadığı için dışlanan, kızgınlıktan üzüntüye birçok duygudan bahsedilmesini, katılımcıların kendi durdukları yeri anlatmasını sağlar. Böylece bir düzeltme veya giderim taahhüdüne ulaşılabilir. Nitekim, onarıcı adalet süreçlerine katılan sanıkların, yeniden suç işleme oranlarının sadece ceza adaleti sisteminde yer alan sanıklara göre daha düşük olduğunu da biliyoruz. “Onarıcı bir çevre adaleti süreci, zarar görmüş topluluklarla şirketler arasında, devletle aktivistler arasında, zarara uğramış topluluklar ve tabii ki insanlar arasında olabilir. Bunun sonucunda zararı gidermeye ve engellemeye yönelik birçok taahhüt içeren planlar yapılabilir. Bunlar arasında özür; çevre zararının giderilmesi; gelecekteki zararın önlenmesi; mevcut yerde düzeltim yapılamıyorsa başka bir yerde düzeltim yapılması; mağdurlara tazminat ödenmesi; toplumsal hizmet sunulması; zararı veren şirketin faaliyetlerinin çevresel açıdan denetimi; şirket çalışanlarının çevre eğitimi alması gibi, bir mahkeme kararında yer alamayacak bir çok unsura yer verilebilir”[3]. Özellikle “hellalleşme” kavramı üstünden toplumsal adalet arayışını, barışı ve onarımı konuştuğumuz şu günlerde, çevre konusunun giderek artan yakıcılığı, geçmiş ve gelecek kuşaklar, doğanın kendisi ve onları kimin temsil edeceği, zarar görenler ve aktivistler açısından farklı bir bakışı gerekli kılıyor. -- [1] “Why the COP26 climate summit will be both crucial and disappointing”, The Economist https://www.economist.com/leaders/2021/10/30/why-the-cop26-climate-summit-will-be-both-crucial-and-disappointing [2] “6 takeaways from the UN Climate Conference”, The New York Times https://www.nytimes.com/2021/11/13/climate/cop26-climate-summit-takeaways.html?te=1&nl=morning-briefing%3A-europe-edition&emc=edit_mbe_20211115 [3] https://www.euforumrj.org/en/environmental-justice European Forum For Restorative Justice (Avrupa Onarıcı Adalet Forumu).