Asgari ücretin artmasıyla bütün meslek grupları “açlık sınırında” eşitlendi. Buna özelde çalışan öğretmenler de eklendi. Birçok kurum velilerden aldıkları ücretlere zam yaparken öğretmenlerin maaşlarına cüzi miktarda zamlar yaptılar. Malumunuz son zamanlarda bir emekçi uyanışı var. Trendyol çalışanlarıyla başlayan bu uyanış,  Yemeksepeti, Scotty, Migros derken özel okul öğretmenlerine yayıldı. Senelerdir yazılarımda yazdığım bir konuydu. Bu konuyu bu kadar dile getirmemdeki sebep, kendi yaşadığım süreçle empati kurmam oldu. Çünkü ben de bir özel öğretim kurumu öğretmeniydim. Mezun olurken dünyayı değiştireceğimi düşünüyordum, çalışırken sınıfımı değiştiremediğimi fark ettiğim gün bu sistemden uzaklaştım. Peki, özel okul öğretmenleri ne istiyor? İlk olarak öğretmenliğin “kutsal” kisvesi altına sığdırılıp ucuz ş gücü anlayışından çıkarılmasını istiyorlar. Her iş profesyonel kategorisine girerken öğretmenlik neden “parayla yapılmayacak kadar kutsal” kategorisine giriyor anlamıyorum. Asgari ücretin artmasıyla birlikte bütün meslek grupları “açlık sınırında” eşitlendi. Buna özelde çalışan öğretmenler de eklendi. Birçok kurum velilerden aldıkları ücretlere zam yaparken öğretmenlerin maaşlarına cüzi miktarda zamlar yaptılar. “Sen gidersen başkası gelir” anlayışının yerleşmesi için senelerdir sistematik bir üniversite kontenjan artışı yapılıyordu zaten. “Yata yata para kazanıyorlar” sesleri yazıyı yazarken kulağımda çınlamaya başladı. Hemen buraya da bir açıklama getirelim. Öğretmenler sabah 08.00-17.00 arası ÖĞLE ARASI olmadan çalıştırılıyorlar. Yani öğle arası var ancak bu sürede ya sınıfınızın başında musakka yiyorsunuz ya da hızlıca yemeğinizi yiyip nöbet yerinize geçiyorsunuz. Yemek demişken çalıştığım bir kurumda kantin olmadığı için su satılmıyordu ve teneffüste dahi dışarıdaki büfeden su almamız yasaktı. E bir nevi hapishane sistemi, okula girdin mi çıkamıyorsun. Bu arada asgari ücret demişken işin çakallığını da hemen geliştirmiş bizim zincir okullar. Öğretmene parayı bankadan yatırıyor elden gerisini alıyorlar. Çoğu öğretmen 3600-3900 gibi ücretlere çalıştırılıyor. Peki, çalışma saati ne kadar? 20+20 saat derse girdiriliyorlar haftada. İlk duyuşta 40 saat normal bir süre geliyor size. Ama 40 saat çalışma saati demiyorum 40 saat ders saati diyorum. Yani bizim sermaye sahipleri bunun da arkasına sığınacak bir kılıf bulmuşlar. Öğretmeni okulda tutuyor, tutarken etüt veriyor, veli görüşmesi ayarlıyor, zümre toplantısı koyuyor, asla bir işe yaramayan mesleki gelişim zımbırtıları koyuyorlar… Yetmez gibi bir de hafta sonuna göz dikiyorlar. Malum öğretmenin emek sömürüsü veliye makbuz olarak sunuluyor. Hafta sonuna da bir ek çalışma koyuyor. Oldu mu size haftalık çalışma 55-60 saat. “E mesai ücreti alıyorlardır” diyeceksiniz. Sene başında öğretmenlerle aylık ücretten anlaştıkları için mesai ücreti falan yok. Bu aylık ücretin içi “güç” tarafından istediği gibi dolduruluyor. “MEB ne yapıyor bu süreçte?” demeyin ne olur. Çalışırken Özel Okullar Daire Başkanına yaşadığımız nahoş durumları anlatmıştım. Aldığım cevap “maaşını az da olsa yatırıyorlarmış daha ne istiyorsun maaşı ödemeyen kurumlar da var” oldu. Benim için doyurucu bir cevap oldu. Sistem mücadelesinde tamamen yalnız bırakıldığımızı anlamış oldum. TÖZOK toplantısında Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’in özel okul sahiplerine “İstirham ediyorum öğretmenlerin şartlarını düzeltin, inşallah yaparsınız” diye yalvarışları da bunu destekler nitelikte oldu.
Bu emek sömürüleri bir gün bitecek. İnsani yaşam koşullarının “karın doyurma” çizgisinde kalmadığı günler de gelecek…
MEB tarafından yalnızlığı tanımlayacak bir diğer unsur da sene başında öğretmenlere ödenen eğitim öğretim ödeneği. Ödeniyor ödenmesine de elden geri alınıyor. Elden geri vermeyenin işine son veriliyor. Diyelim “braveheart” bir öğretmen çıkıp bu usulsüzlüğü şikâyet ediyor ve haklı bulunuyor. O zaman da bu ücreti almak için dava açması gerekiyor. E tabii 1500 lira için dava açınca yine işinden kovuluyor. Öğretmene MEB’in sunduğu her hak “işten kovulmak” oluyor. Sanırım MEB’in öğretmeni yalnızlaştırma politikasının altında da okulların arkasındaki siyasi organik bağlar var. Son olarak öğretmenlerin uğradığı veli zorbalığına değinmek istiyorum. Öğretmenlerin cep telefonu numaralarının velilere verilmesini bir zorbalık olarak görüyorum. Çalıştığım sürede gece 23’e kadar telefonla velilerimi “pışpışlardım.” “Acil” adı altında pazar sabahı çocuğun durumunu değerlendirirdim. Burayı ağlama duvarına çevirecek “değ(y)ilim” ancak siz yine de çocuğunuzu gönderdiğiniz kurumların sahibini, bağlarını, öğretmene verdiği değeri sorgulayın. Bu emek sömürüleri bir gün bitecek. İnsani yaşam koşullarının “karın doyurma” çizgisinde kalmadığı günler de gelecek…