Türkiye’nin hukuk devleti vasfını kaybetmesi, sermayenin kaçmasıyla sonuçlanmış; bu ise istihdamın daralmasına, işsizliğin artmasına yol açmıştır. Dolayısıyla çözüm, keyfîliği daha ileri noktaya taşıyacak olan OHAL yönetimi değildir. Prof. İzzet Özgenç’in 13 Aralık 2021’de Twitter hesabından yaptığı açıklamalar, Türkiye’yi olağanüstü hal tartışmalarına sürükledi. Özgenç’in açıklamaları şöyleydi: “Türk Lirasının yabancı paralar karşısındaki süregelen değer kaybı, “AĞIR EKONOMİK BUNALIM” sonucunun ortaya çıkacağı süreci başlatmıştır. Bu nedenle kaçınılmaz görünen ağır ekonomik bunalım sebebiyle OLAĞANÜSTÜ HÂL ilânına (Any., m. 119), toplum olarak hazırlıklı olmamız gerekir.” Bu yazıda Prof. Özgenç’in OHAL çağrısının yaratması muhtemel sonuçlara değinerek bu çağrının isabetini tartışacağım. ANAYASAMIZA GÖRE OLAĞANÜSTÜ HAL Olağanüstü hal, Anayasamızın 21 Ocak 2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanunla değişik 119. maddesiyle düzenlenmiştir. Maddenin ilk fıkrası şöyledir: “Cumhurbaşkanı; savaş, savaşı gerektirecek bir durumun başgöstermesi, seferberlik, ayaklanma, vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışma, ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten veya dıştan tehlikeye düşüren şiddet hareketlerinin yaygınlaşması, anayasal düzeni veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerinin ortaya çıkması, şiddet olayları nedeniyle kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması, tabiî afet veya tehlikeli salgın hastalık ya da ağır ekonomik bunalımın ortaya çıkması hallerinde yurdun tamamında veya bir bölgesinde, süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilan edebilir.” Görüldüğü gibi bu fıkra, olağanüstü hal ilan etme yetkisini Cumhurbaşkanına tanımıştır. Cumhurbaşkanı bu kararı tek başına alacaktır. Ancak maddenin 2. fıkrası, Cumhurbaşkanının vereceği olağanüstü hale geçiş kararının TBMM’nin onayına tâbi olduğunu düzenlemiştir. Cumhurbaşkanı, aynı zamanda TBMM’de çoğunluğa sahip olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Genel Başkanıdır. Üstelik Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişle birlikte Ak Parti, MHP ve BBP bir blok oluşturmuş olup Cumhur Bloku adını alan bu grup, her konuda ittifak ile hareket etmektedir. Bu tablo karşısında Cumhurbaşkanının vereceği bir olağanüstü hale geçiş kararının TBMM tarafından onaylanmaması, ihtimal dâhilinde değildir. OLAĞANÜSTÜ HALE GEÇİŞİN HUKUKÎ SONUÇLARI NELERDİR? Olağanüstü hale geçişin hukukî sonuçlarının bir kısmı, Anayasanın 119. maddesinin 5, 6 ve 7. fıkralarında, bir kısmı ise 5. fıkranın atıfta bulunduğu 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanununun 9 ve 10. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu hükümler incelendiğinde olağanüstü hale geçişin yaratması muhtemel sonuçlar, aşağıdaki gibi açıklanabilir. Olağanüstü Hale Geçişin Anayasal Sonuçları 1.119. maddenin 5. fıkrasından doğacak sonuçlar: 1.fıkra şöyledir: “Olağanüstü hallerde vatandaşlar için getirilecek para, mal ve çalışma yükümlülükleri ile 15 inci maddedeki ilkeler doğrultusunda temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya geçici olarak durdurulacağı, hangi hükümlerin uygulanacağı ve işlemlerin nasıl yürütüleceği kanunla düzenlenir.” Görüldüğü gibi bu fıkra, üç ayrı sonuçtan söz etmektedir. Bunlardan biri, vatandaşlar için para, mal ve çalışma yükümlülüklerinin getirilebileceği; ikincisi temel hak ve hürriyetlerin 15. maddeye uygun olarak sınırlanabileceği veya durdurulabileceği; nihayet üçüncüsü, olağanüstü hal döneminde uygulanacak hükümlerin kanunla düzenleneceği meselesidir.
  • Para, mal ve çalışma yükümlülükleri:
5.fıkra, vatandaşlar için para, mal ve çalışma yükümlülüklerinin getirilebileceğinden söz etmektedir. Bu, özellikle ağır ekonomik bunalım nedeniyle ilan edilecek bir olağanüstü halin yaratması en muhtemel sonuçtur. Burada akla ilk gelen, Anayasanın 35. maddesiyle düzenlenen mülkiyet hakkı, 48. maddesiyle düzenlenen çalışma, sözleşme ve teşebbüs hürriyeti, 49. maddesiyle düzenlenen çalışma hakkı ve ödevi, 50. maddesiyle düzenlenen dinlenme hakkı, 55 maddesiyle düzenlenen adaletli ücret hakkıyla asgarî ücret hakkı ve 60. maddesiyle düzenlenen sosyal güvenlik hakkı gibi hakların sınırlanabileceği, hatta durdurulabileceği meselesidir. 1.2. Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması ve durdurulması: 119.maddenin 5. fıkrası, Anayasanın Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması başlıklı 15. maddesine atıfta bulunmaktadır. Bu madde, olağanüstü hallerde temel hak ve hürriyetlerin sınırlanabileceği ve durdurulabileceğini hükme bağlamakta; ancak sınırlama ve durdurmanın belli sınırlar dâhilinde olabileceğini düzenlemektedir. 15. maddeyle getirilen sınırlar, üç grupta incelenebilir. Bunlardan ikisi, maddenin ilk fıkrasıyla düzenlenmiştir. Buna göre olağanüstü hallerde, temel hak ve hürriyetler sınırlanırken veya durdurulurken milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklerle ölçülülük ilkesine riayet edilecektir. 119.maddenin ilk fıkrasında yer alan milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklerin neler olduğu tespit edilirken Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası sözleşmelerle bu sözleşmelerden doğan sonuçların dikkate alınması gerekir. Bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, bu Sözleşmenin ekli protokolleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları, akla gelen ilk sınırları oluşturmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin kararları da bu yöndedir. 119.maddenin ilk fıkrasında yer alan diğer sınırlama ise ölçülülük ilkesidir. Anayasa Mahkemesi’ne göre ölçülülük ilkesi, “temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının sınırlandırılması veya durdurulması için başvurulan aracın amacı gerçekleştirmeye elverişli ve bunun için gerekli olmasını, ayrıca araçla amacın ölçülü bir oran içinde bulunmasını ifade etmektedir. Buna göre tedbir, olağanüstü durumu oluşturan tehdit veya tehlikelerin ortadan kaldırılması amacına ulaşma bakımından elverişli ve bu amacın gerçekleşmesi için gerekli olmalı; ayrıca tedbire konu temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlama durumun gerektirdiği oranda olmalıdır. Bir başka deyişle alınan tedbirle temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlama durumun gerektirdiği oranı aşarak keyfî niteliğe dönüşmemelidir” (E. 2016/205, K. 2019/63, k.t. 24/07/2019, R.G. Tarih/Sayı 31.10.2019/30934, par. 24). Çok yakın bir tarihte yaşadığımız olağanüstü hal döneminin uygulamalarını dikkate aldığımızda, 15. maddenin ilk fıkrasında yer alan sınırlamalara riayet edilmediği görülmektedir. Dolayısıyla ne 119. maddenin 5. fıkrasının 15. maddeye yaptığı atıf ne de 15. maddenin ilk fıkrasındaki ölçüler, temel hak ve hürriyetler için güvence oluşturabilecektir. Bu yüzden olağanüstü hal, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde zaten güvencesiz olan temel hak ve hürriyetleri, büsbütün güvencesiz bırakacaktır. Bu nedenle Türkiye’de olağanüstü hale geçiş, arzu edilmesi en son olasılık dahi olmamalıdır. 15.maddenin içerdiği diğer sınırlar ise maddenin 2. fıkrasıyla düzenlenmiştir. Bu fıkra şöyledir: “Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.” Bu fıkrada yer alan sınırlara da 22 Temmuz 2016 – 18 Temmuz 2018 tarihleri arasındaki olağanüstü hal döneminde riayet edilmediği, aksine bu fıkrada yer alan hakların ve anayasal ilkelerin açıkça ihlâl edildiği bilinmektedir. Olağanüstü halin acı tecrübeleri hafızalarımızda hâlâ canlıyken ve olağanüstü hal uygulamalarıyla ortaya çıkan ağır hak ihlâlleri henüz giderilememişken, bir hukuk profesörünün olağanüstü hal çağrısında bulunması, fevkalade şaşırtıcı ve üzüntü vericidir. 1.3. Olağanüstü hallerde uygulanacak hükümlerin kanunla düzenlenmesi: 5.fıkra, olağanüstü hallerde uygulanacak hükümlerin ve yürütülecek işlemlerin kanunla düzenleneceğini vurgulamaktadır. Cumhurbaşkanının vereceği olağanüstü hale geçiş kararı, TBMM tarafından onaylandığı takdirde, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu uygulanacaktır. 2935 sayılı Kanunun 10. maddesi, Cumhurbaşkanına oldukça geniş yetkiler sunmuştur. Ağır ekonomik bunalım hallerinde yükümlülükler ve alınacak tedbirler başlıklı 10. maddenin ilk fıkrası şöyledir: “Ağır ekonomik bunalım sebebiyle olağanüstü hal ilanı durumunda, ekonominin düzenlenmesi ve iyileştirilmesi amacı ile mal, sermaye ve hizmet piyasalarını yönlendirici; vergi, para, kredi, kira, ücret ve fiyat politikalarını belirleyici ve çalışmaya ilişkin her türlü tedbir ve yükümlülüklerin tespiti, tanzimi ve takibi konularında Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılabilir.”  Ekonomik bunalım nedeniyle ilan edilecek bir OHAL döneminde, vatandaşların pek çok ekonomik ve sosyal hakkının Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle durdurulabileceği akla getirmektedir. Üstelik bu kararnameler AYM denetimine de tâbi değildir. Görüldüğü gibi bu hüküm, Cumhurbaşkanına ağır ekonomik bunalımı sona erdirmek için çok geniş bir alanda kararname çıkarma yetkisi tanımıştır. Bu ise ağır ekonomik bunalım nedeniyle ilan edilecek bir olağanüstü hal döneminde, vatandaşların pek çok ekonomik ve sosyal hakkının Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle sınırlanabileceğini, hatta durdurulabileceğini akla getirmektedir. Üstelik aşağıda görüleceği gibi bu kararnameler, Anayasa Mahkemesi’nin yargı denetimine de tâbi değildir. 2.119. maddenin 6. fıkrasından doğacak sonuçlar: 2.fıkra şöyledir: “Olağanüstü hallerde Cumhurbaşkanı, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda, 104 üncü maddenin onyedinci fıkrasının ikinci cümlesinde belirtilen sınırlamalara tabi olmaksızın Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Kanun hükmündeki bu kararnameler Resmî Gazetede yayımlanır, aynı gün Meclis onayına sunulur.” Görüldüğü gibi bu fıkra, Cumhurbaşkanına olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi yayınlama yetkisi tanımıştır. Olağanüstü hallerde kabul edilecek olan bu kararnamelerin olağanüstü halin gerektirdiği konularla sınırlı olacağı hükme bağlanmıştır. Dolayısıyla Cumhurbaşkanının olağanüstü halin gerekli kılmadığı bir konuda olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamesi çıkaramaması gerekir. Ne var ki Anayasanın 148. maddesi, bu işlemleri Anayasa Mahkemesi’nin yargı denetimi dışında bıraktığından konu sınırına riayet edilmemesinin hukukî bir yaptırımı olamayacaktır. Dahası 6. fıkra, anayasal hak ve özgürlükleri bu işlemler karşısında büsbütün güvencesiz kılacak bir ifadeye de yer vermiştir. 119. maddenin 6. fıkrasıyla bu fıkranın atıfta bulunduğu 104. maddenin 17. fıkrasının birlikte değerlendirilmesinden çıkacak sonuç şudur: olağanüstü dönemlerde çıkarılacak olan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle siyasi haklar ve ödevleri düzenleyebilecektir. Bu işlemlerin anayasa yargısı dışında olduğu dikkate alındığında olağanüstü hallerde Cumhurbaşkanının kabul edeceği kararnameler, yukarıda değindiğimiz 15. maddenin içerdiği kriterleri ihlâl ettiği takdirde uygulanabilecek herhangi bir yaptırım olmayacaktır. Çünkü söz konusu işlemlerin anayasa yargısı dışında bırakılması, 15. maddedeki güvenceleri etkisiz kılmaktadır. Böylece anayasal hakların tamamı, olağanüstü hal kararnameleriyle keyfî biçimde sınırlanabilecektir. Nitekim 15 Temmuz darbe teşebbüsünü bastırmak amacıyla ilan edilen olağanüstü hal döneminde kabul edilen OHAL kanun hükmünde kararnameleriyle çok sayıda vatandaşımızın pek çok anayasal hakkı, tereddütsüzce ihlâl edilebilmiştir. 3.119. maddenin 7. fıkrasından doğacak sonuçlar: Bu fıkra şöyledir: “Savaş ve mücbir sebeplerle Türkiye Büyük Millet Meclisinin toplanamaması hâli hariç olmak üzere; olağanüstü hal sırasında çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri üç ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülür ve karara bağlanır. Aksi halde olağanüstü hallerde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi kendiliğinden yürürlükten kalkar.” Görüldüğü gibi bu fıkra, Cumhurbaşkanının olağanüstü hallerde kabul ettiği kararnameleri TBMM’nin onayına tâbi kılmış; bu onay iradesinin üç ay içinde açıklanmasını hükme bağlamıştır. TBMM onay iradesini üç ay içinde açıklamazsa olağanüstü hal kararnamesi, kendiliğinden yürürlükten kalkacaktır. Burada üzerinde durulması gereken önemli bir husus, TBMM’nin onay işlemiyle birlikte olağanüstü hal kararnamesinin kanunlaşacağı; böylece Anayasa Mahkemesi’nin yargı denetimine tâbi olacağıdır. Bu nedenle 7. fıkranın, TBMM’ye, onay iradesini açıklaması için üç ay sınırını getirmesi olumludur. Çünkü TBMM’nin onay iradesi geciktikçe olağanüstü hal kararnamesinin kanunlaşması ve yargı denetimine tâbi hale gelmesi mümkün olmayacaktır. Ne var ki TBMM, onay iradesini üç ay içinde açıklamadığı takdirde yürürlükten kalkacak olan olağanüstü hal kararnamesinin yeni bir olağanüstü hal kararnamesiyle yürürlüğe girmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır. Bu, özellikle meclis çoğunluğunun Cumhurbaşkanıyla aynı yönde hareket etmesi halinde dikkate alınması gereken bir husustur. Böyle bir durumda TBMM, kasıtlı olarak onay iradesini açıklamayacak; böylece üç ay süreyle olağanüstü hal kararnamesi, yargı denetimi dışında kalacaktır. Sürenin dolmasını takiben yürürlükten kalkan olağanüstü hal kararnamesi, yeni bir olağanüstü hal kararnamesiyle tekrar yürürlüğe girecek ve yargı bağışıklığı devam edecektir. Mevcut parlamento aritmetiği dikkate alındığında bu olasılığın gerçekleşmesi kuvvetle muhtemeldir. Bütün bu açıklamalar, Prof. İzzet Özgenç’in olağanüstü hal çağrısının Türkiye’yi ve 84 milyonun geleceğini ne ölçüde tehdit edecek sonuçlar doğuracağını göstermektedir. Kendisinin sonradan yayınladığı özür mesajının, böylesine büyük bir hatayı affettirmeye yeterli olup olmadığını değerlendirecek olan ise kamu vicdanıdır. ÇÖZÜMÜ NEREDE ARAMALI? Burada dikkate alınması gereken en can alıcı husus ise şudur: Türk Lirasının değer kaybı, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçiş için yapılan halkoylaması sürecinde başlamış; bu hükümet sisteminin yürürlüğe girdiği Temmuz 2018’i takiben hızlanmış; nihayet Aralık 2021’de zirveye tırmanmıştır. Üretim maliyetini yükselten bu tablo, mal ve hizmetlerde fiyat artışıyla sonuçlanmıştır. Böylece vatandaşların satın alma gücü, hızla düşmüştür. Öte yandan Türkiye’nin hukuk devleti vasfını kaybetmesi, yerli ve yabancı sermayenin ülkeden kaçmasıyla sonuçlanmış; bu ise istihdamın daralmasına, işsizliğin artmasına yol açmıştır. Kısacası Türkiye’nin bugün karşı karşıya kaldığı ağır ekonomik bunalım tablosu, bizzat yönetimde keyfîliğin ve hukuk tanımazlığın sonucudur. Dolayısıyla çözüm, hukuksuzluk ve keyfîliği daha ileri noktalara taşıyacak olan olağanüstü hal yönetimi değildir. Çözüm, yönetimde keyfîliğe ve hukuk tanımazlığa dayanan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin terk edilmesi, kuvvetler ayrılığı esasına dayanan parlamenter sisteme geçilmesi ve hukuk devletinin tüm unsurlarıyla yaşanır kılınmasıdır.