Bugün pek çok yazar köşelerini ya tümden ya da kısmen kabine değişikliği konusuna ayırmışlar. Köşelerde yazılanlara bakıldığında kabine değişikliğinin tek ciddi ve belirgin mesajının "Batı Cephesinde yeni bir şey yok" ya da "Ben giderim Batum'a, Batum'un batağına" olduğu görülmektedir. Nitekim pek çok yazarın konuyla ilgili yazdıkları siyasal magazin sınırlarını aşmamaktadır. "Bu bakan kimdir, geçmişte ne dedi?", "Bursa ve Urfa dengesi korundu", "Gaziantep iki bakanla temsil edilecek", "Burhan Kuzu'nun tepkileri", "Ömer Çelik'in yıkılan hayalleri", "Tuğrul Türkeş'in kabineden dışlanmasında Bahçeli etkisi" vb. vb. Bu tür tali ve magazinsel unsurların yapılan yorumlarda öne çıkması bizzat kabine değişikliğinin esasa ilişkin hiç bir olumlu yön değişikliğine  işaret etmemesinden kaynaklanıyor. Kabine değişikliği ile ilgili bütün beklentiler karşılıksız kalmış ve daha önce yapılan yorumlar boşluğa düşmüş gibi... AKP DEDİ Kİ: "DEĞİŞMEM DEĞİŞEMEM" Kabine değişikliği, ne ekonomi, ne Kürt siyaseti, ne uluslararası politika alanında herhangi bir değişikliğin ufukta gözükmediğine işaret etmektedir... Kabine değişikliği AKP'nin tabanını genişletme ufkunu tümüyle kaybettiğini bütün dikkat ve enerjisini var olanı muhafaza etmeye harcayacağını göstermektedir. Referandumun ardından Erdoğan partideki "metal yorgunluğu"ndan söz edip kabine değişikliğin ilk kuvvetli sinyalini verdiğinde, pekçok çevre bunu partinin daha geniş kitleleri kazanmaya yönelik  yeni bir açılıma hazırlandığı biçiminde yorumlamıştı. Oysa bu kabine değişikliği gösterdi ki Erdoğan'ın, yeni kabine değişikliği ile aradığı metal yenilenmesi, yeni kitlelere açılımdan ziyade partinin çelikten bir itaate ve disipline sahip hale getirilmesidir. Kabine değişikliğine bakıldığında açıkça görülmektedir ki, bu değişiklik partiyi genişletmek, yeni alanlara taşımak, kendisine karşı olan ya da en azından şüpheyle bakan insanları ikna etmek hedefiyle değil, partiyi olağan bir siyasal partiden güçlü bir disiplin ve itaate dayalı bir "iç savaş partisi"ne dönüştürmek alanındadır. Kabine değişikliği bu nedenle ve aynı zamanda tek adam rejiminin derinleştirilmeye devam edeceğinin işaretidir. "Mahcupça"da olsa fikrini beyan etmeye çalışan, az çok bağımsız bir kişilik olarak siyasette var olma kaygısı taşıyan isimlerin bakanlık kapısını ancak dışarıdan görebileceğini, artık bakanların en önemli ortak özelliğinin itaat -ve mümkünse- çalışkanlık olacağı bir dönemin başladığını göstermektedir. Erdoğan'ın mutlak kontrolü esasına dayanmış bir kabine anlayışının ilk önemli adımıdır. Kabine değişikliği neoliberal politikalarda bir sapmanın söz konusu olmayacağına ilişkin bir teminat niteliğindedir de. Mehmet Şimşek'in varlığını koruması ve görüntüde de ağırlığının artırılması apaçık sermaye kesimlerine verilen böylesi bir mesaj niteliğindedir. Peki niye "Babacan değil de Şimşek?" sorusunun cevabı ise Erdoğan'ın mutlak kontrolünde bir kabine arayışındadır. Ekonomi alanı daha fazla Mehmet Şimşek'in tekelinde kalmış gibi gözükse de, gerek Erdoğan faktörü, gerek Şimşek'in mülayim kişiliği ve  gerekse de yeni bakanlar kurulunun bileşimi tam aksine Mehmet Şimşek'in inisiyatif alanını iyice daraltacaktır. Adalet Bakanının değişmesinde, Adalet Yürüyüşü'nün ve AKP anketlerinden çıkan Adalet kurumuna artan güvensizlik sonucunun kısmen etkisi olabilir. Ama eski bakanın kabine içinde bir başka kritik göreve atanması ve yeni gelen bakanın bu alanda eski politikaların devam edeceğinin teminatı sayılabilecek  bir isim olması adalet alanındaki "adaletsizliklerin" hız kesmeden süreceğinin de göstergesidir. Yani bu alanda da "Batı Cephesi"nde yeni bir şey yoktur. Kabine değişikliğinin kapsamlı olmaması, beklenene göre yüzeysel ve sınırlı kalması ise AKP'nin giderek kırılganlaşan parti içi dengeleriyle ilgili görünmektedir. Tabanını genişletemeyen, dahası artık böylesi bir perspektife bile sahip olmayan, bütün dikkat ve enerjisini mevcudu ne pahasına olursa olsun korumaya odaklayan bir siyasal parti de, dıştan çok görünür olmasa da parti içi huzursuzluklar artmış, ideolojik bağlar ve heyecan zayıflamış, her an sert kırılmaları tetikleyebilecek çatlaklar çoğalmış demektir. Kabine değişikliğinin çok geniş boyuta ulaşmaması Erdoğan'ın en azından şimdilik böyle bir riski göze alamadığına, parti içi sorunları/kırılmaları azdırmamayı gözettiğine dair bir işaret sayılabilir. YENİ KABİNE DEĞİŞİKLİĞİ BUGÜNE KADAR SÖYLEDİKLERİMİZİN BİR KEZ DAHA TEYİTİ OLMUŞTUR. 1- AKP gerileme, çözülme sürecine girmiştir. Aynı zamanda bu süreçte aynı uluslararası alandaki ve iç politikadaki muhtemel ittifaklarıyla  arasında aşılmaz bir güvensizlik duvarı örülmesine yol açan çok ciddi hatalar yapmıştır. Bu nedenle mevcut gerileyişini  olağan sistem içi  yöntemlerle telafi edebilme olanağını da büyük ölçüde  yitirmiştir. 2- Erdoğan'ın ve dolayısıyla AKP'nin artık siyasetini yönlendiren temel motivasyonu olağan bir partinin olağan motivasyonları değildir.  Siyasetlerinin önceliği varlık/yokluk gibi çok kritik bir faktörce belirlenmeye başlamıştır. 3- Bu nedenle AKP varlığını korumak için her ne pahasına olursa olsun iktidarını korumak durumundadır. Ve yine bu nedenle cumhuriyet ve demokrasi dışı, mutlakiyetçi bir iktidar arayışı her geçen gün daha da derinleşen marazi bir saplantıya dönüşmektedir. Sonuçta bu saatten sonra AKP'den uzlaşıcı, kapsayıcı,  ortamı yumuşatıcı siyasi hamleler beklemek eğer bilinçli bir kandırmaca değilse safiyane bir iyi niyet işaretidir. AKP amacına ulaşmak için gerginliği, kamplaşmayı, baskı ve adaletsizlikleri her geçen gün daha da artırmak zorundadır. Cumhuriyet rejiminden "Şef"ci/mutlakiyetçi bir çadır devlete" doğru "kutsal yolculuğunda"  Erdoğan, AKP'yi de,  kabineyi de şefin iradesinin mutlaklığına dayalı "düşük profilli ama yüksek sadakatli" çadır yapılar haline getirmeye mecburdur. Kabine değişikliği bu sürecin doğal, tutarlı ama şimdilik yarım bırakılan bir hamlesidir...