Öyle bir ortam düşünün ki, açıklanan haziran enflasyonu beklenenden yüksek gelince faiz indirimi yapılamayacağı rahatlaması TL’ye değer kazandırıyor. Halbuki, enflasyonun yükseldiği herhangi bir ülkede daha sıkı para politikasına geçilmeyecekse yerel para biriminin değer kaybetmesi beklenir. Türkiye’de tersi olmasının nedeni elbette para politikasında yapılan vahim hatalar. Son TCMB Başkanı Kavcıoğlu’nun göreve atanma süreci, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mart ortasından bu yana faiz indirimi talebiyle sahnelerde yerini bir kez daha alışı, TV röportajında bizzat Kavcıoğlu’ndan politika faizinin yaz sonundan itibaren inebileceği bilgisi aldığını açıklaması erken bir faiz indirimi endişesi yaratmakta. Merkez bankasının merkez bankacılığı tecrübesi olmayan, Yeni Şafak’taki köşe yazılarında sıklıkla “faizi enflasyonun nedeni” olarak tanımlayan başkanı Kavcıoğlu, Nisan ayında açıkladığı enflasyon raporunda yılın son çeyreğinde baz etkisi ile enflasyondaki artış hızının yavaşlayacağını öngörmekteydi. Nisandan bu yana küresel ölçekte emtia fiyatlarında devam eden yükseliş, başta ABD’de olmak üzere yükselmesi beklenen enflasyonun beklenenden daha hızlı hareketlenmesi, ekonomik toparlanmanın gücü, dünyanın en büyük merkez bankası Fed’in bile söylemini değiştirirken, TCMB’nin söylemi aynı kaldı. “İzlediğimiz sıkı para politikası sayesinde, Nisan Enflasyon Raporu’nda beklediğimiz enflasyon patikası aynı; yaz sonundan itibaren baz etkisi ile yavaşlayacak.” Banka, Para Politikası Kurulu toplantılarında politika faizinin cari ve beklenen enflasyonun üzerinde tutularak reel faiz verileceği garantisi ile hem faizi indirebileceğini hem de TL’yi kontrol altında tutabileceğini hesaplıyor. Hiç inandırıcı olmayan sene sonu %12 TÜFE enflasyon beklentisini değiştirmezken, enflasyonun %17 seviyesinden %15 civarına inebileceği potansiyeli ile %19’daki politika faizinin de Cumhurbaşkanı’nı da mutlu edecek şekilde 200 baz puan kadar inebileceği hesapları yapılıyor belli ki. Hatta banka ekonomistlerle yaptığı ilk toplantıda küresel enflasyonda artışın ciddileşeceği son çeyreğin TCMB açısından rahatlamanın başlayacağı dönem olacağını; çünkü enflasyonda artışın Türkiye’de önceden yaşandığını ve faiz artışlarının daha önce yapılması sayesinde son çeyrekte Türkiye’de enflasyonun yavaşlayacağını söylemişti.  Bu bakış açısının tamamen hatalı olmasının nedeni de elbette bugün yaşanan yüksek enflasyonun nedenlerinin TL’ye değer kaybettiren 2019-2020 dönemi AKP politika hataları olması.  Küresel enflasyonist baskıların 2021 başından itibaren yükselmesinin ise mevcut yüksek enflasyonun üzerine yeni baskılar yaratacağı gerçeği. Güçlenen enflasyon baskıları ile aniden haziran toplantısında söylemini şahinleştiren Fed’in parasal sıkılaştırma adımlarına tahvil alım programında yapacağı daralma ile bu sene bitmeden başlaması bekleniyor artık.  Faiz artış adımları için ise 2023 yerine artık 2022 telaffuz ediliyor. Bu değişime gözünü kapatmayı tercih eden TCMB ise sadece Erdoğan’ın isteğini gerçekleştirmeye odaklanarak para politikasını idare etmeye çalışıyor. Haziran ayı enflasyon detayları işte bu açıdan önemli. Rakamları “yönettiği” şüphesi olan TÜİK için bile TÜFE enflasyonun %17,5 ile iki senelik zirveye çıkması, çekirdek enflasyondaki ana ivmenin %25’e yaklaşması ve elbette %43 olan üretici fiyatları enflasyonun TÜFE tarafını desteklemeye devam etmesi Kavcıoğlu’nun ısrarla tekrarladığı senaryonun çoktan değiştiğini anlatmalı herkese. Haziran sonunda yapılan yüksek elektrik ve doğalgaz zamlarının 2021 TÜFE enflasyonuna zaten 1 puandan fazla ekleyecek olması, aşılama ilerledikçe ekonomide aktivitenin hizmet sektörünü de coşturarak artacağı, devam edecek dolarizasyon ve %43’lük ÜFE enflasyonun talebi gördükçe kısmen de olsa TÜFE tarafına akacağı gerçekleri TCMB’nin ezberlediği söylemi etkilemekten uzak. Halbuki Türkiye’deki enflasyon dinamikleri yanında FED’in değişen söylemi ile kucaklaşması Kavcıoğlu’nun faiz artırımını gündeme aldığını açıklamasını gerektirmekte.  Çünkü sene sonunda %20’nin altında enflasyon artık çok zor. Sadece Erdoğan faktörü nedeniyle Kavcıoğlu yönetimindeki TCMB’nin faiz artırması mümkün değil. Yaparsa Ağbal kadar “güven” veremeyecek olması bir yana, koltuğu gidecek. Enflasyonla ilgili gerçekler nedeniyle de Cumhurbaşkanı’nın isteğini yerine getirerek faiz indirmesi de mümkün değil. İndirirse TL’de yaşanacak hızlı değer kaybı, enflasyonist döngü Kavcıoğlu’na yine koltuğunu kaybettirecek. Kavcıoğlu’nun değişmesi her senaryoda seçeneklerden bir tanesi fakat mevcut dinamikler içinde kim gelirse gelsin faiz indirimi mayınlı bölge. O zaman işte seçim anketlerinde kan kaybı devam eden Erdoğan açısından faiz indirilmesi için kendisinin müdahale etmesi gerekecek. Yapar mı? Yapabilir elbette. Varlık Fonu örneğinde olduğu gibi, TCMB’nin de zaten cumhurbaşkanlığı sisteminde her işin karar vericisi olan Cumhurbaşkanına açıkça bağlanması en doğru adım olabilir. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması hukuksuzluğunda olduğu gibi, TCMB kanunun değişimi de bir gece yarısı Cumhurbaşkanlığı kararnamesine bakar. Kapalı kapılar ardında gerçekte Erdoğan’ın aldığı faiz kararının şeffaf bir şekilde kim tarafından alındığının bilinmesi, Erdoğan ülkeyi yönettiği sürece yabancı sermayenin Türkiye’ye zaten artık hiç uğramayışının netleşmesi herkes açısından “en temiz” seçenek olabilir. Hazır seçimler de ufukta belirmişken böylesi bir değişimin ekonomide sonun başlangıcı dönemini hızlandırması herkesi ferahlatabilir. Hatta kendini “ekonomist” olarak tanımlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son beş senede yarattığı ekonomik çöküşün tüm sorumluluğunu aynı zamanda merkez bankası başkanı da olarak açıkça üstlenmesi en adil görev dağılımı olabilir.