Nörobilimcilerin, beyin fonksiyonlarını takip eden cihazlar sayesinde bir kişinin beyninde karar alma sürecinde devrede olan tüm etkinlikleri saptayabildiklerini ve kişinin alacağı her kararı, kişinin kendisi dahi bilinçli olarak kararından haberdar olmadan önce %100 doğrulukla tahmin edebildiklerini düşünün. Böyle bir durumda kişinin, benliği ve iradesiyle karar alma süreçlerine dahil olduğundan ya da bu kararlar üzerinde kontrol sahibi olduğundan bahsetmek mümkün müdür? Yüzyıllardır insanın, dünyanın ve doğanın hakimi olduğuna inanmış, insan-merkezli modern ideoloji ile yetişmiş nesillerin bu görüşe pes perdeden karşı çıkıyor olmalarını yadırgadığımı söyleyemem. Dünyanın ve kaderinin hakimi olduğu iddiasındaki modern insanın, büyük kibrini yenerek, kendi zihni üzerinde dahi oldukça kısıtlı bir kontrol sahibi olduğunu kabul etmesi kolay iş değil. Kararlarınızın ne kadarı size ait? İnsanın kararlarının sorumluluğunu üzerinden atabilmesi için uygun zemini hazırlayan şahane bir soru… Amacım elbette bu değil; daha ziyade, bu soru üzerinde düşünmenin insanın kendisini ve diğerlerini anlama çabasına ne kadar önemli bir katkı sunabileceğini vurgulamak... Önceki yazılarımda da özgür iradenin var olup olmadığı sorusunun cevabını, nörobilimin önümüze serdiği bulgular doğrultusunda değerlendirmeye çalışmıştım. Bu hafta biraz daha derinleşerek beyin fonksiyonları ve nöro araştırmaların zihin felsefesine sunduğu katkılar üzerinden bir tartışma kapısı aralamak istiyorum. Ortalama bir insan günde 35000 karar alıyor. Beynimiz, bu kararların tamamını bilişsel düzeyde işleyebilecek kapasiteye sahip değil. Ayrıca bunu istemiyor da; zira beyin, evrimsel olarak ana işlevi olan hayatta kalmayla ilgili önemli kararlara yeterli enerjiyi ayırabilmek için mümkün olduğunca az çalışmanın yollarını arayan bir organ. Dolayısıyla bu 35000 kararın yaklaşık %90’ı oto pilot olarak tabir edebileceğimiz modda alınıyor. Bilinç düzeyinde karar alma sürecinin farkında dahi olmadan, alınan karar üzerinden aksiyona geçiyorsunuz. Birinci soru burada ortaya çıkıyor: Kararlarımın çoğu bilinç dışında işlenerek alınıyorsa, alınan kararlardan ve dolayısıyla davranışlarımdan ne kadar sorumluyum? Bu soru oldukça tartışmalı bir soru. Ancak daha fazla tartışma yaratan bir alan daha var: Bilinç düzeyinde aldığımı iddia ettiğim %10’luk karar kümesinde nasıl bir zihinsel mekanizma işliyor, bu kararların ne kadarı benim “irademin” dahliyle alınıyor? Rasyonel karar alma süreçlerinden geçerek, ince hesaplamalar yaparak aldığım kararların ne kadarı bana ait? Şayet bu rasyonel kararlar dahi biyolojik değişkenlerle açıklanabiliyorsa, bu durumda iradeden bahsetmek mümkün olabilir mi?
Şayet rasyonel kararlar dahi biyolojik değişkenlerle açıklanabiliyorsa, bu durumda iradeden bahsetmek mümkün olabilir mi?
Zihinsel süreçlerin tümü, nedensel olarak etkileşime giren nöron kümelerinin karmaşık ilişkileri ile ortaya çıkar. Zihinsel süreçlerle nöral süreçlerin oldukça yakından ilişkili olduğu yönündeki bu teze "nöro-natüralizm" adı veriliyor. Nöronatüralizm, insan davranışını, bilişini, bilincini veya zihnin diğer yönlerini, öncelikle nörobilim ve natüralist açıklamalar merceği aracılığıyla anlamaya ve açıklamaya çalışan bir yaklaşım. İnsan davranışını ve deneyimlerini açıklarken dikkate aldığı en önemli değişkenlerin nöral süreçler ve mekanizmalar olması nedeniyle de insanın kendi kararları üzerindeki kontrolünü en aza indirgiyor. Bu bakış açısı tabi olarak kuvvetli eleştirilere maruz kalıyor. Yüzyıllardır insanın, dünyanın ve doğanın hakimi olduğuna inanmış, insan-merkezli modern ideoloji ile yetişmiş nesillerin bu görüşe pes perdeden karşı çıkıyor olmalarını yadırgadığımı söyleyemem. Dünyanın ve kaderinin hakimi olduğu iddiasındaki modern insanın, büyük kibrini yenerek, kendi zihni üzerinde dahi oldukça kısıtlı bir kontrol sahibi olduğunu kabul etmesi kolay iş değil. Bu düşüncenin yarattığı varoluşsal kaygıyı da anlayabiliyorum. Ancak aksi yönde kuvvetli dayanaklar varken, insanın seçim yapma ve bu seçimleri kendi yaşamı içinde uygulama kapasitesini gözümüzde büyütmenin de makul bir yaklaşım olmadığını düşünüyorum. Nöronaturalizme karşı çıkan dualistler, nörobiyolojik etkinliğin, bilinci, hayal gücünü ya da karar vermeyi tek başına açıklayamayacağını öne sürerek, bu görüşü özgür iradeye bir tehdit olarak kabul ediyorlar. Bu bakış açısına göre, tüm kararlar nörobiyolojik süreçlerin sonucu olarak alınıyor olsa dahi, insan, kendi beynini şekillendirebilme kapasitesi dolayısıyla bu süreçler üzerinde kontrol sahibi olan bir varlık (daha önceki yazılarda bahsettiğimiz plastisite de dualistlerin önemli dayanak noktalarından biri.) Beyin, kısmen bireyin kontrolü ve yönlendirmesi dahilinde olan dikkat, öğrenme, hafızalama ve deneyimleme fonksiyonları vasıtasıyla şekilleniyor. Yeni bilgiler depolanıyor; depolanan bu bilgilerle, var olan bilgiler arasında yeni bağlantılar kuruluyor ve bu sayede karar alma süreçlerinde kullanacağımız büyük bir referans klasörler kümesi elde etmiş oluyoruz. İnsanın hangi deneyimler ve öğrenme süreçleri sonrasında, hangi bilgileri, ne şekilde kaydedeceği ve bu bilgileri geçmiş bilgi klasörleri ile ne şekilde eşleştireceği bireyden bireye önemli farklılıklar gösteriyor. Bire bir aynı uyaranlara maruz kalmış olan kişiler, zihinlerinde bu uyaranlara dair bambaşka yorumlamalar yaparak, aynı uyaranı binlerce farklı şekilde kodlayabiliyor ve hafızaya alabiliyor. Dolayısıyla, karar almada nörobiyolojik süreçlere dahil edilecek olan bu girdilerin şekillenmesinde bireyin dahli söz konusu ve bu nedenle iradenin devrede olduğu ileri sürülüyor.
Bir insan günde 35 bin karar alıyor. Ve bunların yüzde 90’ı oto pilot modda alınıyor. İşte birinci soru burada ortaya çıkıyor: Kararlarımın çoğu bilinç dışında işlenerek alınıyorsa, davranışlarımdan ne kadar sorumluyum?
Bu noktada bir rezerv koymakta fayda olduğunu düşünüyorum: Zaman zaman, bizi diğerlerinden ayrıştırdığını düşündüğümüz, zihnin inşasında kullandığımız bu farklı tuğlalara rağmen, sorulduğunda çoğunlukla nedenini dahi söyleyemeyeceğimiz bir şekilde diğer insanlarla benzer kararlar ve aksiyonlar aldığımızı görüyoruz. Bu kararlar bilinç düzeyinde alınmış kararlar olsalar dahi, bu düzeyde de birbiriyle çelişki halinde olan beyin yapıları olduğu gerçeğini akılda tutmak gerekiyor. Bilinç düzeyinde işleyen karar alma süreçleri, pek çok farklı düzeyden bilginin ve uyaranın etkisi altında gerçekleşiyor ve zaman zaman bu bilgileri ve uyaranları işleyen yapılar da birbirleriyle savaş halinde olabiliyorlar. Örneğin, bir karar alma süreci esnasında devrede olan, dürtüsel ve duygusal fonksiyonlardan sorumlu olan limbik sistem ile rasyonel karar alma süreçlerinden sorumlu olan prefrontal korteks yapıları çelişki içinde olabiliyor. Böyle bir durumda -bu bölgelerdeki aktivasyonun yoğunluğuna da bağlı olmakla birlikte- çoğu zaman limbik sistem prefrontal korteksin etkinliğini baskılayabiliyor ve sizi daha dürtüsel ya da duygusal karar ya da davranışlara yönlendirebiliyor. Süreçler kişiden kişiye farklılık göstermekle birlikte, kim olduğunuzdan bağımsız olarak işleyen bazı nörobiyolojik süreçlerin varlığını ve bizi belirli kararlara yönlendirme gücünü de kabul etmemiz gerekiyor. Beyinle ilgili keşiflerin henüz çok başında olduğumuz gerçeğinden hareketle, bu süreçleri bir “mutlak bilgi” seti üzerinden incelememiz henüz mümkün olamıyor. Ancak olasılıklar üzerinden bir fikir yürütmek bile oldukça ilgi çekici, eğlenceli ve faydalı. Yazıyı hem yukarıda yaptığımız tartışmaları özetleyen, hem de zihinlerimizde yeni kapılar aralayan, cevabı üzerinde düşünmekten ve tartışmaktan çok zevk aldığım bir soruyla kapatmak istiyorum: Nörobilimcilerin, beyin fonksiyonlarını takip eden cihazlar sayesinde bir kişinin beyninde karar alma sürecinde devrede olan tüm etkinlikleri saptayabildiklerini ve kişinin alacağı her kararı, kişinin kendisi dahi bilinçli olarak kararından haberdar olmadan önce %100 doğrulukla tahmin edebildiklerini düşünün. Böyle bir durumda kişinin, benliği ve iradesiyle karar alma süreçlerine dahil olduğundan ya da bu kararlar üzerinde kontrol sahibi olduğundan bahsetmek mümkün müdür?