Türkiyenin örselenen milli gururunu tamir arayışı, Sinan Oğandan bağımsız sürecek. Kendi ülkesinde kendini yabancı ve dışlanmış; milli gurur arayışında kitlelerin arayışına, siyasetin çare bulması şart. Yoksa, gelecek yıllarda giderek daha da keskinleşen yönelimlerden söz ediyor olacağız. 14 Mayıs seçimlerinden sonra Türkiye’de milliyetçiliğin yükseldiğine ilişkin birçok yorum yapıldı. Oysa yükselen; milliyetçi taban değil-milliyetçiliği kullanan popülist söylem. Ve bu popülist söylemin temel kaynağı da AK Parti yönetimi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. Söylem olarak alanını iktidar eliyle genişleten AK Parti ve Erdoğan’ın milliyetçiliği kullanan popülist söylemi ile, tabandaki arayışlar arasında fark var. İki ayrı meseleden bahsediyoruz. İktidarın, artık muhafazakârlığa vurgu yapan popülizmle hedeflediği desteği bulamaması üzerine; milliyetçiliği de içine artan dozda kattığı bir popülist çizgisi var. O çizginin yükselişini, tabandaki arayışlardan ayrı tutmak lazım. Bu demek değil ki, milliyetçiliğin günümüz Türkiye’sinde bir ideolojik karşılığı yok. 2020 ve 2021’de içinde yer aldığım bazı saha araştırmalarındaki derinlemesine görüşmeler, bana kamuoyundaki farklı kitlelerde yeni bir ideolojik arayışının olduğunu düşündürmüştü. Farklı farklı partilere oy veren ve kararsız seçmen genelinde, ülkenin gidişatından memnuniyetsiz kitleler çoğunluktaydı.  Dahası bu memnuniyetsiz kitleler, özgüven ve aidiyet arayışındaydı. Memnuniyetsiz kitleler, Türkiye’nin temel sorunlarını teşhiste ortaklaşsalar da ideolojik olarak bölünmüşlükleri, ortak çözüm adresinde birleşmelerini engelliyordu. Ekonomideki olumsuzluklar, sığınmacılar, refah seviyesinin düşüşü, adaletsizlik ve yolsuzluk algısı; her şeyden önce de dünya genelinde Türkiye’nin hakkettiğini düşündükleri “medeniyet seviyesine” ulaşamadığı gibi konularda birbirine taban tabana zıt ideolojik ve siyasi duruştakiler, şaşılacak derecede ortaklaşıyordu. MEMNUNİYETSİZLİKTE ORTAKLAŞMA, ÇÖZÜMDE KUTUPLAŞMA 2020-2021’de araştırmalarımızın bulgularını özetleyen bir rapor için şu satırları kaleme almışım: “Eğer ortak sorunlarda birleşen memnuniyetsiz çoğunluk, bu hoşnutsuzluklarından çıkış yolu bulamazlar ve siyaset, sorunlarına çare olmazsa; kutuplaşma ile tepkisellik artacak ve keskinleşecektir. Özgüven ve aidiyet arayışının en yakın çıkışını bulacağı ideoloji, milliyetçilik gibi gözüküyor. Şimdilerde memnuniyetsiz kitleler arasında, ifadesini ‘muasır medeniyet’ seviyesine erişmek gibi bir yönelimde buluşturan milliyetçi eğilimler; toplumun ortaklaştığı sorunlara çare bulunmadığı takdirde zaman içinde keskinleşip zıtlaşabilir ve aşırılığa kayabilir”. 2022 ve 2023’te farklı araştırmalarda ise, memnuniyetsizlerin daha da arttığı ve özgüven-aidiyet arayışının daha da arttığını gözledik. Ancak, 2020-2021’de daha “pozitif eğilimlerde” olan memnuniyetsiz çoğunluk öngördüğümüz gibi; 2022-2023’e gelindiğinde giderek tepkisel ve reaktif tutumlar benimsiyordu. 2021’de, derinlemesine mülakatlarda, “sizce milliyetçi bir parti nasıl olur, ne söyler, nasıl durur?” Sorusuna, “Türkiye’deki her ile, herkese hitap edebilir.”; “Ülkenin kalkınmasını sağlar”, “Üretimi arttırır”, “Yönetimde ve ülkede liyakate önem verir” gibi yanıtlar geliyordu. Milliyetçiliğe bu bakış açısı; ulusal kimliği ve vatandaşlığı ile övünme arayışının bir göstergesiydi.
Kesinlikle kemikleşmemiş, başına buyruk ve hemen her an farklı sebeplerle başka tercihler yapabilecek bir oy grubundan bahsediyoruz. Ve ne Oğan ne de başka bir siyasi aktör, bu kitleyi blok olarak güdemez”.
ÇARESİZLİK VE ÇÖZÜMSÜZLÜK KESKİNLEŞTİRİYOR 2023’e geldiğimizde ise, siyasete güvensizliğin arttığını gözlemliyordum ve ilginç biçimde bu güvensizlik, toplumun siyaseten kabuğuna çekilmesine neden olmaya başlamıştı. Memnuniyetsizlik artık toplumun çok küçük bir azınlığı dışında her kesime iyice yayılmıştı-bunun başlıca sebebi de elbette dişlerini hemen her herkese, her sınıfa iyice geçirmeye başlayan ekonomik krizdi. Buna karşılık, toplumsal sorunların çözümsüzlükleri ve ekonomik krizin bileşimi, “keskin sirke küpüne zarar” gibi bir saflaşmanın kamuoyu geneline yayılmasına neden oluyordu. Sinan Oğan’ın, 14 Mayıs’ta aldığı yüzde 5,17’lik desteğin arkasında işte böyle protest yönelim vardı. Oğan’ın göreceli olarak genç bir lider figürü olması, Azerbaycan’da uzun yıllar geçirdiği akademik geçmişi ve en önemlisi seküler-Atatürkçü milliyetçi duruşu, protest oyları kendisine yöneltti. Muharrem İnce de çekilince, reaksiyoner oylar (sandığa gitmeyenler dışında) adresini Oğan’da buldu. Kesinlikle kemikleşmemiş, başına buyruk ve hemen her an farklı sebeplerle başka tercihler yapabilecek bir oy grubundan bahsediyoruz. Ve ne Oğan ne de başka bir siyasi aktör, bu kitleyi blok olarak “güdemez”. ERDOĞANIN PRENSİ” OLMA SANRISI Ama Oğan, Türkiye ve dünya genelinden kendisine birden yönelen ilgiyi, fazla ciddiye almış; bir de üzerine zaten yaşamının önemli bir kısmını geçirdiği Azerbaycan’dan gelen telefonlarla, kendisinin ikbal kapısının Cumhur İttifakı olacağı sanrısına kapılmışa benziyor. Oysa, Cumhur İttifakı’nın politikalarını şekillendirebilecek “ikinci adamlar” yok; kimse “Erdoğan’ın Prensi” olmadı; olmayacak. Türkiye’nin örselenen milli gururunu tamir arayışı, Sinan Oğan’dan bağımsız sürecek. Kendi ülkesinde kendini yabancı ve dışlanmış; milli gurur arayışında kitlelerin arayışına, siyasetin çare bulması şart. Yoksa, gelecek yıllarda giderek daha da keskinleşen yönelimlerden söz ediyor olacağız.