Darbe girişiminin ardından iktidar, Gülen hareketi ile bağlarını kopardı ve ağırlıklı olarak Anadolu kaynaklı sermaye ile bağlarını zayıflattı.  İşte tam bu anda AKP yeni bir sermaye birikim modeline geçti. Bu yeni model, devletin ekonomideki rolünü arttırıyor, muhtelif altyapı projeleri ile kamu kaynaklarını kontrol edebileceği sayıda iş insanı üzerinden mobilize etmeyi amaçlıyordu.
Artık sahip oldukları ekonomik kazanımların sürdürülebilmesinin mevcut sermaye birikim modeli ile sağlanamayacağın düşünen TÜSİAD, kendi değerlerini ön plana çıkaran, dış dünya ile daha sıkı ilişkiye girilmesini öneren bir büyüme ve sermaye birikim modelinin benimsenmesini önermektedir.
TÜSİAD’ın geçtiğimiz hafta salı günü açıklanan “Yeni Bir Anlayışla Geleceği İnşa” başlıklı raporu, her zamanki gibi gösterişli bir toplantıda kamuoyuna sunuldu. Raporun vurgu yaptığı hususlara uygun şekilde, Daron Acemoğlu da bir konuşma yaparak, raporun dikkat çekmek istediği ana başlıkların günümüz kalkınma çabalarındaki önemini vurguladı. Makroekonomik istikrarsızlığın alabildiğine arttığı, döviz kurunun tahminlerin ötesine fırladığı, ekonomide çaresizliğin yaygınlık kazandığı bugünkü gibi bir ortamda birçokları, Türkiye ekonomisinin krizden çıkış reçetesinin de bu rapordan çıkarılabileceğini düşünmeye başladı. Oysa bu raporu yazdıran kurum, 2003 sonrasında güçlü bir reform dönemine girmiş olan Türkiye ekonomisinde, kamu ve özel sektörde kural temelli, kurumsal yönetim ilkelerini savunan reformları ve hükümetin bu yönde attığı adımları destekleyen bir davranış sergilemekteydi. O günlerde malum olduğu üzere, yönetimde hesap verilebilirlik, şeffaflık, kurallara bağlılık ve yönetimde tahmin edilebilirlik gibi kurumsal yönetim ilkeleri doğrultusunda işleyen yönetim modelleri ülkemizde ve dünyada son derecede popülerdi. O tarihlerde siyaset, ülke tarihinin en büyük krizlerinden birine sebep olmanın verdiği utangaçlıkla, aslında kendi yapısına çok da uyduramadığı bu kuralları benimsemiş ve uygulamaya koymuştur. Ardından 2000’li yılların başlarından itibaren bu reformların olumlu sonuçları görülmüş ve Türkiye ekonomisinde ciddi verimlilik artışlarının olduğu gözlemlenmiştir. Bu etkisi sebebiyle bahsi geçen reformlar ve Türkiye ekonomisini çağdaş dünyada rekabetçi kılacak olan bu uygulamaların, Türkiye ekonomisine hâkim olacak bir yapıya dönüştürmeye vesile olacağı yönünde kamuoyundaki inançlar güçlenmiş; beklentiler artmıştır. AKP, iktidarının ilk döneminde yapılan bu reformların çok büyük faydasını gördü. Özellikle iş dünyasının diliyle konuşabilme imkânı sağlayan bu reformlar onlara sınırsız bir kamuoyu desteğinin de yolunu açtı. Ancak 2008-2009 yılları arasında meydana gelen ABD kaynaklı krizin, 2009 mahalli seçimlerinde AKP’nin oylarında yarattığı düşüşle birlikte, iktidarın ekonomi politikasında da bir dizi değişiklik yaptığı gözlemlendi. İktidarın ekonominin büyüme modeli değişirken, daha önce yapılmış ve faydası görülmüş olan birtakım reformlardan da geriye dönülmeye başlanmıştı. Dönüş hızlı değil, son derecede yavaş gerçekleşmiş ve iktidara destek veren iş çevrelerinin desteklerini birden çekmemeleri için, bu kesimlerin sürekli arada bırakılmaları tercih edilmişti. Ülke içinde ve dışındaki konjonktürün seyri TÜSİAD’ın temsil ettiği sermayeye bir tehdit oluşturmadığı için ülkemizdeki iş çevreleri de bu politikalardan geriye dönüşlere taviz vermiş, sessiz kalmışlardır. 2010 referandumu ardından ülkede yavaş yavaş yaratılan korku atmosferinin yardımıyla Türk iş dünyası büyük bir sessizliğe bürünmüştü.  Bir dönem, gazete ilanlarıyla hükümet devirebilmiş olan koskoca TÜSİAD, bu dönemde yapılanlara karşı suskun kalmıştır; hatta bu camianın mensubu bir iş insanı olan Osman Kavala’nın yaşadığı hukuksuzlukları bile sineye çekmiştir. 2010 referandumu arkasından TÜSİAD’ın temsil ettiği sermaye gruplarıyla AKP arasındaki ilişkiler zayıflamaya başlamış, bu sermayenin iktidar koalisyonu içindeki konumu tehlikeye girmiştir.  İşte tam bu zamanlarda AKP iktidarı ekonomik büyüme modelinde değişiklikler yapmaya başlamış ve bu amaçla yeni bir ittifak arayışına girmiştir. Öncelikle, ekonomiyi yönetirken uluslararası kısıtlardan bağımsız hareket etmek isteyen ve bu şekilde elde edeceği serbesti ile ülke kaynaklarını istediği gibi mobilize etmeyi arzulayan iktidar, sermayenin kontrolünü devletin tasarrufuna bırakmaya rıza göstermeye gönüllü olmayan TÜSİAD ile yollarını, bu tarihten itibaren ayırmıştır. Daha ziyade dünyadan bağımsız, yerel ölçülerde faaliyet gösterebilen, küçük ve orta ölçekli sermayenin temsilcisi olabilecek sermaye grupları ile ilişkileri geliştirmeye başlamıştır. Bu dönemde genellikle Fethullah Gülen’in etrafında kümelenmiş, daha çok Anadolu’daki küçük sermaye gruplarını temsil eden iş dünyası ile böyle bir ittifak geliştirilme yoluna gidilmiştir.  Bu sermaye grubunun arzu ettiği ekonomik büyüme modelinin TÜSİAD’ın temsil ettiği ve ülkeyi 2001 sonrası krizden çıkartan modelden çok büyük farkları vardı. Sermaye olarak çok büyük olmayan bu kesim, hem teknoloji olarak hem de üretim düzeyi olarak yüksek büyümeye, düşük faize ve görece istikrarlı seyreden bir döviz kuruna ihtiyaç duyuyor, AKP önderliğindeki iktidarın ekonomi politikasında da söz sahibi oluyordu.  Bu sermaye grupları Türkiye ekonomisinde bir yandan alternatif bir sermaye birikim modelini ortaya çıkartırken, bir yandan da örgütlenerek TÜSİAD çatısı altındaki sermaye kesimlerine alternatif örgütleri oluşturuyordu. Bu dönemde MÜSİAD’ın giderek güçlenmesi tesadüfi değildir. Dahası Fethullah Gülen hareketinin yurtdışındaki bağlarının yarattığı dışsallıklarından yararlanabilmek için kurulan bir yurtdışı ticaret organizasyonu olan TUSKON gibi örgütler bu dönemde söz sahibi olmuştur. Kendi sermaye birikimi süreçlerini ağırlıklı olarak hizmet-ticaret-inşaat bağlamındaki faaliyetlerle sağlamaya çalışan bu grubun sanayide çok fazla belirleyici bir rolü yoktur.  Daha çok yurtiçi piyasalara yönelik iktisadi faaliyetler yapan bu grup, kırsal kimliği ve değerleri ile dikkat çekmekte, TÜSİAD gibi sermaye gruplarının temsil ettikleri değerlere uzak bir konumda bulunmaktadır.  Uluslararası camianın yönlendirmelerine karşı duyarsız olan bu sermaye grupları, iç pazara dönük beklentileriyle, küresel değerlere karşı kendi varlıklarını temin edip, büyümelerini sağlayacak, devlet gözetiminde yerli ve milli sermaye birikiminin temsilcileri olarak ortaya çıkmışlardır. O nedenle sanayiden de uzak duran bu kesim, zamanla TÜSİAD gibi büyük bir işveren organizasyonuna alternatif oluşturmak için yüksek büyümenin ve dışarıdan borçlanmanın imkânlarını da kullanarak, yerel nitelikte olan ve uluslararası rekabete maruz kalmayan iktisadi faaliyetlerle sermaye birikimlerini sağlamıştır. Teknolojik gelişim, çevreye karşı duyarlılık, emek ve sermaye arasında hakça bir denge arayışı gibi günümüzün değerleri bu sermaye gruplarının temsil ettiği değerler değildir. Onlar yerli ve milli olanın peşine düşmüş görünürler.  Ancak yerli ve milli derken, TÜSİAD gibi büyük sermaye ile rekabet edebilmek için bir farklılık yaratmayı amaçlayan bu sermaye grupları, yurtiçi piyasayı sermaye birikim modelleri için ana unsur haline getirmeyi amaçlamışlardır. Yurtiçi piyasalardaki ekonomik faaliyetler canlı olduğu, ekonomik büyüme ile bu canlılık devam ettiği sürece bu sermaye gruplarının temsil ettiği birikim modeli, kaynağını iç pazardan alabildiği için yerli ve milli olarak nitelendirilmiştir. 2011 genel seçimlerinin ardından AKP iktidarı bu sermaye gruplarıyla ittifakını sürdürmeye ağırlık verdi. Bu dönemde iktidar koalisyonunda etkinliğini yitiren TÜSİAD, sessizliğini koruyarak daha önce yapılan reformlardan geriye dönüşleri sessizce izlemiştir. Yeni sermaye birikim modelinin devletin sermaye üzerinde kontrolüne imkân sağlayan yapısı, iktidarın uluslararası camianın onayını almadan, ekonomideki kaynakları kendi hedefleri doğrultusunda kullanabilmesine olanak vermiş; bu da yerli ve millilik vurgusu ile gerekçelendirilmeye çalışılmıştır. TÜSİAD’ın temsil ettiği sermaye grupları, Anadolu kaynaklı bu yeni sermaye modeline işlerlik kazandırmak için izlenen politikalardan çok fazla şikâyetçi olmadan, sadece ortaya çıkan ekonomik fırsatlardan yararlanmaya çalışmışlardır. O günlerin uluslararası konjonktüründe, savundukları değerler bakımından farklılıkları olsa bile, mevcut düşük faiz, istikrarlı kur ve yüksek büyüme oranlarından faydalanmasını bilen TÜSİAD üyelerinin bir bölümü de faaliyet alanlarını yükselen yeni sektörlerden inşaata yöneltmişlerdir. İktidar koalisyonunda yer almasalar ve TÜSİAD’ın savunduğu reformlardan uzaklaşılmış olsa da, ortaya çıkan genel manada sermaye için olumlu ekonomik koşullardan yararlanıp, sessizliklerini korumuşlardır. Bu dönemdeki gelişmelerin kaynağında uluslararası piyasalardaki koşulların ve risk algılarının değişmesi yer almaktadır. Önce yükselen enflasyon ve döviz kurunda görülen artışlar, ardından FED’in dünya mali piyasalarındaki değişimin ilk sinyallerini 2013 yılında vermesi, içeri de büyümenin kalitesi tartışmalarına neden oldu.  Yine aynı dönemde orta gelir tuzağı meselesinin etrafında aynı sorun, yapılması gereken ekonomik reformlar da dâhil edilerek, tartışılmaya başlandı. Bu süreç zamanla AKP içinden de kopmaları beraberinde getirerek, iktidar koalisyonunun yapısında değişmelere yol açtı.  Ekonomideki reform ihtiyacı ve Türkiye ekonomisinin temsil etmesi gereken evrensel değerleri sahiplenecek bir birikim modeline duyulan ihtiyaç, çok daha fazla görünür hale geldi. Hatta bu ihtiyaç iktidarın bir kesimi için yüksek sesle dillendirilmeye başlandı. İktidarın dayandığı sermaye birikim modelini sürdürmek ortaya çıkan yeni koşullarda zorlaştı. Zira bu modelin ekonomideki herkes için sürdürülebilirliğinin ön koşulu olan düşük faiz ve enflasyon, kur istikrarı ve nihayet yüksek büyümenin temini giderek güçleşti. Bu birikim modelinden kopuş nihayet 2015 yılındaki darbe girişimi ile sonuçlandı.  Darbe girişiminin ardından iktidar, Gülen hareketi ile bağlarını kopardı ve ağırlıklı olarak Anadolu kaynaklı sermaye ile bağlarını zayıflattı.  İşte tam bu anda AKP yeni bir sermaye birikim modeline geçti. Siyasi ve ekonomik anlamda kontrol etmesi güç Anadolu sermayesi yerine, bir grup işadamı üzerinden yürüteceği ve doğrudan kontrol edebileceği bir sermaye birikim modeline yöneldi.  Çağın değerlerine ve şartlarına çok uygun olmasa da, ekonominin yönetimi sağlayacak sermaye birikim modeli ihtiyacı bir şekilde giderilmiş oldu. Ancak sorun, bu modelin toplumda yeterince kapsayıcılığının olmaması ve küçük ve orta ölçekli Anadolu sermayesi gibi, devlet tarafından ekonomiye sürekli kaynak enjeksiyonuna ihtiyaç duymasıydı. Bu yeni model, devletin ekonomideki rolünü arttırıyor, muhtelif altyapı projeleri ile kamu kaynaklarını kontrol edebileceği sayıda iş insanı üzerinden mobilize etmeyi amaçlıyordu. Bu modelde yerellik esastı. Uluslararası rekabetten uzak olmak ve böylece birikim modelinin uygulanabilmesine direnç oluşturabilecek evrensel değerlerden uzak durabilmek de mümkün olmaktaydı. Temsil ettiği iktisadi faaliyetler değişse de, “yerli ve milli olmak” bu modelin mottosu olmaya devam etti. TÜSİAD ve onun temsil ettiği sermaye grupları ve birikim modellerinin iktidar nezdinde karşılığı bu dönemde de bulunamadı. Ta ki, AKP’nin uygulamakta olduğu birikim modelinin bağımlı olduğu ucuz uluslararası kaynaklar tükenene ve uygulanan bu birikim modelinin işleyişi tıkanana kadar. Çok uzun zamandır, temsil ettikleri değerler itibariyle farklılıklara sahip olsalar da, TÜSİAD üyeleri ortaya çıkan ekonomik imkânlardan yararlanmakta önlerindeki fırsatları değerlendirmeyi tercih etmiş ve ekonomik bakımdan menfaatlerde ortaklık geliştirmesini bilmişlerdir. Ne var ki, ekonominin bugün karşılaştığı güçlüklerle bu ortaklığın sürdürülebilmesinin artık mümkün olmadığının farkına varmışlardır. Şimdi temsil ettikleri değerler sistemini öne sürerek kendi farklılıklarını ortaya koymaktadırlar. Artık sahip oldukları ekonomik kazanımların sürdürülebilmesinin mevcut sermaye birikim modeli ile sağlanamayacağın düşünerek, kendi değerlerini ön plana çıkaran, dış dünya ile daha sıkı ilişkiye girilmesini öneren bir büyüme ve sermaye birikim modelinin benimsenmesini önermektedirler. Bu bakımdan gerekli kurumsal altyapı eksikliklerinin giderilmesi için, sanki 2002-2008 dönemindeki yapısal reformaları hatırlatarak, yeni kurumsal reform ihtiyacını kamuoyunun dikkatine sunmaktadırlar. Bu itibarla TÜSİAD iktidar koalisyonu içindeki yerini talep ederken, bir bakıma “nerede kalmıştık?” diyor.