Fotoğraf makinasından görüntülerle bugün, sizin ikliminiz nasıl? sorusunu yöneltmek istedim sizlere. Türk Gençliği’nin ve Türk insanın kendi gerçek milli ve manevi değerlerine sahip çıkması ve bu değerlerle yol alması gerekiyor. Jenny OFFILL’ın “Hava Durumu” adlı romanı, Harfa Yayınları’ndan 2020 yılında çıkmıştı. Gri görüntülerden daha renkli görüntülere geçen medyanın merceksel çekimleri, fotoğraf makinasından artık nelerin çıktığını da gösteriyordu. Kaygılı bir eş ve anne Lizzie, hayatın anlamını sorguladığı bir çağda, sorgulayıcı bir aktarımla çocuklara bırakılacak karışıklık/kaos ortamından çekiniyor. Bu ortam elbette çok karışıktır. İklim değişiklikleri, doğal afetler, savaşlar, Amerika’daki göçmen mahalleleleri yani yeni dünyaya dair ne varsa, nasıl bir değişiklik yaşanıyorsa bütün bunlar… Tekinsiz bir dünyada ve gelecek kaygısında bocalayan yeni dünyanın yeni insanlarına dair ne varsa, bir annenin merceğinden aktarılmış Hava Durumu adlı romanda. Elbette, fotoğraf makinasından daha renkli bir dünyaymış gibi sunulan yaşlanan bir dünya vardır artık. Renkler vardır, ama mercek son derece keskindir: SİYAH ve BEYAZ. Keskin geçişlerde, renkler de dünyanın kendi gerçekliğine doğru yol alıyordu. Sizin ikliminiz nasıl? Sorusunu yöneltmemenin nedeni, 1980’lerin sonu 1990’lı yıllarda belirginleşen “küresel köy” kavramıyla tanışık yeni dünyada, “Hava nasıl olursa olsun, sizin havanız her zaman yerinde olsun” sloganıyla açılan hava durumu raporu, aslında her zaman varmış ve hiçbir zaman yokmuş gibi olan “toplumsal ve siyasal geçişler” karşısında toplumsal ve bireysel hassasiyetlerle yaşama devam etmeyi öngörüyordu. Sizin ikliminiz nasıl? Haliyle, fotoğraf makinasından nelerin çıkabileceğini aktaracağım. Fotoğraf sanatındaki sanatsal ve toplumsal durumlar, portreler ve olaylar medya alanında önemli bir etkiye sahiptir. İnsan kültürü, görüntülerin anlamıyla dünya ve insan arasındaki mesafeyi (yakınlığı-uzaklığı) görmeye çalışır. Ancak, burada bazı temel sorunlar da çıkar. Dışsal alan-iletim-geri dönüş. Bunu, tam anlamıyla açıklamaya çalışırsak, sahnelerde ve görüntülerde olayları tasvir etmek yerine geçen “durumlar” ortaya konur: Ve ortaya bir senaryo çıkar. İki sonuç ortaya çıkar bu bağlamda: Hatırlama ve unutma ya da nasıllar, nedenler gibi sorular için insanın kendi ürettiği yorum-bağlam. Tarih bilincinde, bu görüntüleri kaydetmenin sorumluluğu yazı yani metinsel icattı. Tarihin başlangıcı da denilebilir. Ardından belki de bu işin tadını kaçıran mı desek, olmaz, ne diyelim mesafeyi açan, insan ile dünya arasındaki sınırları netleştiren kavramsal icat ortaya çıktı. Aslında bu sonuç, görüntüyü fotoğraf makinasından çıkan görüntüyü betimleyen bir yorum bilgisiydi. Hayal ettiğiniz dünyayı, görüntüleri incelemekti anlam bilgisinde. Sonra, ideolojiler çağı başladı. Görsel dünya ile kavramlar arasında, bir şeyler yaşanıyordu. Kimisi çatıştı, kimisi uzlaştı, kimisi birbirine eklendi. İDEOLOJİLER Çağı. Metinlerin araç olarak kullanıldığı bu çağda, “metne sadakat (Vilem Flusser’in ortaya attığı kavramdır) örneği olarak, siyasal ideolojiler, krizler yaşanmıştır. Metnin dışında bir anlam da ortaya atılmıyorsa, yeniden kodlanıp açıklanamaz duruma gelmişse yani Vilem Flusser’in yorumuyla, metinler artık hayal dahi edilemezse, tarih sona ermiştir. Flusser, ilginç bir konuya daha değiniyordu. İşte “tarihsel dünyada”, bu krizi aşmak için, “görüntüler” icat edildi. Jean Baudrillard’ın “Hiper Gerçeklikler” olarak adlandırdığı bu çağda, Baudrillard, işte o çarpıcı soruyu yöneltti: “Toplum, gerçekten var mıdır?” Kaygılar, iklim değişiklikleri, savaşlar, doğal afetler, toplumsal travmalar, yanılsamalar…vb Medyanın yeni hali: “Sizin İkliminiz Nasıl?” Kavramlar dünyası, metne sadakat, ideolojiler, hiper gerçeklikler= Toplumsal ve Siyasal Gerçekliklerde Neredeyiz? Yorum bilgisinde, kuşaklar da payını alıyordu. Türk Gençliği, bu yanılsamaların içerisindedir.  X, Y, Z kuşağı gibi adlandırmalar elbette, çağın şartlarını taşıyan manasında kullanılan “kuşak” kelimesinin fotoğraf kamerasından çıkan “bağlamsal” yönünü de hatırlatıyor siyasetin toplumlara nüfuz eden sonuçları ve yapılması gereken yükümlülüklerle ilgili olarak. Z kuşağı için ne yapılmalı, Y kuşağı toplumsal alanda ne istiyor, kayıp kuşak…vb gibi tanımlamalar, siyasal ideolojiler konusunda topluma nasıl etki ediyor? Belki de bu iklimde bunu hatırlamak gerekiyor. Onlarca köşe yazısı, kitap, makale, saha araştırması yapılıyor. Sizce ideolojiler çağının ve tarihin sonunda mıyız? Kendi yolunda gençler, kadınlar nerededir? Kaygılar, gelecek senaryoları… Türk Gençliği’ne yönelik en acımasız senaryo: Onları kavramların en yoksun taraflarıyla çevirip, teknolojiyle boğmak…Üretimsizliğe, sorgulayamayacakları yeni dünyada “sessizliğe boğmak”. Fotoğraf kamerasından çıkan görüntülerde, iklim değişikliğinden daha ciddi bir mesele olarak duracak gibi. Özgürlük, evrensel değerler, üretmek, değerlere saygı duymak, boş zamanı yönetmek, üniversiteyi hayalleriyle birlikte bitirdikten sonra ülkesine katkı sağlamayı bilen bir birey olmak… Bence, çok zor şeyler değil. Batı merkezli kavram güdümlülük ve metne sadakat felsefesinin pragmatik sonuçlarına karşılık, milli ve manevi değerlerle ülkemizin geleceğini biçimlendirecek olan toplumsal ses duyulur mu? Kitlesel olarak tüketebilecek/tüketilebilecek/tükenecek bir kitle midir toplum? Zannetmiyorum! Fotoğraf makinasından görüntülerle bugün, sizin ikliminiz nasıl? sorusunu yöneltmek istedim sizlere. Giyim, kuşam gibi küresel köy masalından, sen busun işte diyen kimlik sanrılarından uzaklaşarak, Türk Gençliği’nin ve Türk insanın kendi gerçek milli ve manevi değerlerine sahip çıkması ve bu değerlerle yol alması gerekiyor. Dolayısıyla, kent mimarisinden, giyim-kuşama, eğitimden, sosyal politikalara, siyasal ve kültürel alanda milli ve manevi değerlere göre bir üretim başlatılarak görüntülere yenik düşmeyen, yaşayan bir toplum varolsun diyorum!