1920 doğumlu şair Erzincan'ın Kemaliye ilçesi Çit Köyü'nde dünyaya gelmiştir. Gökçe ailesinin Ankara'ya geliş tarihleri 1929'dur. O zamanların Ankara'sı Ulus merkezi etrafında kümelenmiş 20-25 bin nüfuslu bir kenttir. Enver Gökçe 1981'in 19 Kasım'ında  Ankara'da vefat etmiştir.  Üniversite eğitimini Dil tarih Fakültesi'nde tamamlayan şair açısından, üniversite yılları siyasal kişiliğinin ve sanatçı kimliğinin oluşumu bakımından kritik önemdedir. Enver Gökçe eğitimini tamamladıktan sonra uzun süre sakıncalı olduğu için iş bulamamıştır. En sonunda İstanbul'da bir öğrenci yurdunda iş bulmuş ve İstanbul'a taşınmak zorunda kalmıştır. Bu şairin Ankara'dan ilk ayrılığıdır. 1951 yılında politik görüşleri nedeniyle tutuklanan Enver Gökçe, cezaevinde kaldığı sürelerin dışında Çorum ve Erzincan'da sürgünlük hayatı yaşamış ve tüm bunların ardından Ankara'ya yeniden dönmüştür. Gördüğü ağır işkenceler, cezaevi ve sürgün yılları şairin fiziksel sağlığı kadar duygusal dünyasında da derin tahribatlar yaratmıştır. Ardı sıra gelen ekonomik zorluklar ve yalnızlıklar, şairin sanat hayatını da derinden etkilemiştir. Kendisiyle aynı baskılara maruz kalan aynı jenerasyondan iki büyük şair Ahmet Arif ve Niyazi Akıncıoğlu'nun da bu yıllardan sonra, tıpkı Gökçe gibi sanatsal üretimlerinin neredeyse sonlanmış olması, yaşadıklarının nasıl büyük travmalara yol açtığını göstermektedir.   İkinci Ankara süreci, şairin uzun bir süre unutulmuşluğa terk edildiği hastalıklarla, yalnızlıklarla dolu çile yüklü bir süreçtir. Şair ömrünün bu dönemini Seyranbağları Huzurevi'nde  geçirmiş ve orada hayata veda etmiştir. 1970'li yıllarda yeniden keşfedilişi, şiirlerinin yeniden basılması ve şiirlerinin genç neslin ezberine giren bir yaygınlık kazanması, şairin ölümünden önceki en mutlu yılları olmuştur. Gökçe bu moral ve şevkle yıllardan sonra yeniden üretmeye başlamıştır. Son yıllarını bu yeni heyecanla çok daha dinç, enerjik geçiren şair, 1981 yılında henüz 60 yaşındayken hayata gözlerini yummuştur. Sanatsal gelişimi... Enver Gökçe'nin şiirini oluşturan farklı damarlardan söz edilebilir. Bu damarlardan ilki ve en güçlüsü kuşkusuz ki halk şiiri ve türkülerdir. Gökçe, bitirme tezini de "Eğin Türküleri" üzerine yazmıştır. Şiirlerindeki duruluk, imgelerindeki zorlamadan uzak doğallık tümüyle bu damardan beslenmesiyle ilgilidir. Ayrıca masal, efsane, destan üzerine çalışan Enver Gökçe'nin şiiri bu kaynaklardan esintiler de taşır. Enver Gökçe'nin okul arkadaşı Prof. Dr. İlhan Başgöz, Enver Gökçe'nin ardından kaleme aldığı bir yazısında, Gökçe'nin şiirinin bir başka damarından söz eder bize. Divan şiiri ve özellikle de Nedim. Bu, çoğu kişinin aklına gelmeyecek, şaşırtıcı bir damardır. Abdülbaki Gülpınarlı'nın dersleri ile başlayan bu divan edebiyatı ilgisi Enver Gökçe'nin şiirini kurmaya başladığı ilk dönemin en önemli unsurlarındandır. Zamanla bu ilgi söner ama bu ilginin izleri Enver Gökçe'nin şiirlerinde hem bir musiki hem de sözcük anlamında tortu bırakır. Başgöz bu etkiyi anlatırken "Halbuki bu şiirin (divan-ben) ses ve söz dünyasını tanıyanlar, Enver'in bu yanını anlamakta güçlük çekmezler. Enver "gönlümüzce", "evvel madde, ahir fikir", "sol aşkı bilmezlenenler", "hayal etmesi zor", "ben berceste mısrai buldum" derken sadece divan şiirinin usta söyleme geleneğini yansıtmaz, onun sözcükleri ile de konuşur" demektedir. Gökçe şiirinin son damarı ise modern şiirdir. Nazım Hikmet ve Gökçe'nin Türkçeye çevirdiği Neruda ise, bu etkinin somutlandığı iki önemli isimdir.  Bu iki isim yalnızca şiirsel dil bakımından değil; toplumcu edebiyat anlayışı bakımından da Enver Gökçe'yi derinden etkilemiştir. Sanat anlayışı... Enver Gökçe en genel anlamda toplumcu şiir kategorisi içinde yer alır. Ama Nazım Hikmet ve Niyazi Akıncıoğlu ile birlikte Enver Gökçe için daha spesifik bir ayrımla "sınıf şairleri" tabiri de kullanılabilir. Enver Gökçe'de şiir macerasının ilk başlarında toplumcu şiirin bir başka ve çok daha güçlü kolu olan "halkçı şiir" şemsiyesi altında yer alırken, süreç içinde şiirlerinde kent ve somut emek ilişkileri daha belirgin bir tema haline gelmiştir. Zaten Gökçe'de açık açık " Ben sınıf edebiyatı yapıyorum" der. Enver Gökçe şiir de biçim ve içerik tartışmasında biçimi önemsizleştirmeden önceliği içeriğe verir. O'na göre "İyi, başarılı bir eseri meydana getirebilmek için önce bir sosyal içerik, sonra da estetik bir kılıf zorunludur...Örneğin Nazım'da ve Neruda'da bu sosyal ve estetik yönler bir bütün halinde ortaya konmuştur. Güzel ve kuvvetli olmak buradan ileri gelmektedir." Anma yazımızı Enver Gökçe'nin genç sanatçılara "iyi bir sanatçı" olmak için nelerin gerektiğini anlatan satırlarıyla ve "Kardeşlik Acıları" şiirinden bir bölümle noktalayalım: " İyi bir sanatçı olmak için önce, kendini, halkını sevmesi daha doğrusu bu halkın içinden bu halkın en devrimci sınıfına bağlılık göstermesi içtenlikle bunu yapması şarttır. Hayatı tüm yönleriyle seveceksiniz. İyilik kötülükleriyle, pisliğiyle, fakat seveceksiniz...Bunu sevdiğiniz bir sürede, bunları yapıtlarınıza geçirebildiğiniz ölçüde, büyük ve yol gösterici olacaksınız." "... ben kendi halimle müthiş kişi ben sevici sert ve delişmen... ve hürlük kardeşlik çırasını kendi hissemce götüren insan. biliyorum bu dünyada gökyüzü ve denizyüzü cümle çiçek ve cümle yemişler vardır biliyorum bu dünyada yalnız ve "yalnız insanlar yani kardeşler vardır." beni şehir şehir beni, beni köy kent beni beni usul, beni yolca götür kardeşlik treni!..."