Türkiye artık olağan parlamenter siyaset parametrelerinin işlemediği bir ülkedir. Bugün Türkiye siyasetenin tüm güncel olgu ve gelişmeleri ancak devrim/karşı devrim diyalektiği içinden bakıldığında doğru anlaşılabilir. Dolayısıyla yalnızca ve temelde gelecek seçimi esas alan bir politik hat sürecin öne koyduğu  görevleri karşılamakta yetersiz kalacaktır. Türkiye'nin yakın politik geleceğini ya yeni bir kurucu iradenin zaferi belirleyecektir ya da karşı devrim... Karşı devrimin mutlak zaferi imkansız değilse de çok zordur. Ama eğer yeni bir kurucu iktidar zafer kazanamazsa, bizi beklemekte olan en iyi olasılıkla uzun bir kaos ve parçalanma süreci olacaktır. Bu gerçeğe uzun süredir dikkat çekmekteyiz. CHP'nin idari maslahatçı çizgisinin yalnızca kendisinin değil, aynı zamanda ve daha önemlisi cumhuriyetin tasfiyesini de kolaylaştırdığını vurgulamaktayız. Bu en hafif tabiriyle ölümcül bir rehavettir. HDP milletvekillerinin derdest edilmesi sırasında bu sürecin salt HDP'yi değil bütün muhalif güçleri hedeflediğini ifade etmiştik. Dahası HDP'ye yapılan haksız ve hukuksuz uygulamalara salt oy kaygısıyla ya da dar milliyetçi bakışla sessiz kalmanın, laik Cumhuriyeti tasfiye operasyonuna geçit vermek anlamına geleceğini söylemiştik. Süreç "Allah'ın bir nimeti" sonucu ilan edilen OHAL aracılığıyla daha da hızlanarak ilerliyor. OHAL'in darbe girişimi yapanları cezalandırmak kapsamını çokça aştığı, teokratik monarşi benzeri bir rejimin inşası için kullanıldığı fikri giderek güçlenmektedir. İktidar, OHAL'i bütün muhaliflerini -ve hatta olası muhaliflerini- teker teker yok etmek ya da kötürümleştirmek doğrultusunda araçsallaştırmaktadır.. CHP'ye yönelik de benzeri bir tasfiye operasyonu planlandığını üç dört ay öncesi bu köşede belirtmiştik. Enis Berberoğlu olayı tekil bir olay değil, bu operasyonun ilk adımıydı. Yandaş medya yakından izlendiğinde CHP'ye, odağında Kemal Kılıçdaroğlu'nun bulunduğu FETÖvari operasyonun planlandığı apaçık görülmekteydi. CHP o dönem bu hazırlığın farkına vardı. Adalet Yürüyüşü ile bu süreci durdurdu. Ama ne yazık ki ardından yeniden idari maslahat siyasetine dönüldü. Bugünlerde bu tasfiye planı CHP'li belediyelere yönelik operasyonlarla yeniden devreye sokulmuş durumda. Bu olayı aklı başında hiç kimse basit bir yolsuzluk soruşturması olarak değerlendirmemektedir. Yolsuzluk iddialarını bilemeyiz. Ama kesin olarak biliyoruz ki, meselenin aslı bambaşka. Daha da ötesi bu operasyon AKP'nin Zarrap, Malta ve Man Adaları skandallarını etkisizleştirmek için yaptığı bir hamleden de ibaret değildir. Peki seçimlere yönelik bir strateji midir? Bizce olayı, salt ya da temelde buradan okumakta büyük bir siyasal yanılgı olacaktır. Hedef muhalefeti eğer tümden yok etmek değilse, en azından kadük bırakmaktır. İyi Parti ve genel başkanı Meral Akşener hakkında da benzer bir algı operasyonu yapıldığını tam da bu noktada hatırlamakta fayda var. Öyle gözükmektedir ki AKP artık hesap ve hazırlıklarının temeline gelecek seçimleri koymamaktadır. AKP'nin kaybedeceği hiç bir seçime kolaylıkla girmeyeceğine ya da girip de kaybederse, bu yenilgiyi bir komployla ilişkilendirerek hükümsüz addedeceğine yönelik projeksiyonlar gittikçe yaygınlaşmaktadır. Bu kanaat, yalnızca AKP dışı muhalefetin adım adım tasfiyesiyle ilgili değildir. AKP içerisinde de tek adam rejimine pürüz oluşturabilecek unsurlar sırasıyla tasfiye edilmektedir. Seçim kazanmak isteyen bir parti, hele de bu seçim kendisi için hayat memat derecesinde önemliyse, normal koşullarda kendine ait ek oy potansiyeli olan güçlü ve yüksek profilli adayları öne çıkarır. Oysa AKP'de süreç tam tersi işlemektedir. Abdullah Gül, Bülent Arınç vb. gibi AKP'nin kurucu ağır toplarının kenara itilmesinden başlayalım ve devam edelim: Binali Yıldırım ve Ahmet Davutoğlu ikilisini, son değişiklikle oluşturulan kabineyle bir önceki kabineyi, emirle görevden alınan belediye başkanlarıyla yerlerine atanan yeni belediye başkanlarını karşılaştıralım:Tüm bu değişikliklerin seçim kazanma merkezli olduğunu iddia edebilmek mümkün gözükmemektedir. Zira gelenler gidenlerden çok daha düşük profilli ve AKP'ye ek oy kazandırma ihtimali çok daha zayıf adaylardır. Peki bu adaylar niye getirilmiştir? Tek bir ortak yönleri vardır bu adayların; Erdoğan'a sorun çıkarma isteği ve/ya kabiliyetine sahip olmamaları ve olumlu "yüksek itaat" sicilleri... Başta İçişleri Bakanı Süleyman Soylu olmak üzere AKP içinde bir dizi tasfiyenin daha gündemde olduğu konuşuluyor. Soylu'nun son dönemde bu kadar yüksek perdeden bağırıp çağırmasının arkasında da bu tasfiyeyi engelleme çabası olduğu yorumları yapılıyor. Tüm bu tabloya, polis teşkilatının "AKP polisi" olarak yeniden yapılandırıldığı, SADAT vb.nin iktidara bağlı sivil paramiliter örgütlenmeler olduğu ve AKP tabanının yaygın biçimde silahlandı(rıldı)ğı iddialarını ekleyin... Bütün bunlar AKP'nin "her ne pahasına olursa olsun iktidar" stratejisiyle hareket ettiği izlenimini kuvvetlendirmektedir... Peki ya muhalefet?