Bugün, 12 Eylül’ü lanetleyen, onun demokrasi tarihimiz için nasıl bir leke olduğunu belirten açıklamalar yapılırken bu açıklamaların sahiciliğini ölçebileceğimiz tartı yeni, sivil ve özgürlükçü bir anayasa yapımı konusundaki isteklilik olmalı. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin üzerinden 42 yıl geçti. Cumhuriyet dönemindeki askeri darbeler serisinin üçüncüsü ve her bakımdan en kapsamlısı olan bu askerî darbe, Türkiye’de emeğin, solun, demokrasinin ve özgürlüğün tarihi açısından telafi edilemez sonuçlar doğurdu. 12 Eylülcülerin inşa etmek istediği rejimin bir başka çeşidinin kurulmaya çalışıldığı şu günlerde 12 Eylül’ü yeniden düşünmek bir yurttaş sorumluluğu olarak güncelliğini koruyor. Bugün, iktidarıyla, muhalefetiyle, okuryazarlarıyla ve doğrudan mağdurlarıyla Türkiye toplumunun büyük bir bölümü bu darbeyi lanetleyen, onun Türkiye demokrasisi için nasıl bir leke olduğunu belirten açıklamalar yapacaklar. Ancak önümüzde “buz gibi” bir gerçeklik var: 12 Eylülcüler tarafından yapılan Anayasa, hâlâ yürürlükte. Bunun neden ve nasıl olabildiğini düşünmek, sözünü ettiğim yurttaş sorumluluğunun en önemli parçalarından biri sayılmalı. 12 Eylül, Türkiye’de toplumsal, iktisadi ve siyasal alanda geniş çaplı değişikliklere yol açmakla kalmadı, aynı zamanda darbe yönetimi, 1982 yılında yürürlüğe giren ve günümüzde de geçerliliğini sürdüren Anayasa’yı hazırladı. Bu bakımdan 12 Eylül, 1876’dan beri süregelen anayasacılık tarihimiz açısından da bir başka talihsizlik olarak zikredilmeli. Darbecilerin ülke yönetimine el koymasından sonra yasama yetkisini kullanmak üzere Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun’dan oluşan Millî Güvenlik Konseyi, bugün hukuk fakültelerimizin anayasa hukuku derslerinde geleceğin yargı mensuplarına “aslî kurucu iktidar” olarak öğretiliyor. Türkiye toplumunun kendisinin, üzerinden geçen 40 yıla rağmen “aslî kurucu iktidar” olmayı başaramamış ve askerlerin yaptığı bir anayasa yerine sivil bir anayasaya yapmayı örgütleyememiş olması, en hafif tabirle düşündürücü. 1982 Anayasasının “eskizlerinin” (aslında bu eskizler, onun çekirdeğini oluşturacaktır) nasıl kaleme alındığına ilişkin aşağıdaki bilgiler, bu düşündürücülüğü belki de şaşkınlığa çevirmeli. Kenan Evren, Milliyet Yayınları tarafından 1991’de basılan anılarında o günlere dair çeşitli bilgiler veriyor. Buna göre, 12 Eylül darbesi, Genelkurmay Karargahında, kısıtlı bir kadroyla ve mümkün olan en son ana kadar gizliliğe olabildiğince önem verilerek “Bayrak Harekât Planı” adıyla, askerî harekât planlama usullerine göre planlanmıştı. Planlama emrini veren ve planlamanın başında bulunan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Bayrak Harekât Planının hazırlama çalışmaları sürerken kendisi de paralel bir çalışma yapmaktadır. Bu çalışma, yönetime el koyduktan sonra Türkiye’nin nasıl yönetileceğine ilişkin genel ilkelerin kayda geçirilmesidir.
Kenan Evren’in notları, onun şahsında 12 Eylülcülerin nasıl bir toplum tasavvur ettiğinin ana hatlarını verir. Bu ana hatlar, “siyaset-karşıtı” veya “siyasetsiz” olarak tanımlanabileceğimiz bir yaklaşımın güçlü izlerini taşıyor.
Evren bu amaçla yanında küçük bir not defteri taşıdığını ve ileride yapmayı tasarladıklarını, aklına geldikçe, makam aracında seyahat halindeyken, yürüyüş yaparken, askerî birlikleri denetlerken, çay içerken vs., bu deftere not ettiğini yazıyor anılarında. Birtakım değişiklikler bir yana bırakılırsa 40 yıldır yürürlükte olan Anayasamızın çekirdeğinin, bir orgeneralin şurada burada, aklına geldikçe ve aklına geldiği gibi aldığı notların genişletilmiş ve “hukukçularca” gözden geçirilmiş bir versiyonu olduğu gerçeği kulağa hoş gelmeyebilir, ama durum böyledir. Darbeden önce şu notları almıştır Kenan Evren, o küçük not defterine (aynen alıntılıyorum):
  • Anayasa çok teferruatlı. Daha kısa olmalı. (Maalesef tam tersi oldu. 1961 Anayasasından da teferruatlı oldu. Sebebi: İktidarlar diğer kanunları kolayca değiştirebileceklerinden kanunlarda yer alması gereken hususlar da bu mülahaza ile Anayasaya kondu.)
  • Kişi dokunulmazlığının hâkim kararına bağlı olması. Bu, acil hallerde mahalli mülki makamlara da verilmeli.
  • Kişinin üstü ve özel kağıtları aranamaz. Buna yetki veren kanunun çıkarılması lazım.
  • Gazete ve dergi çıkarılmasının izne tabi olmaması konusu. Gazete ve dergiyi çıkaracak kişinin iyi hali olup olmadığı araştırılmalı. Odacı alırken bile iyi hal kâğıdı alıyoruz da…
12 Eylül düzeninde, sosyalistler, komünistler, sosyal demokratlar, sendikacılar, örgüt olarak DİSK, hatta seçkin aydınlardan oluşan Barış Derneği üyeleri dâhil solun her türlüsü ezildi ve sistemden dışlandı.
  • “Herkes önceden izin almaksızın silahsız ve saldırısız gösteri yürüyüşü yapabilir” kısmı değişmeli.
  • Cumhurbaşkanının yetkileri genişletilmeli.
  • Üniversitelerde ilmi özerklik hariç idari özerklik kaldırılmalı.
  • Üniversitelerin disiplin yönetmelikleri birbirine benzeyecek.
  • Okullara ceketsiz- kravatsız, pejmürde gidişler önlenecek.
  • Anayasa mahkemesi meclisin üzerinde bir organ değil, ona yardımcı bir kuruluş olmalı.
  • Muayyen bir süre, İçişleri, Milli Eğitim ve Adalet Bakanları partili olmamalı.
  • Bazı hallerde vali aynı zamanda belediye başkanı olmalı.
  • İktidara gelen bir parti muayyen yerlerdeki kişileri değiştirme yetkisine sahip olmamalı
  • 27 Mayıs ve 1 Mayıs bayramları kaldırılmalı.
  • Turizme önem verilecek.
  • Petrol ve maden aramalarına önem verilecek.
  • Siyasi partilerde gençlik kolları, kadın kolları gibi örgütler olmamalı.
Kenan Evren’in yukarıdaki notları, onun şahsında 12 Eylülcülerin nasıl bir toplum tasavvur ettiğinin ana hatlarını verir. Bu ana hatlar, “siyaset-karşıtı” veya “siyasetsiz” olarak tanımlanabileceğimiz bir yaklaşımın güçlü izlerini taşıyor. 12 Eylülcüler ve arkasından gelenler, “siyasetsiz bir toplum” ve güçlü bir devlet/yürütme yaratma amacıyla siyasal hayatı yeniden düzenlediler. Bu düzenlenişte, sosyalistler, komünistler, sosyal demokratlar, sendikacılar, örgüt olarak DİSK, hatta seçkin aydınlardan oluşan Barış Derneği üyeleri dâhil solun her türlüsü ezildi ve sistemden dışlandı. 12 Eylülcüler bununla da kalmadı. 12 Mart sürecinde özgürlükçü ve eşitlikçi maddeleri zaten tırpanlanan 1961 Anayasasını, 12 Eylül öncesinde yaşanan “anarşi”nin temel nedeni olarak görüyorlardı. Yeni “aslî kurucu iktidar”ımız, anarşiyi önlemek adına, bireye ve onun özgürlüklerine karşı devleti kutsayan ve önceleyen anlayışı anayasal düzeyde kurumsallaştırmayı hedefledi. Taha Parla’nın “ama Anayasası” olarak adlandıracağı üzere, Anayasada kişi hak ve özgürlüklerine ilişkin maddelerin ilk fıkralarında belirli bir hak ve özgürlüğü saydıktan hemen sonra, izleyen fıkralarda o hak ve özgürlüğün nasıl olup da kullanılmayacağını da sayarak bu hakları ya fiilen yok etti ya da içini boşalttı. Bugün, 12 Eylül’ü lanetleyen, onun demokrasi tarihimiz için nasıl bir leke olduğunu belirten açıklamalar yapılırken bu açıklamaların sahiciliğini ölçebileceğimiz tartı yeni, sivil ve özgürlükçü bir anayasa yapımı konusundaki isteklilik olmalı.