Araştırmalar, eleştirilere rağmen her beş İngiliz’den üçünün (%61) monarşinin devamını desteklediğini ortaya koymakta. Bu oranın 18-24 yaş grubunda %31 olması ise yaklaşmakta olan değişimin habercisi sayılabilir. Londra’da sokaklar, dükkanlar, hatta bazı evlerin camları bile haftalar öncesinden bayraklarla süslendi. İngilizler, 2-4 Haziran tarihlerine denk gelen uzun hafta sonunda, Kraliçe 2. Elizabeth’in tahttaki 70. Yılını (Platin Jübile) kutluyorlar. Etkinlik takvimi, şehirde kalanlara sıkılmayacakları bir hafta sonu vaat ediyor. Radyo kanalları ve sosyal medyada bangır bangır bu hafta sonu düzenlenen konserlerin, sokaklara taşacak yiyecek içecek servislerinin duyuruları yapılıyor; billboardlar cıvıl cıvıl. Hava durumu da şimdilik eğlenmek isteyenlerden yana. Hediyelik eşyasından tutun, Londra’ya akacak yerli yabancı turistin hizmet sektörüne hareketlilik getirmesi umudu dahi ekonomi açısından olumlu. Bir tarafta savaş, diğer yanda ekonomik kriz. Neyi kutluyoruz?  Öte yandan, Avrupa’nın ortasında savaş devam ediyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin nükleer silahların devreye gireceği bir dünya savaşına evirilme riski halen mevcut. Gıda fiyatları olsun, enerji fiyatları olsun almış başını gidiyor. İngiltere Ulusal İstatistik Ofisi (ONS)'nin açıkladığı verilere göre yıllık enflasyon Nisan ayında yüzde 9'a yükseldi. Son kırk yılın en yüksek seviyesi. Eskiden sinemalarda film öncesi ya gelecek filmlerin fragmanları ya da meşrubat, yiyecek, parfüm vs. neşeli sayabileceğimiz türden reklamlar oynatırlardı. Geçen hafta izlediğim reklamın birinde bir baba, kendisinde kalmaya gelen çocuklarını, ayrıldığı eşi olduğunu düşündüğümüz kadına teslim ettikten sonra evdeki elektrik ve gazı kapatıp, üzerine kalın montunu giyip mutfakta oturuyor. İzlediğimiz, daha insaflı fatura fiyatlandırması sunan bir enerji firmasının reklamı. İçerik kurgu gibi görünse de aslında pek çok hanede yaşanmakta olan trajediyi anlatıyor. Hal böyleyken, kutlamalar, masrafları vatandaşın cebinden ödediği vergilerle karşılanan kraliyet ailesinin varlığını sorgulamaya itiyor. Aslında bu yeni bir tartışma değil elbette.  2021 yılında monarşinin harcamaları 87.5 milyon sterlini . Devletin başı kabul edilen Kraliçe, İngiltere siyasetinde sembolik bir role sahip. Kraliyet ailesi, pek çok bakımdan Birleşik Krallık’ın siyasi kültüründe geleneklere bağlılığı ve devamlılığı temsil ediyor. Oldukça masraflı bir protokol kurumu. Kraliyet ailesi, halkın olası tepkisini yumuşatabilmek adına çeşitli pr hamleleriyle (genç jenerasyonun yaptığı evlilikler, yer aldıkları yardım kampanyaları vs.) şaşadan uzak, halka açık ve erişilebilir oldukları imajını vermeye çalışıyor. Araştırmalar, eleştirilere rağmen her beş İngiliz’den üçünün (%61) monarşinin devamını desteklediğini ortaya koymakta. Bu oranın 18-24 yaş grubunda %31 olması ise yaklaşmakta olan değişimin habercisi sayılabilir. Biraz da saray dedikodusu Kutlamaların ilk gününe Kraliyet Hava Kuvvetlerinin uçuş gösterisi ve Kraliçe 2. Elizabeth’in Buckingham Sarayı balkonunda, ailenin diğer üyeleriyle birlikte verdiği resim damga vurdu. Cuma günü St. Paul Katedrali’nde düzenlenen Şükran Ayini’ne ise sağlık nedeniyle katılamayacağı duyuruldu. 96 yaşındaki Kraliçe epeydir, uzun süre ayakta kalmasını veya yürümesini gerektirecek aktivitelerden uzak durmaya çalışıyor. Kendisi, Parlamentoda yeni Yasama yılının açılışına katılamamıştı. 2018 yılında inşaatına başlanan, açılışı birkaç kez ertelenen ve Kraliçe’nin adını taşıyan Elizabeth metro hattının (nam-ı diğer Heathrow’a giden ikinci metro hattı) açılışına katılması bu açıdan sürpriz olmuştu. Acaba Cumartesi günü Epsom’da yapılacak at yarışlarında Kraliçe’yi görecek miyiz? Etkinliklere seçici katılımı gerçekten sağlık kaynaklı mı yoksa Kraliçe 2. Elizabeth, kraliyet görevlerinden feragat eden Prens Harry ve eşi Meghan Markle ile mümkün olduğunca az bir arada olmaya mı çalışıyor? Eh, biraz da saray dedikodusu yapalım, değil mi? Crown dizisinin Kraliçe’nin en favori oğlu olarak tanıttığı, ancak karıştığı cinsel istismar davası sebebiyle kraliyet görevlerine son verilen Prens Andrew da, Covid olduğu gerekçesiyle Platin Jübile kutlamalarına katılmıyor. Bir diğer merak edilen konu ise, Kraliçe’nin yerine kimin geçeceği? Normal şartlarda tahtın varisi Galler Prensi Charles. Kraliçe, yakın zamanda Prens Charles’ın kral olması halinde eşi Cornwall Düşesi Camilla’nın kraliçe olmasını istediğini duyurdu. Kayınvalidenin inadından vazgeçmesi, artık bir gözü toprağa baktığından olabilir mi? Pekala mümkün. Tabii, Prenses Diana tarafları bu duruma tepkili.Evet, Diana’cılar toplumda ciddi bir damar. Test etmek istiyorsanız taksi şoförleriyle (Black Cab olsun ama) konuşun derim. Öte yandan, Charles’ın yaş itibariyle görevi oğlu Prens William’a devredeceğini düşünenler de var. Değişime adapte olabilen hayatta kalır Kraliçe 2. Elizabeth, Britanya tarihinde en uzun süre tahtta kalan hükümdar olma ünvanına sahip. Önümüzdeki iki yılı zorlarsa, Fransa Kralı 14. Louis’in rekorunu kırarak, dünyanın en uzun süre tahtta kalan hükümdarı olabilir. Kraliçe, tahta çıktığı 1952 yılından bu yana gerek dünyada gerekse Birleşik Krallık içinde cereyan eden siyasi, toplumsal ve kültürel değişimin, dönüşümün canlı tanığı. Hükümdarlığı boyunca, bir Soğuk Savaş bitti. Şimdi yenisi ve çok katmanlısı başladı. Pek çoğunuzun 2. Elizabeth’i seçilmiş dünya liderleriyle el sıkışırken gösteren fotolardan derlenen görselleri görmüş olduğunuzu varsayıyorum. Kabaca gidenler ve kalanlar şeklinde ayrım yapmak yerine, belki çağa ayak uydurabilenler şeklinde biraz Darwinci, bir ara seçenek eklemek geleceği değerlendirmek açısından daha anlamlı ve faydalı olabilir. Kuşkusuz, İngiliz siyasi kültüründe muhafazakarlık kavramına bizdekinden çok farklı bir anlam yükleniyor. Kraliyet ailesi bu dönüşümün içinde kendine bir yer bulabilecek mi? Daha da önemlisi, geride bıraktığımız 70 yıl içinde Birleşik Krallık imparatorluktan, büyük devlet ligine gerilerken kendisine dünya siyasetinde yeni roller belirlemek durumunda kaldı. Bu bağlamda, Avrupa ile entegrasyon -pürüzsüz bir süreç izlemese de- şartların dayattığı dönüşümün neticesiydi. Bugün dünya siyaseti sil baştan şekillenirken, Birleşik Krallık değişimin yönünü doğru okuyabiliyor mu acaba? Küresel Britanya hedefi ne denli gerçekçi? Financial Times’ın kıdemli yazarlarından Philip Stephens, Britain Alone isimli kitabında, İngiltere’yi  değişen güç dengelerini kabul etmek zorunda bırakan 1956’daki Süveyş Krizi’yle Brexit kararı arasında paralellik kuruyor. Eski imparatorluk günlerine özlem ve ülkenin eski gücüne yeniden geri dönüleceği umuduyla atılan adımların nasıl ters tepeceğini, küresel güç olma iddiasıyla nasıl tezat oluşturduğunu ve uzun vadede yol açacağı sorunları anlatmaya çalışan Stephens’ın, Brexit’e ilişkin uyarıları birer birer gerçekleşiyor. İngiltere, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline gerek retorik gerekse pratikte en sert tepki gösteren ülkelerden. Johnson hükümetinin tutumu iç kamuoyunun dikkatini partygate skandallarından başka tarafa yönlendirmeye, diğer yandan ülkeyi ABD ve NATO yanında konumlandırarak, sadık müttefik konumunu pekiştirmeye hizmet ediyor. Ukrayna’daki gelişmeler, skandallara batmış Başbakan Boris Johnson’ın elini epey rahatlattı. Ancak zemin hala sağlam değil. Zira, Mayıs’taki yerel seçim sonuçları Muhafazakar Parti’ye net bir zafer sunmadı. Kayıplar ise BB Johnson’a fatura edildi. Parti içinde güvensizlik oylaması olasılığı Johnson’ın üzerinde adeta Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor. Suyu bulandırmak adına, hükümetin Kuzey İrlanda Protokolü’nü yırtıp atma tehdidi ülkenin uluslararası saygınlığına zarar vermekle kalmayıp, Avrupa, ABD ile ilişkileri gereceği gibi, Hayırlı Cuma Anlaşması’nın tesis ettiği barışı da tehlikeye atacak. Pandemi, Brexit derken Ukrayna işgaliyle İngiltere de  kendi payına türbülanslı bir dönemden geçiyor. Jübile kutlamaları tam da bu noktada, sevimsiz gelişmeleri kamufle edemese de, halka geçici bir soluklanma, dünyaya ise devamlılık imajını sunuyor. Oysa nehir akmaya devam ediyor.