Biraz gecikmeli de olsa Türkiye ekonomisi için büyük bir kayıp olan 128 milyar doların hatalı politikalarla heba edilmesi artık ana gündem. Bu başarıda muhalefet partilerinin katkısı büyük. Ancak süreci duyurmak kadar doğru bilgilendirmeyle beslemek ve böylece çarpıtmalara müsaade etmemek lazım. Bu yazıda öncelikle yapılan hatalı politikalar açık bir şekilde ifade ettim ve ardından muhalefet partilerine bu sürecin devamında bazı tavsiyelerde bulundum. #128MilyarDolarNerede hashtagi ile popülerleştirilen ve panolarda yer alan bu mevzudaki en büyük kafa karışıklığı döviz rezervlerinin ne olduğu. Bütçe harcamaları ile merkez bankası rezerv satışları birbiriyle karıştırılıyor. İlki devletin mal ve hizmet satın alması ve bunun karşılığında ödeme yapması. İkincisi ise olağanüstü koşullar için saklanan bir döviz birikiminin yanlış bir zamanda ölçüsüz düzeyde satılması. Yani döviz rezervleri satışları bir kamu harcaması değil. Daha anlaşılabilir kılmak adına 128 milyar doları nerelere harcayabilirdik gibi hatalı bir soruyla ilerlememek gerekiyor. Aksi halde haklıyken haksız hale düşülüyor ve AKP grup toplantısında Erdoğan’ın “bunlar rezervin ne olduğunu bilmiyor” önermesi doğrulanıyor. Bu noktada satışların yandaşlara yönelik olmadığını, isteyen herkesin alabileceğini, ancak cebi en büyük olan varlıklı kesim ile en muhtaç olan döviz borçluların en çok nemalandığını belirtmek gerek. Yani ortada peşkeş yok ama herkese açık örtülü kıyak var. Üstelik satışlar karşılığında TL de alındı. Ancak mesele şu ki TCMB yeryüzünde TL’yi bedelsiz üretebilen tek kurum, yani TCMB kasasındaki döviz bir rezerv ama TL bir etkisiz eleman. Rezervlerdeki Sorun Ne? Peki, sorun nerede? Bu rezervler Türkiye’nin cari fazla verdiği 2019 yılında sırf yerel seçimler sürecinde ekonomiyi canlandırmak ve olduğundan iyi göstermeye çalışmak pahasına o günkü piyasa kurundan ama bugünkü cari kurun 2 TL altından satılmaya başlandı. Yetmedi hatalı bir saptamayla, pandeminin ilk günlerinde Türkiye ile birlikte tüm gelişmekte olan ülkelerdeki para birimleri değer kaybederken ve sert sermaye çıkışlarına maruz kalırken satılmaya devam edildi. Böylece kaçıp gitmek isteyen sermayeye kolaylık ve adeta kar desteği sağlandı. Son olarak 2020 yaz aylarında Türkiye’deki düşük faiz ve kredi genişlemesi sonucu oluşan ve dönemin koşullarına uymayan 6,85 dolar kurunu savunmak için satılarak göz göre göre tüketildi. Şu anda kur 8,30. Tüm bu 128 milyar doların ortalama satış kuru 6,30 ise; ortaya çıkan zarar 256 milyar TL demektir. Kısacası bu hatalı politikalar sonucu sadece rezervler çarçur edilmedi, devlet elindeki varlıkları satarken tahmini 256 milyar TL kadar zarar etti. Üstelik tüm bunlara rağmen döviz kuru ve faiz oranları patladı. Öyleyse ilk suç kamu zararı. İkinci olarak tüm bu işlemler daha önce TCMB’nin hiç kullanmadığı bir yöntemle örtülü satış yoluyla gerçekleştirildi. Üstelik satış tarih, fiyat ve hacimleri hakkında da bir bilgi sunulmadı. Hâlbuki geçmişte TCMB’nin doğrudan döviz müdahalesi veya ihale yöntemiyle döviz satışlarının hacim ve tarih bilgileri kendi sitesinde açıklanırdı. Hatta satışların önce Hazine’ye sonra kamu bankaları üzerinden Reuters platformundan satıldığı bile yeni yeni itiraf edilebildi. Öyleyse ikinci suç şeffaflık dışı satışla yapılan usulsüzlük. Üçüncü olarak TCMB net döviz ve altın rezervlerinin toplamı, swap yoluyla ödünç alınanlar düşüldükten sonra eksi düzeye inmesine rağmen 2020 yılı yaz aylarında satış devam etti. Yani TCMB’nin satılabilir seviyede rezervi olmamasına ve açığa düşmesine rağmen. Bunun sonucuysa Türkiye ve dış politika kaynaklı veya bizden tümüyle alakasız küresel piyasalardaki bir şok nedeniyle oluşacak panik anında, Türkiye finansal sistemini koruyacak cephanenin elde kalmaması. 2018’de Donald Trump’ın Türkiye’yi tehdit eden tviti yeniden atılsa piyasalar sarsılır ve finansal sistem risk altına kalır. Yani üçüncü suç milli güvenlik açığı yaratılması. Muhalefet Ne Yapmalı? İlk nokta sadelik çerçevesinde sadece hedefe yönelik açık soruların sorulması.
  • Neden alışılmadık yöntemle satış yapıldı?
  • Satış fiyat ve hacimleri tam olarak nedir?
  • Satış talimatlarını kim verdi?
Böylece iktidarın konuyu çarpıtarak farklı alanlara çekmesine veya sulandırması mümkün olmayacak. 2013 yılında kasetler vasıtasıyla iddia edilen yolsuzluk iddialarından bugüne kalan “Bilal’e anlatır gibi” esprisi oldu. Konu ciddiyetten uzaklaştırılarak adeta sulandırıldı. İkinci yapılması gerekense ciddiyet. Ortada çok ciddi milli güvenlik zaafı ve kamu zararı var; üstelik hesap vermekten de aleni bir biçimde kaçınıyorlar. Bunu topluma şaka yoluyla veya gülerek anlatmak ikna ediciliği azaltır. Dolayısıyla devlet insanı özeni gösterilerek konu dile getirilmeli; yaygınlaştırma adına özensiz ifadeler kullanılmamalı. Üçüncü yapılması gereken ağız birliği. Muhalefeti oluşturan tüm partilerin ekonomi kurmayları toplanmalı ve gerekirse bu konuda iktisat uzmanlarından yararlanılmalı. Bu çalışmalar neticesinde partinin üst yönetimlerine, örgüt ve teşkilatlarına, TBMM üyeleri ve belediye yöneticilerine bu konuda söz hakkı tanınmalı. İktidar medya gücünü kullanarak en ufak bir dil sürçmesini saptırıp konuyu toplum nazarında dikkatlerden düşürmeye çalışıyor. Bu nedenle konuya hâkim olmayan kişiler konuşmamalı veya ortak metnin dışına çıkılmamalı. Kimler İtirafçı Olabilir? 2013 yılındaki yolsuzluk iddialarında 4 bakanın ismi gündeme gelmişti. Bu isimlerden Erdoğan Bayraktar; yaptığı tüm işlerde dönemin başbakanı olan Erdoğan’ın bilgisi ve onayı olduğunu söylemişti. Yani Bayraktar sorumluluğu üstüne alamamış ve topu Erdoğan’a atmıştı. Bugün aynı durumu Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan’da görüyoruz. Elvan kendi döneminde satış olmadığını söylüyor ve “Merkez Bankası satışlara ait bilgileri açıklasın” diyor. TCMB Başkanı Şahap Kavcıoğlu da önceki dönemlerde satışların gerçekleştiğini ima ederek “TCMB şeffaftır” dışında bir söz söylemiyor ve sorumluluk almıyor. Önceki başkan Naci Ağbal da bu konuda rezervlerin düştüğünü belirtmekten öte bir yorumda bulunmadığını hatırlatalım. Özetle bu işte payı olmayanlar haliyle sorumluluk da almıyor ve Erdoğan için zayıf halkayı oluşturuyor. Hâlbuki muhtemelen bakanlık beklentisi olan veya Erdoğan’a gönül borcu içerisinde hisseden Nurettin Canikli, Cemil Ertem ve Yiğit Bulut hatalı veya alakasız bilgileri söylemekten çekinmiyorlar. Dolayısıyla sessiz kalan kişileri daha ön plana çıkarmakta fayda var. Hazine, TCMB ve kamu bankalarındaki üst yönetimleri de atlamamak gerek. Berat Albayrak döneminde bakan yardımcılığı görevlerini üstlenen Osman Dinçbaş, Bülent Aksu ve Nureddin Nebati de hiç şüphesiz konumları gereği bu satış işlemlerinden haberdardılar. Yine dönemin TCMB başkanları olan Murat Çetinkaya ve Murat Uysal ile PPK üyeleri olan Ömer Duman, Abdullah Yavaş, Emrah Şener, Uğur Namık Küçük, Oğuzhan Özbaş ve Murat Çetinkaya da konu hakkında detay sahibidir. Ziraat Bankası, Halkbank ve Vakıfbank’ta o dönem genel müdürlük görevini üstlenen Hüseyin Aydın, Osman Arslan ve Abdi Serdar Üstünsalih ile bankaların döviz satışlarıyla ilgili bölümlerinden sorumlu genel müdür yardımcıları olan Bilgehan Kuru, Muhammed Onay Özkan ve Serdar Süer de konu hakkında bilgi sahibi insanlar. Özetle bu konuya ilişkin doğrudan bilgi ve yetkisi olan herkes ortaya konmalı. Son olarak Cumhuriyet tarihinin en büyük mali skandalının ortaya çıkarılması ve duyurulmasında katkıları bulunan birçoğu ekonomi yazarı, akademisyen veya finansal piyasa profesyoneli olan ve çoğunlukla sosyal medyada seslerini duyurabilen kişilerin üzerlerindeki baskı hakkında empati yapılmalı. Tüm bu emek ve cesaret vatanseverliğin gereği; ancak hukukun zayıfladığı günümüzde onların bireysel hayatları için endişeleri göz ardı edilmemeli.