Medyascope’tan Mehmet Yaşar Altundağ kendilerini “Öfkeli Genç Türkler” olarak adlandıran bir grup arkadaşla röportaj yapmış. Kim olduklarına, nasıl hissettiklerine, sığınmacılar konusunda ne düşündüklerine ve Kürt siyasal hareketine bakış açılarına dair konuşmuş. Röportaj çok ilgimi çekti. Türkiye’nin demokrasiye, adalete ve eşitliğe olan hasretinin son bulması ve istenilen refah seviyesine ulaşabilmesi için çorbada mutlaka tuzu bulunması gereken ve güçlü aidiyet bağlarımın olduğu bu kesimin son gelişmelere dair düşünceleri elbette çok mühim. Kendisi de bir zamanlar öfkeli olan genç bir Türk olarak, arkadaşlarla uzun sohbetler etmeyi çok isterdim. Umarım bir gün bu fırsatı bulurum. Şimdilik, eğer kulak asmak isterlerse kendileriyle buradan hasbihal etmeye çalışacağım. Çünkü 20’li yaşları milliyetçiliğin yarattığı öfke nöbetleri ile geçmiş bir Türk olarak sahip oldukları hissiyat ve düşünceler çok tanıdık geldi. Sıkıcı bir monolog olmaması için mümkün mertebe arkadaşların analizleri üzerinden gitmeye ve soru sormaya gayret ederek diyaloga yakın bir ton tutturmaya çalışacağım. Umarım onları daha da öfkelendirmem. ‘AKP-MHP iktidarının millet, devlet, bayrak gibi milliyetçilikle özdeşleşen değerleri siyasi bir rant malzemesi haline getirip bu kavramların altını boşalttıklarını’ söyleyerek başlamışsınız söze. Sonuna kadar haklısınız. Ama keşke bu yerinde itirazın devamını da getirseniz ve ‘Neden bu rantın alıcısı bol ya da bu rantın halk arasındaki alıcıları daha çok hangi cenah?’ soruları üzerine hep birlikte kafa yorsak. Kim bilir belki de bulacağımız cevaplar, kavramların rant malzemesi haline getirilmesini önlemenin yolunu açar. ‘Türklük kimliğinin bir nevi saldırı altında olduğunu, Balyoz ve Ergenekon operasyonlarıyla başlayan ve daha sonrasında Kürt açılımı süreciyle devam eden, en sonda da sığınmacıların ülkeye göçüyle beraber Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli olan değerlerin zarar gördüğünü ve bu yüzden milliyetçiliğe sahip çıkılması gerektiğini’ dile getirmişsiniz. Cumhuriyet’in vaatleri demokrasi, hukuk ve eşitlikti, halen de öyle. O halde Kürt’ün Kürt olarak sizlerle eşitlenmek istemesi niye zarar versin Cumhuriyet’e? Aksine herkesi Türk kimliğini, kendi öz kimliği gibi kabul etmeye zorlayan bakış açısı, o kimliğe olan güvensizliği; bunca korumacılık, o kimlikte içten içe bir dizi zaaf olduğunu göstermez mi? Ayrıca böyle bir yaklaşım karşı milliyetçilikler doğuracaktır. Bu da hanelerimizi birbirine bağlayan ortak çatı olmasından memnuniyet duyduğumuz Cumhuriyet’i herkes için bir ağırlığa dönüştürür. Nitekim öyle olmadı mı? Bugüne kadar yapılan itirazları bir de bu gözle ama hep birlikte ve sakinlikle gözden geçirmeye ne dersiniz? Bir diğer arkadaşımız “Öfkeli Genç Türk demek, AKP tarafından gençliği çalınmış gençler demek. Bizler ekonomi politikalarından, sürekli fakirleşmekten rahatsızız. Ekonomik problemlerin tetiklediği mülteci ve göçmen politikalarından da rahatsızız” diyor. Gençliği çalınan kesim sadece Türkler mi? Diyelim sadece Türkler. Peki çalanlar Kürtler veya Suriyeliler ya da Afganlar mı? Türklerin gençliğini çalanlar da yine Türkler, hem de senelerdir yerlilik-millilik teranesi okumaktan yorulmayan, bu teranenin gölgesi altında yalnız gençliğimizi değil geleceğimizi de çalanlar değil mi? “Öfkeli Genç Türkler olarak, öncelikle yaşadığımız toprakların örtülü ve açık olarak istila edilmesine karşıyız. Ülkemize yönelen göçleri açık bir güvenlik tehdidi olarak görmekteyiz” diyorsunuz. Bir zamandır moda olan bu istila terimi, iktidarın beka söyleminin yansıması ve farkında olmasak da onun pozisyonunu yenileyip güçlendirmesini hizmet ediyor. Mevcut göç politikasızlığı haklı bir itiraz. Bunu iktidarın güvenlikçi söylemini taklit etme tuzağına düşmeden dile getirmenin bir yolunu bulamaz mıyız? “Bizler muhafazakâr ailelerinin seküler çocuklarıyız. Dine dayalı bir yaşantı yaşamak istemiyoruz. LGBTİ+’dan tutun birçok olaya kadar bunları bir sorun olarak görmüyoruz” diyorsunuz. Geleceğe giden yolda harika bir başlangıç noktası. Hayat tarzları konusundaki bu çoğulculuğu her alana tatbik ederek, her alanda gözeterek aydınlatsak ya günlerimizi. Bunu yapabilirsek, bizi ortaklaştıran öfke, rahatlıkla ortak bir neşeye evrilebilir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu örnek veren bir genç onun dini yaşamını ve siyasi kariyerini ayırmasını takdir ettiğini söylemiş ve “İmamoğlu mesela türbeyi ziyaret eder, Yasin okur. Ama bunlar kendi özel yaşamında olur. Ben de bunları yaparım ama bunu siyasi bir amaç kullanılmasına karşıyım” diye eklemiş. İşte ortaklaştığımız bir başka konu. Şahsen eşit yurttaşlık denilen özlemimize yaklaşmak için aynı ilkenin Türk kimliği için de geçerli olması gerektiğini düşünerek ayrılıyorum sizden yalnızca. Eşitliği gölgeleyen her söyleme biraz mesafe koyarak bakmaktır belki çare. Hiç değilse birbirimizde açtığımız yaraları karşılıklı sarana kadar. Bir arkadaş da kendisini milliyetçi ve Türkçü değerlere yakınlaştıran olayları anlatmış: “Özellikle Kürt açılım sürecinde bir anti-milliyetçilik havası hakimdi. 12-13 yaşlarındayken Mersin’deki bir Nevruz kutlamasında bir Türk bayrağının yakılması beni çok etkilemişti. Koç Üniversitesi’nde de okurken fark ettiğim bir şey vardı. Koç’ta, Boğaziçi’nde veya İstanbul Üniversitesi’nde ‘Türk’sün bundan utan, Türk’sün bundan özür dile’ diye bir ortamın varlığını hissediyordum.” Dünyanın her yerinde hakim ve kendini dayatan dil ve kimliğe bu türlü direnişler olur. Uyarı fişeğidir bu direnişler. ‘Ya hu ne oluyor, ben ne yapıyorum?’ diye sorarak başlamak gerekir diyaloğa ki kimlikler katılaşmasın, kendilerini yenileyip varlıklarını sürdürebilsin. Anadili yasaklanan insanların, yasaklanmayıp dayatılan dili konuşanlardan memnuniyet duymalarını nasıl bekleriz. Türkler olarak, Türkçe’nin saygınlığını koruyabilmesi için bu topraklarda konuşulan diğer bütün dillerin özgürleşmesi gerekir diyecek bir özgüven geliştirmemiz gerekmiyor mu? “Türkiye’yi kutuplaştıran, milli birliğimize zarar veren AKP iktidarıdır. Bu sebeple benim düşüncem, Türkiye bu iktidar ve ortaklarından, Türkiye ‘AKP gibi siyaset’ yapma anlayışından kurtulmadıkça sadece her gün dünden daha skandal, daha kötü bir güne uyanacağız” tespitiniz ilginç. AKP ve MHP milleti ne ile kutuplaştırıyor arkadaşlar? Hangi argümanlar dillerinden düşmüyor? Allah aşkına her gün vatan-millet edebiyatı yapanlar kim? Öfkenizin muhatapları sizlerin cümleleriyle hükmediyor. Buna mani olmanın yolunu bulsak ya birlikte. Mültecileri Türkiye’nin en büyük sorunu olarak gördüğünüzü dile getirmişsiniz. Adaletsiz kararlar veren mahkemelerin yargıçları Suriyeli ya da vergilerinizle köşeyi dönen üçlü-beşli çeteler Afgan değil oysa. Ya da nepotizme dayalı atamalarla onlar doldurmuyor devlet dairelerini. Mesela 2017’de rejimi değiştiren mülteciler değil, milliyetçilerdi. Bazı öfkeli genç Türk arkadaşlar “Kürt sorunu olduğunu düşünmediklerini, HDP’nin terör örgütünün bir uzantısı olduğunu ve kategorik olarak muhalefet blokunun içerisinde yer almaması gerektiğini; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ndan yola çıkarak Türkiye’de yaşayan herkesin Türk olduğunu ve dolayısıyla bu sorunu terör sorunu olarak adlandırmayı tercih etmediklerini; HDP’yi PKK sözcüsü olarak değerlendirdiklerini, ittifakta yer almasının ötesinde kapatılması gerektiğini ve HDP’yi bir milli güvenlik meselesi olarak gördüklerini ” dile getirmişler. Konuşanların öfkesini iliklerime kadar hissettim ama genç ve muhalif olan Türkler mi yoksa yaşlı ve iktidar olan Türkler mi konuşuyor, pek ayırt edemedim. Arkadaşlar temsil edilmediğinizi düşündüğünüz ve isimlerini zikrettiğiniz yazılı ve görsel medyada yedi gün yirmi dört saat bu söyledikleriniz bilmem farkında mısınız ama manşetleri süslüyor. Aslında çok daha üzücü bir cümle “Kürtler kendini Türk olarak görmek istemiyorsa ne olacak?” sorusuna verilen cevapla geliyor: “Bunun için çabalamalıyız, eğitim bu yollardan biri olabilir. Bu düşüncenin aslında radikal bir görüş olarak benimsenmesi gerekiyor. Bu insan Türkiye’de yaşıyorsa ‘Ben Türk’üm’ düşüncesinin insanlara yerleşmesi gerektiğini düşünüyorum.” On yıllardır denenen bir yöntemi yeni ve radikal bir çözüm olarak öneriyorsunuz. İşe yaramadı. Yaramayacak. Bizim bir yolunu bulup Türk kimliğinin itibarını iade etmemiz lazım. Bu da kimliğimizi baskıcı, dayatmacı ve nobran bir üslupta temsil edenlere dur diyerek ve insanları Türkleşmeye ya da Türk taklidi yapmaya zorlamaktan vazgeçerek olabilir. Bir arkadaş finali muazzam yapmış ve demiş ki: “Umutluyum çünkü Türkiye’yi yönetecek yeni insanların milliyetçiler olacağını ve artık muhafazakârların değil milliyetçi demokratların yöneteceğini düşünüyorum.” Muhafazakâr olmayan bir milliyetçilik hayal ediyorsunuz. Bu henüz dünyanın hiçbir yerinde denenmemiş bir formül. Ciddi bir iddia. Ama bize on yıllar boyunca muhafaza etmek üzere dayatılmış kimliklerden birini seçip diğerini çöpe atarak nasıl yapacağız bunu? Aynı soruyu bir kez daha tekrarlayayım: Neden Türklüğün muhafaza edilmeye muhtaç bir kimlik olduğunu düşünüyorsunuz? Senelerce, dindar muhafazakârlar, dini muhafaza etmek üzere ürettiler siyasetlerini ve görüyorsunuz onca muhafaza çabasının dini ne kadar sakatladığını. Bundan almamız gereken ders belki de siyasi bağlamda muhafaza çabasının, kimlikleri sakatlamaktan, onları etkileşimde olabilecekleri sahadan koparmaktan, hayat damarlarını kurutmaktan başka işe yaramadığıdır. Düşünelim mi bunları biraz? Türklüğün muhafaza edilmeye değil, rahat bırakılmaya ihtiyacı vardır belki. Kardeşlerim, ben de sizler gibi sorguluyor, yüzleşiyor, kendimi keşfetmeye çalışıyorum hâlâ. Net olarak bildiğim tek bir şey var kendi hakkımda: Bu ülkeyi, her şeyiyle çok seviyorum. Bu ülkeyi birlikte, herkesin sevebileceği bir yere dönüştürmeyi her şeyden çok istiyorum. Hepimiz olmadık yerlerimizden yaralar aldık, o yaraları birlikte iyileştirebileceğimizden eminim. Başka çaremiz de yok aslında. Ne dersiniz? Biraz birlikte düşünsek, ortak geleceğimize giden ve illa ki birbirimizin yüzüne bakmak zorunda kalacağımız yolu öfkelerimizi yarıştırarak değil, barıştırarak birlikte alsak...