Almanya’da SPD ve Yeşiller vergileri, kamu harcamalarını ve şirket yükümlülüklerini artırmayı vaat ederken FDP’nin programı tam tersini hedefliyordu. Almanya’nın Trafik Lambası Koalisyonu, Millet İttifakı’na ışık tutuyor. Türk siyasetinde seçim süreci yaklaştıkça, muhalefetin oluşturduğu ittifak çatısının ilkesel düzlemde yürüyüp yürümeyeceğine dair tartışmalar alevleniyor. Millet İttifakı’nın DEVA ve Gelecek Partisi’nin katılımıyla genişlemeye doğru seyretmesi ve ittifakın itici gücünün CHP olması, siyasi spektrumun farklı noktalarındaki partilerin ilkelere dayalı, tutarlı ve uzun vadeli bir birliktelik inşa edebileceğine dair soru işaretleri doğuruyor. Tam da bu noktada Almanya’da kurulan çiçeği burnunda koalisyon hükümetinin (Trafik Lambası Koalisyonu-Ampelkoalition) kuruluş hikayesi akla geliyor ki, her ne kadar siyasal kültürümüz Almanya’dan epey farklı olsa da oradaki güncel deneyim, Türk muhalefeti için bir ilham kaynağı olabilir. En azından koalisyonun kurulma sürecindeki müzakere ve iş birliğinin metodolojisi, Türkiye’deki muhalif aktörler için somut fikirler verebilir. Almanya’da seçim sonrasında koalisyon görüşmeleri başlarken, sol blok (SPD ve Yeşiller) partilerle liberal eğilimli FDP arasındaki derin farklılıklar dikkat çekiciydi. SPD’nin vergileri ve kamu harcamalarını ciddi anlamda arttırmayı hedefleyen iddialı vaatleri ile Yeşiller’in yeşil ekonomiye geçiş süreci için yeni vergiler ve büyük şirketlere önemli yükümlülükler getirmeyi planlayan önerileri, kamu harcamalarını kayda değer şekilde azaltmayı ve vergileri düşürmeyi öncelikli hedef olarak benimsemiş FDP programı ile uyumlu değildi. Birbirine yakın programlara sahip SPD ile Yeşiller’in, FDP ile bir araya gelmesinde, partilerin seçim programları bağlamında ciddi bir makas bulunuyordu. Üstelik özellikle SPD, son yılların en iddialı ve sosyal politikayı önceleyen programıyla seçmen karşısına çıkmış ve bir ivme yakalamış haldeydi. Öte yandan FDP’nin başında ise agresif ve sözünü sakınmayan bir figür olarak sivrilen, kamu harcamalarının azaltılması ve devletin küçültülmesi gibi başlıklarda net söylemlere sahip Lindner gibi bir lider vardı. Yani kördüğüm olmaya aday bir denklem söz konusuydu. Peki sonra ne oldu? Öncelikle üç parti, dört yıllık bir koalisyon hükümetinden neler beklediklerini ana hatlarıyla ortaya koyup, ortaklaşabildikleri temel hususları ortaya koydular. Derine inmeyen, olası bir iş birliğinin ana hatlarını belirleyen bir ilkesel çerçeve çizdiler. Her üç parti, koalisyon çalışmalarına dair genel parti çerçevesini ortaya koyarken seçim programındaki vaatleri daha ılımlı ve esnek yorumlamaya eğilimli şekilde hareket etti, esasen üç parti tarafından da ilk tavizler böylece verildi. Temel koalisyon görüşmelerine geçilip detaylı alt çalışma grupları oluşturulduğunda ise, partiler belli konularda tavizler verirken, belli konularda kendi gündemlerini diğer partilere kabul ettirdi ve ortaya dengeli, tüm partilerden izler taşıyan ve kimsenin “Kaybettim” ya da “Kazandım” diyemeyeceği bir metin ortaya çıktı. NET BİR KAZANANIN OLMAYACAĞI DENGELİ BİR İTTİFAK Sözgelimi FDP’ye sorarsak, “SPD ve Yeşiller’in vergileri arttırmasına ve devleti daha da büyütmesine engel olduk, ayrıca Maliye Bakanlığı gibi kilit bir bakanlığı aldık” diyecektir. SPD’ye sorarsak, “FDP’nin vergileri düşürme planlarına engel olduk, ayrıca en fazla bakanlığı biz aldık” diyecektir. Yeşiller’e sorarsak, “Ekonomi Bakanlığı’nın görev kapsamını iklim koruması sorumluluğu ile genişletip bu bakanlığı aldık, ilaveten yeşil politikayı hayata geçirebileceğimiz önemli bakanlıkları elde ettik” diyecektir. Herkesin kazandığı, aynı zamanda herkesin bir şeylere engel olduğu ve yine herkesin bir şeylerden vazgeçmek zorunda kaldığı, fakat bunların birbirini dengeleyip ortak bir program ve ilkeler etrafında koalisyonun kurulduğu bir denklem mümkün oldu Almanya’da. Deva ve Gelecek Partisi ile genişleyecek Millet İttifakı’nın yapması gereken, aşağı yukarı böyle bir denklem kurmak olacak. Elbette Türkiye’nin özgün şartlarını ve dinamiklerini hesaba katarak. Her partinin belli iddialarından vazgeçeceği ve aynı zamanda belli hedeflerini diğer ortaklarına kabul ettireceği, fakat ittifak içerisindeki hiçbir partinin net bir kazanan ya da kaybeden olmayacağı, dengeli ve makul bir denklem. Parlamenter sisteme dönüş ve siyasetin demokratikleştirilmesi gibi spesifik bir genel hedefin ortak payda olması, böyle bir denklemin kurulmasını kolaylaştırıyor. En azından bir ittifak metodolojisi olarak üzerine düşünmeye epey değer. Türkiye’de bu sürecin nasıl ve ne yönde ilerleyeceğini ise zaman gösterecek.