Listeler dahil tüm bu çabalarda amaç sadece seçimi kazanmak değil. Olmamalı. Bir o kadar önemli iki hedef ve kriter daha var. Birincisi, seçimlerden sonra ortaklığı bozmadan yönetebilmek. İkincisi, yirmi yıldır ülkeyi yönetmiş ve devlete yerleşmiş kadrolarla zamansız ve ölçüsüz çatışmalara girmeden bir geçiş sürecini başarmak.
Türkiye Nereye Gidiyor? Neyin Seçimini Yapacağız?
Türkiye kader seçimlerine sakin adımlarla ilerliyor. Gerek CB gerekse Meclis seçimlerinde favori olan taraf muhalefet. CB seçimlerini Sayın Kılıçdaroğlu’nun ilk turda kazanması en olası sonuç; ikinci tura gitse bile, normal koşullarda, favori olanın Kılıçdaroğlu olduğu gözüküyor. Yine normal koşullarda düşünürsek eğer, seçimin ikinci tura kalmasının yaratacağı tek farkın, ikinci tur için kaybedilecek zaman ve para olacağını söyleyebiliriz. Yirmi yıldır ilk defa böyle bir seçime gidiyoruz.
Bu seçimdeki taraflara baktığımız zaman şunu görüyoruz. Birbirinden net şekilde ayrılan iki ayrı Türkiye tahayyülü ve yönetim modeli ortaya çıkıyor.
Bu seçimlerin otokrasi ve demokrasi arasında bir referandum olduğunu zaten uzun zamandır söylüyorduk. Bunun yanı sıra, artık bu seçimlerin geniş anlamda gücün kullanımı ve yönetimi bakımından da birbirinden net bir şekilde ayrılan iki yönetim anlayışı ve pratiği arasında bir referandum olacağını da söyleyebiliriz. Biri
merkeziyetçi ve tekilci diğeri çoğulcu ve ademi merkeziyetçi iki Türkiye modeli arasında bir seçim yapacağız. Bir tarafta gücü ve sorum(suz)luğu tek elde toplamak ve bir şahsa devretmek isteyen mevcut iktidarın modeli var. Diğer yanda ise gücü ve sorumluluğu paylaştırarak büyütmek isteyen bir bilinç ve muhakeme görüyoruz.
Biraz açalım isterseniz.
“BİRLEŞEREK” KAZANMAK VE YÖNETMEK NE DEMEK?
Muhalefetin burada yaptığı kurumsal ve kimliksel birleşme değil. Gerek Millet gerekse Emek ve Özgürlük İttifakı partileri kurumsal ve ideolojik özerkliklerini koruyor. Ama muhalefet yirmi yıldır ilk defa, iktidardan çok daha fazla ortaklık yaptı ve “farklılıklar arasında birlik ve koordinasyon” oluşturdu.
Cumhur İttifakı’na bakarsak, MHP Cumhur İttifakı ile arasına biraz mesafe koydu ve seçimlere ittifak listesinden değil kendi ayrı listesiyle girmeye karar verdi. Belki de bir değişim havasını MHP de hissediyor. Başka rahatsızlıklar ve motivasyonlar da olabilir. Ama iktidar kanadında ortaklık zayıflama ve (Yeniden Refah ve Hüda-Par ortaklıklarını düşünürsek) daralma eğiliminde.
Muhalefet cenahında ise ortaklık ve koordinasyon iktidardan daha geniş, derin ve nitelikli. Millet İttifakı’nda dört parti CHP listesinden seçime girecek, İYİ ve CHP ise 16 ilde stratejik olarak karşılıklı aday çıkarmayacak. Bu muhalefet açısından önemli bir başarı. Simülasyonlara göre muhalefet ve demokrasi umudu için en olumsuz senaryo şuydu: iktidarın ortak listeyle muhalefetin ise ayrı listelerle gireceği bir seçim. Bu durumda Cumhur İttifakı yüzde 40-41 oy ile bile Mecliste çoğunluğu kazanabilecekti. Şimdi ise muhalefet ve demokrasi umudu açısından görece olumlu olan senaryo gerçekleşmiş durumda. Muhalefet geniş ölçüde ortak, AKP-MHP ise ayrı listelerle seçimlere giriyor.
Millet ve Emek ve Özgürlük ittifakları, zımnen de olsa ortak 13. Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nda uzlaşmış durumda. Bu tarihsel öneme sahip bir siyasal pozisyon.
Millet İttifakı’nın aday listeleri “
birleşerek kazanma ve yönetme” mantığını yansıtan pragmatik uzlaşmaların, karşılıklı saygının ve stratejik tavizlerin bir ürünü olarak öne çıkıyor. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak, Sadullah Ergin gibi tek tek bazı adaylara, aday olamayanlara ve yer seçimlerine yönelik kendi içinde haklı eleştiriler de geldi. Özellikle CHP olmak üzere tüm partilerin, demokrasiye geçmek için
olağanüstü bir dönemde olduklarının ayırdında olarak kendi kimlik ve ideolojilerinden
özveride bulunduklarını söylemek mümkün.
Ama genel olarak kamuoyunda eleştirilerin aşırı yoğun olmadığını, çoğunluğun sessiz bir olgunlukla karşıladığını söylemek mümkün. Bunu olumlu ve Türkiye halkının son yirmi yılda tüm acılarla ve sancılı kutuplaşmalarla daha da gelişen demokratik deneyiminin ve reflekslerinin bir sonucu olarak görüyorum. Umarım böyle devam eder.
Ve aday listelerini yorumlarken gözden kaçan çok önemli bir detay var:
tüm bu çabalarda amaç sadece seçimi kazanmak değil. Olmamalı. Bir o kadar önemli iki hedef ve kriter daha var. Birincisi,
seçimlerden sonra ortaklığı bozmadan yönetebilmek. İkincisi, yirmi yıldır ülkeyi yönetmiş ve devlete yerleşmiş kadrolarla
zamansız ve ölçüsüz çatışmalara girmeden bir geçiş sürecini başarmak. Her ikisi de
ülkeyi düze çıkarabilmek için elzem. Aday seçimlerini bu şekilde de okumakta da fayda var.
Emek ve Özgürlük İttifakı’nda da her ne kadar TİP, 52 ilde kendi listesini yaptıysa da görünenden çok daha fazla pragmatik akıl ve eşgüdüm var. TİP’in adaylardaki isim tercihleri de ideolojik olmaktan çok oylarını artırmaya yönelik pragmatik tercihleri yansıtıyordu.
Millet ve Emek ve Özgürlük ittifakları, zımnen de olsa ortak 13. Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nda uzlaşmış durumda. Bu tarihsel öneme sahip bir siyasal pozisyon.
Ve iktidar ve muhalefet ortaklıkları arasındaki belki en önemli niteliksel farkı atlamayalım.
İktidar tarafında çıkar, muhalefet tarafında ise fikir ve program temelli ortaklıklar var.
Cumhur İttifakı’nın bir programı yok. Verilen mesaj şu: bize geleceğinizi emanet edin, gerisini merak etmeyin. İktidarımıza dokunmayın, huzurumuzu bozmayın.
Muhalefet kanadında ise her iki ittifak da ortak hedef ve programlarına dair oldukça şeffaf, kapsamlı ve içerikli mutabakatlar temelinde halktan oy istiyor.
Sonuç olarak: ortak amaçlar ve hedefler için siyasetin dinamiklerini ve gerçeklerini hesaba katarak güç birleştiren, eşgüdüm yapan, yetki ve sorumluluk paylaşan bir model. Buradan çıkan yönetim modeli de güç ve sorumluk paylaşımına ve eşgüdüme dayalı bir model olabilir.
Ortak hedefler oldukça şeffaf ve detaylı. Millet İttifakı’nı oluşturan altı partinin altına imza koyduğu “
Ortak Politikalar Mutabakat Metni” tarımdan bilime ve kentleşmeye ilke ve hedefleri ortaya koyan 244 sayfadan oluşuyor. Keza Emek ve Özgürlük İttifakı’nın
Seçim Mutabakat Bildirgesi özellikle Kürt Sorunu’na dair önemli uzlaşmalar yansıtıyor.
Sonuç olarak: ortak amaçlar ve hedefler için siyasetin dinamiklerini ve gerçeklerini hesaba katarak güç birleştiren, eşgüdüm yapan, yetki ve sorumluluk paylaşan bir model.
Buradan çıkan yönetim modeli de güç ve sorumluk paylaşımına ve eşgüdüme dayalı bir model olabilir.
Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu
bilet sistemiyle, yani yardımcılarıyla
kampanya yaparak güçleniyor. Seçildikten sonra da onlarla ve yine yardımcısı konumunda olacak olan, diğer beş partinin genel başkanıyla eşgüdüm ve ortak akıl içinde beraber yönetecek. Latin Amerika’nın nadir konsolide demokrasilerinden Uruguay’da da demokrasi geçen yüzyılın başlarında bu tür bir ortaklar yönetiminde kurulmuştu. Ama Uruguay bu ortak akla kanlı bir iç savaş sonrasında varmıştı. Biz ise barışçı yoldan bu ortak akla varmaya çalışıyoruz.
Demokrasi ne kadar güzel bir şey ki bu tercihi yapmak ve ülkemizi yönetenleri değiştirmek elimizde. Muhalefetin yaşadığı krizlerde gördük ki, iktidar değiştikten sonra da kamuoyunun rolü sonlanmayacak
Muhalefetin son yıllardaki pratiklerinden ortaya çıkan modelle yönetilen bir Türkiye nasıl bir Türkiye olur? Böyle bir Türkiye’de parti başkanları, milletvekilleri, belediye başkanları, Meclis başkanı, Merkez Bankası başkanı, AFAD başkanı, YÖK başkanı, rektörler, bakanlar, hepsi tanınan, insiyatif alan ve fark yaratan önemli oyuncular olacak. Kendi yetki sınırları içinde önemli sorumluluklar almaları ama başkasının alanında da girmemeleri ve eşgüdüm içinde hareket etmeleri gerekecek.
Böyle bir Türkiye’de tek değil çok akla ve yeteneğe, biata değil liyakata, hakkaniyete, insiyatife ve girişimciliğe, ve bir o kadar da karşılıklı saygı ve sınırlarını bilmeye ihtiyacımız olacak.
Cumhurbaşkanı’nın rolü ise bu oyuncuları bir arada tutan ve koordine eden bir
orkestra şefinin rolüne benziyor. Özellikle de geçiş döneminde.
Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçtikte sonra da başbakanın rolünü bu şekilde düşünmek gerekebilir.
Bunun başarılması durumunda Türkiye’nin gerçekten “çağ atlamasından” ve İkinci Yüzyılı Demokrasiyle taçlandırmasından bahsedebiliriz.
Demokrasi ne kadar güzel bir şey ki bu tercihi yapmak ve ülkemizi yönetenleri değiştirmek elimizde. Muhalefetin yaşadığı krizlerde gördük ki, iktidar değiştikten sonra da kamuoyunun rolü sonlanmayacak. Talep ve tepkileriyle yönetenleri iyiye ve uyumlu çalışmaya yönlendirmek konusunda gücü ve sorumluluğu olacak.
Hedef büyük ve ulaşmak o kadar da kolay değil. Bu yüzden olağanüstü siyaset, özveri, akıl ve çalışma gerektiriyor.
Gelecek yazımda ise bu modelin ve tercihin karşısında duran, Sayın İnce’nin hareketi dahil alternatif modeli biraz daha anlamaya çalışacağım.