Kriz ve gelecek eksenli yazıları okuduğumuzda genelde karamsar bir havanın hakim olduğunu görüyoruz. Soruna tablonun görünen renkleri üzerinden "objektif" olarak bakıldığında bu karamsarlık haksız da sayılmaz. Kriz, dünyada bazı umut verici gelişmelere karşın genelde solun oldukça zayıf, emekçi hareketinin dağınık ve/fakat faşizan hareketlerin yükselişte olduğu bir süreçle el ele gelişiyor. Benzer bir tablo Türkiye için de geçerli. Bir "bilim insanı" objektifliğiyle sorunlara yaklaşılırsa durum tam da bu ve teslim etmek gerekir, ki pek iç açıcı gözükmüyor. Ama bu "tarafsızlık" zaten büyük ölçüde içi boş bir laftır... Hele hele de faşizme karşı "tarafsızlık" en hafif deyimiyle tam bir aymazlıktır. Objektif gerçekliği, o gerçekliği değiştirmek amacıyla analiz etmektir esas olan. Dolayısıyla kriz tahlillerinin -elbette gerçekliğin nesnel bir analizi üzerinden- bu gidişat nasıl engellenir ve tersine çevrilebilir sorusu üzerinde odaklanması daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Değişim olanaklarının altını daha kalınca çizmek ve çubuğu "iradi" müdahale alanına bükmek gerekmektedir. Bir başka dikkat çekici husus bu konudaki yazının krizin iktisadi göstergeleri ve bu anlamdaki yakın geleceği üzerinde yoğunlaşmasıdır. Elbette bunlar üzerinde de durmak gereklidir. Ve/fakat zihinsel mesainin çok önemli bölümünü bu alana ayırmak, krizin sınıfsal/toplumsal/siyasal boyutlarını gölgede bırakmakta; teknik bir sorun üzerine konuşuyormuş izlenimi yaratmaktadır. Bu da apolitikleştirici sonuçlar üretmektedir. Tarihsel deneyimler kriz koşullarının ancak ve ancak örgütsel bakımdan güçlü, politik bakımdan yetkin, kısacası öncü bir rol oynayan politik bir emekçi örgütlenmesinin varlığı koşullarında eşitlikçi ve halkçı bir seçeneğin ortaya çıkmasına neden olabildiğini gösteriyor. Biz bugün bu en önemli koşuldan yoksunuz. Bunların hepsi doğru... Ama " öncü yok, bu koşullarda faşizm kazanır" saptaması bu görevin hayata geçirilmesi için ortaya çıkan olanak ve yöntemler konusuyla, iradeyi olumlu anlamda sevk edecek, enerji yoğunlaşmasına yol açacak bir analizle birleşmiyorsa karamsar ve teslimiyetçi bir ruh halinin pekişmesine yarar sadece... Bir müddettir bu köşede kiriz döneminin bu açıdan sağladığı olanaklar üzerinde durulması böylesi bir perspektifle bağlantılıdır. İşin dikkat çekilmesi gereken belirleyici önemde bir başka yanı daha var: İddiasının karşılığını veren türde bir öncü örgütlenmenin mevcut olmamasının nedeni, bu potansiyele sahip yapılanmaların olmaması değil, solun uzun süredir yaşadığı meşruiyet krizi ve emekçi hareketliliğinde yaşanan gerilemedir. Böylesi bir dönemde solun doğrusal ve süreğen bir biçimde büyüyerek böyle bir öncü örgütlenmeyi inşa etmesi zaten pek olası değildir. Böylesi bir öncülük kapasitesi büyük olasılıkla ciddi yarılmaların yaşandığı bir dönemde ve sıçramalı biçimde gerçekleşecek bir durumdur. Dahası dağınık ve farklı dinamiklerden beslenen toplumsal muhalefet hareketlerini masa başında ve iyi niyetle birleştirme çabalarının da sonuç alıcı olma ihtimali çok ama çok azdır. Bütün bu dinamikleri birleştirebilecek belirleyici unsur, emekçi hareketliliği başta olmak üzere toplumsal muhalefetin etkili bir güç olarak sahneye çıkması olacaktır. Bu koşullarda CHP tabanının önemli bölümünü oluşturan mücadele istekli unsurların; sosyalist ve devrimci unsurların; emekten, eşitlikten yana Kürt muhalefeti unsurlarının bir araya gelmesi ve/fakat zaten içinde ciddi ayrışma potansiyelleri saklı olan faşizan bloğunda kendi içinde çatlaması/ayrışması çok büyük bir olasılıktır. Dolayısıyla kriz tam da böylesi bir örgütlenmenin inşası açısından kritik bir fırsat niteliğindedir. Yani soruna genel ve soyut planda bakıldığında krize böylesi bir örgütlenmeden yoksun girmek ne denli dezavantaj gözükmekteyse, soruna bugünden bakıldığında kriz, adına layık bir örgütlenmenin inşası bakımından o denli büyük bir fırsattır. Bugün bizler açısından ikincisi, birincisinden daha çok öne çıkan bir boyuttur. Meşruiyet krizini aşması ve yeniden gerçek anlamda özneleşmesi açısından uzun süredir beklenen fırsat nihayet solun ayağına gelmiştir. Bu tablo karşısında oflayıp püflemek, karamsar/melankolik ruh haline girmek yerine bilinçle irademizi bilemek tek seçenek durumundadır. Yazımızı kriz dönemlerinin bir başka temel özelliğini hatırlatarak bitirelim... Kriz egemen çevrelerin iradesi üzerinde ket vurucu bir etki yaratırken; tersinden emekçi hareketini besler ve emekten yana söylemin ve eylem çağrılarının normal dönemlere göre kitlelerde yüzlerce kat daha hızla karşılık bulmasını sağlar...