Savaş ilkesel olarak bir insanlık suçudur. Politik olarak ise savaş bir tek koşulda meşrudur. Siz açık bir askeri saldırı ile karşı karşıyaysanız. Yani bir meşru müdafaa, bir vatan savunması söz konusuysa. Var mıdır bugün böylesi bir durum?.. Ya da müdahale etmediğinizde günler, haftalar içinde Afrin'de vatanı işgale yönelik bir hazırlık mı saptadınız? İkisi de değil... Öyleyse neden bu savaş? AKP iktidarı diyor ki, "Güney sınırımızda PKK bağlantılı bir Kürt yapılanması oluş(turul)uyor. Bu oluşum Türkiye'nin de bölünmesine yol açar... Zaten amaçlanan da budur." Bu olabilir mi? Evet olasılıktır. Ama olasılık üzerine savaş ilan edilmez. Diplomatik, siyasi, askeri hazırlık yapılır. Bu durumda da dört önemli soru vardır yanıtlanması gereken... 1) Bu konudaki yakın tehdit öngörüsü yeterli siyasi, istihbari bilgiye dayanarak mı şekillenmiştir? Aksi halde yanlış öngörü ve değerlendirmeyle alınan savaş kararı sizi dünyada, bölgede tecrit eder, ülkenize de yıkım getirir. 2) Peki bu sorunun barışçıl çözümü artık olanaksız mıdır? 3) Velev ki bu savaşı başlattınız, askeri başarı da elde ettiniz; peki bu başarının kısa vadede tehdidi kaldırması mümkün mü? 4) Velev ki kısa vadede tehdidi kaldırdınız; bu zafer orta ve uzun vadede sorunun size çok daha ağır ve kronik biçimde dönmesine neden olabilir mi? Yani bir Pirus zaferine dönüşür mü? İlkinden başlayarak yanıtlayalım. AKP'nin Ortadoğu bataklığına savaş politikasıyla müdahil olması, bugün tehdit ve beka sorunu olarak tanımladığı durumdan bağımsızdır ve çok daha öncedir. Bu dönemde içerideki ve dışarıdaki Kürtlerle arası da gayet iyidir. Tam tersine AKP, ABD emperyalizminin katarına şevkle atlayarak Ortadoğu'da savaş politikasına yöneldiği için bugünkü tablo ortaya çıkmıştır.Yani AKP'nin savaş politikasının bekaa/vatan savunması ile ilgisi yoktur; taşeronluk görevi ve alt emperyalistleşme hevesiyle bağlantılıdır. Gelelim öngörü meselesine: AKP iç ve özellikle dış politikada “öngörü dersi”nden mütemadiyen sıfır çekmiş, karnesi berbat bir iktidardır. Hem içeride hem dışarıda kandırılma rekoruna sahiptir. Her öngörüsüyle ülkeyi daha da çıkmaza sürükleyen bir iktidarın yakın tehdit, beka sorunu saptamasına ve askeri çözüm öngörüsüne güvenmek için hiç bir neden yoktur. Her şey bir yana sadece bu neden bile, yani kandırılma zaafı ile malül bir iktidarın kendisi bile, savaş kararına karşı güçlü bir itiraz nedenidir. Denilebilir ki, “Geçmişte pek çok hata yapılmış ve sorun bu hatalar nedeniyle bir açık tehdide dönüşmüş olabilir. Tamam da bugün güney sınırımızda emperyalizm destekli bir oluşum var ve bu oluşum da ulusal bütünlük ve güvenliğimize risk oluşturuyor. Bu durumda ne yapsın yani hükümet, madem benim hatalarım doğurdu bu sonucu, el mecbur sineye çekeceğim mi desin?” Öncelikle çok temel bir kural var: Sorunun müsebbibi olan sorunun çözümü olamaz... Sorunun çözümü geçmişin tekrarı uygulamalardan değil, pradigma değişikliğinden geçer. AKP kendisinin siyasi iflası anlamına gelecek böyle bir değişikliği hayata geçiremez. Bu da demektir ki, sorunun çözümü için en ivedi adım AKP iktidarından kurtulmaktır. AKP iktidarının varlığı çözümün değil beka sorunun önemli bir parçası haline gelmiştir. En kritik soru ise 2. soru, yani “peki barış yolu yok mudur?” sorusudur. Peki bu soru sorulmakta mıdır? Hayır... Dolmabahçe mutabakatı neden yok sayıldıysa, aynı sebepten dolayı bu seçenek üzerinde hiç durulmamaktadır. Zira amaç hiç bir zaman Kürt sorununu çözmek olmamıştır. Amaç AKP'nin neo Osmanlıcı neo teokratik yönelimine ve Ortadoğu'daki savaşçı alt emperyalistleşme hevesine Kürtleri entegre etmek, en azından engele dönüşmemesini sağlamaktı. Kürt hareketi bu iki alanda da AKP'ye aykırılık gösterince “açılım süreci” de gereksizleşti. Oysa amaç neo teokrasi ve alt emperyalistleşme değil Kürt sorunu çözerek "yurtta barış"ı sağlamak, Ortadoğu'da ise savaşsever emperyalistleşme amacıyla değil "dünya da barış" düsturuyla hareket etmek olsaydı, Kürt sorunu da çözülebilirdi. Kürt sorunu Kürt varlığının anayasal kabulü, anadilde eğitim, genel bir yerel özerklik ve politik genel afla çözülebilecek bir sorundu(r). Ve eğer çözülmüş olsaydı, Suriye'deki Kürt varlığı da bugün bir tehdide değil bir güce dönüşürdü. Açıkça ifade etmek gerekir ki bugünkü savaş anti emperyalist değil anti Kürt bir savaştır. Türkiye'deki Kürtlerin kardeşleri, akrabalarıyla savaştır. Gerek Kürtlerin savaş tecrübeleri, gerek coğrafi koşullar düşünüldüğünde kısa vadede bir askeri başarı imkansız değilse de, çok zor görünmektedir. Velev ki zor başarıldı ve askeri başarı elde edildi, orta vadede bunun sonucu Kürt sorununun daha da kronikleşmesi ve çözümünün çok daha zor hale gelmesi olacaktır. Bu süreçte Türkiye'nin emperyalist ülkelerle ilişkisinde ciddi gerilimler yaşanıyor olsa da, bu gerilimin anti-emperyalizm kapsamında anlamlandırılması mümkün değildir. Gerilim AKP'nin alt emperyalistleşme hevesinden ve Erdoğan'ın politikayı dolaysızca şahsi ikbaliyle ilişkilendirmesinden kaynaklanmaktadır. Afrin operasyonu öncesi ABD ve Rusya'nın bilgilendirilmesi konusunda gösterilen hassasiyet bile bu manada anlamlıdır. ABD ve Rusya kendi bölgesel stratejilerine zarar vermeyecek, hatta yarar getirecek sınırlar içinde bu operasyonlara göz yummaktadır. AKP'de şu ana kadar bu sınırları aşmamaya özen göstermiştir. ABD ve Rusya'nın Türkiye'nin Kürtlere operasyonlarından beklentisi Kürt ve Türk ayrılığını derinleştirmek, Kürtleri kendilerine muhtaç kılmak, yanı sıra da Türkiye'yi diğer süper güçle karşı karşıya getirmektir. İronik biçimde Türkiye açısından asıl beka sorunu bizzat bu operasyonlarda oluşmakta ve derinleşmektedir. Türkiye AKP iktidarında iki emperyalist gücün aralarındaki tenis maçındaki pinpon topu haline getirilmiştir. Her iki emperyalist güçte en azından şimdilik birbirinin egemenlik alanına müdahale etmemekte ve bu sınırlar içinde AKP iktidarı aracılığıyla Türkiye'yi projeleri ekseninde kullanmaktadır. Türkiye ise kazanan değil kaybeden, sürekli mevzi yitimine uğrayan bir ülke konumundadır. Peki bu tablonun nedeni sadece AKP'nin müzmin cehaleti ve yanılma/kandırılma hastalığı mıdır? Bu var ve önemli; ama bugün AKP açısından savaşı gerekli kılan bir diğer önemli unsur da, içte artan sıkıntıları dikkatleri dışa yönelterek perdelemek isteğidir. Önümüzde Erdoğan ve AKP açısından “ölüm/kalım” öneminde çok kritik seçimler/süreç olduğu hatırlanacak olursa bu amaç daha iyi anlaşılır. Bağlantılı biçimde AKP dağılan eski iktidar bloğu yerine, iktidarda kalabilmek için yeni bir iktidar bloğunu ikame etmek mecburiyetindedir. Bu tür hamleler “milli mutabakat” adı verilen yeni iktidar bloğunun inşası ve konsolidesi açısından da kritik önemdedir. Afrin'e yönelik savaş tüm bu nedenlerle beka sorunuyla ilgili değildir; bizim değil AKP'nin savaşıdır. Ve savaş sonucu ne olursa olsun tam aksine ülkeyi ciddi bir beka sorunuyla karşı karşıya bırakmaktadır. Siyasal çıkarları, öngörüsüzlükleri ya da oy kaygısı ve korkuları nedeniyle bu oyuna alet olan muhalefet unsurları da ülkenin bekası açısından ihanet değilse eğer ciddi bir gaflet içindedirler. Ülkenin beka sorununu çözmenin iki koşulu vardır: İlki acilen AKP'den kurtulmak ve ikincisi de Kürtlerimizle barışmak... En mümkün ve en barışçı strateji budur.