Üstel bir eğri üzerinde ilerleyen teknolojiler inşa ederken, bu teknolojilerin yaratabileceği toplumsal sonuçları düşünmemek tehlikelidir. Ama bazen tehlike olarak addettiğimiz durumlar insanlığa karşı değil, yalnızca artık miadını doldurmuş sistemlere karşı yönelmiş tehlikelerdir. Dünya üzerinde insanın kendi elleriyle var ettiği bir yaratık tarafından yok sayılışından daha muhteşem bir sahne olamaz. İşte şimdi Tanrı’yı tam olarak anlayabiliriz. Yapay zekânın insanlığın sonunu getirebileceğini pek çok kez ifade eden Elon Musk’ın kurucuları arasında yer aldığı Open AI, dehşet verici işlere imza atmaya devam ediyor. OpenAI’ı önce kelimelerle ifade ettiğimiz açıklamalar üzerinden dijital görüntüler oluşturmak için kullanılan DALL-E ve DALL-E 2 ile tanıdık. Çok kısa bir zamanda milyonlarca kullanıcı DALL-E üzerinden verdikleri doğal dil açıklamaları ile kendilerine harika dijital eserler üretmeye başladılar. DALL-E’yi Midjourney gibi yine çok ciddi bir popülarite yakalayan derin öğrenme modelleri izledi. İnsanın elinden en son alınması beklenen alanlardan birinde daha ağır bir darbe almış olduk. Yaklaşık 10 ay sonra Open AI bu defa da ChatGPT ile alanı derinden sarstı. OpenAI, Kasım 2022 tarihinde kitlelere açtığı ChatGPT ile bir hafta içinde bir milyondan fazla kullanıcıya ulaştı. Kodlama ve etkileşimler üzerinden insan zekasını taklit eden ChatGPT, önceki yapay zekâ standartlarını aşarak makine öğrenimi sistemlerinde yeni bir devri de başlatmış oldu. Açık söylemek gerekirse konuyla son derece yakından ilgili biri olarak iki insan arasında geçmesini bekleyebileceğimiz bir diyaloğu bu kadar iyi simüle eden, sorduğunuz sorulara karşı sorularla cevap verebilen, hatta hatalarını dahi kabul edip alternatifler önerebilen bir yapay zekâ ile bu aşamada karşılaşabileceğimi tahmin etmiyordum. Belki birkaç yıl içinde, ama şimdi değil... Dehşete kapılan sadece ben değildim. Elon Musk da attığı tweet’te seçtiği kelimelerle duygularımızı paylaşmış gibi görünüyor: "ChatGPT korkunç derecede iyi. Tehlikeli derecede güçlü bir yapay zekadan uzak değiliz.”
 Bizler hayatımızın önemli bir kısmını silsile halinde hayatlarımıza sirayet eden bir vasatlık sisteminin içinde geçirdik ve geçiriyoruz. Fakat yeni çağda bu durumun sürmesi zor görünüyor; bu çağda vasat kalmak gibi bir lüks yok.
Tehlikeli derecede güçlü bir yapay zekâ. Bu sözler akla Hawking’in kehanetini getiriyor. Üstel bir eğri üzerinde ilerleyen teknolojiler inşa ederken bu teknolojilerin yaratabileceği toplumsal sonuçları düşünmemek tehlikelidir. Ama bazen tehlike olarak addettiğimiz durumlar aslında insanlığa karşı değil, yalnızca artık miadını doldurmuş sistemlere karşı yönelmiş tehlikelerdir. Bu ikisi arasındaki ayrımı netleştirmek önemli… Peki ChatGPT’nin olası negatif etkileri neler? Saniyeler içinde sorduğunuz hemen her türlü soruya son derece makul ve detaylı cevaplar verebilen bir algoritma neden ve nasıl sorun yaratabilir? Öncelikle hayatı epey kolaylaştırdığı konusunda zannederim hemfikirizdir. Ancak kolaylık hem olumlu hem olumsuz yükü olan bir kelime… Zira zaman zaman tembelleşmeyle, kısa yoldan iş bitirmeyle ve amaca giden yolda bazı “ufak” pürüzlere göz yummayla da eş anlama gelebiliyor. İlk soru işaretleri elbette eğitimciler tarafından seslendirilmeye başlandı. Öğrencilere verdiğimiz bir ödevin, projenin, makalenin orijinal olup olmadığını nasıl anlayacağız? Bir metnin ChatGPT tarafından üretildiğini anlayabildiğini iddia eden bazı algoritmaları bu hafta içinde denedim. Yüksek bir başarı oranıyla çalışmadıklarını rahatça söyleyebilirim. Üstelik bu sorun ChatGPT’den öncesinde de hayatımızdaydı. İntihal tespit programları geliştikçe, bu programların algoritmalarından kaçabilecek karşı yöntemler de geliştiriliyor ve zaman zaman açıkça intihal içeren dosyalar sistemin değerlendirmesinden kaçabiliyor. Özetle bu sorun yeni bir sorun değil ve şu anda elimizdeki yazının öğrenci tarafından mı yoksa ChatGPT tarafından mı üretildiğini tespit edebilecek bir araç yok.
Yetişkin bireyleri not, puan, diploma vb. tehditlerle öğrenmeye zorlamanın gereksizliğini bugüne kadar idrak etmiş olmamız gerekirdi diye düşünüyorum. Bence neyi, neden yaptığımıza ilişkin daha derin bir düşünme ve okumaya ihtiyacımız var.
Ben bu durumu bir sorun olarak okumuyorum; bence bir sorun olmaktan ziyade bir gösterge olarak okunmalı. Eğitimde çoktandır işlemediği aşikâr olan değerlendirme yöntemlerini ve belki de tümden köhnemiş bir zihniyeti değiştirmek zorunda olduğumuza dair bir gösterge… Yani tehdidin insana karşı olmaktan ziyade, artık işlemeyen bir sisteme karşı olduğunu söylemek bence gayet mümkün. Vurgulamak istediğim bir diğer önemli konu ise yeni çağın parlak insanların çağı olacak olması. Bizler hayatımızın önemli bir kısmını silsile halinde hayatlarımıza sirayet eden bir vasatlık sisteminin içinde geçirdik ve geçiriyoruz. Fakat yeni çağda bu durumun sürmesi zor görünüyor; bu çağda vasat kalmak gibi bir lüks yok. Vasat iseniz yok hükmünde olacaksınız. Zira vasata çapalanmış bir insanın işlerini yapabilecek yazılımlar çoktan yerinizi almış olacak. Sadece iyi olanın, bilenin, bilgiyi kullananın ve çoğaltanın hayatta kalacağı bir çağda kendini var edebilenler ise düşünmekten, üretmekten kaçanların, bu işleri algoritmaların üzerine yükleyenlerin arasından çıkmayacak. Bu nedenle ben bir sorun göremiyorum. Laissez-faire, laissez-passer… Bir eser üretmenin, bir makale yazmanın gereği düşünmek, kavramların anlamları üzerinden düşündüklerinizi aktaran bir kolaj oluşturmak ve bu kolajlar arasında bağlantılar keşfedip bu keşifleri okuyucuya aktarmaktır. Bu süreç içinde önce bu anlamları, sonrasında bileşkelerini ve nihayetinde ortaya koyacakları argümanları değerlendirme kapasiteniz gelişir. Tüm bu becerilerden azade bir hayat sürmek isteyen bir kişi için yapabileceğimiz pek bir şey olmadığı kanaatindeyim. Ancak şüphesiz bu durumun eğitim kurumlarının üzerine bindireceği ayrı yükler de olacak. Değerlendirmeleri yüz yüze yapmak ve not vermek üzere kullanacağımız yöntemleri sınıf dışından sınıf içine çekmek zorunda kalacağız. Bu da ekstra emek, zaman ve maliyet anlamına gelecek. Bu “sorunlar” ise aklımda başka soruların canlanmasına yol açıyor. Bir akademisyen olarak nicedir öğrenmeyi teşvik etmek ve öğrenme aktivitesinin başarısını değerlendirmek üzere kullandığımız “notlandırma” sisteminin gereksizliğini düşünüyorum. Benim kendisine yüksek bir not vermem için intihalden kopyaya kadar pek çok farklı yöntemle öğren”miş” gibi yapmaya meyilli bir kişiye neden bir şeyler öğretmeye çalışıyoruz? İlköğretim sıralarında belki geçerliliği olabilir. Ancak yetişkin bireyleri not, puan, diploma vb. tehditlerle öğrenmeye zorlamanın gereksizliğini bugüne kadar idrak etmiş olmamız gerekirdi diye düşünüyorum. Yorumum aynı zamanda üniversite eğitiminin geleceğine ilişkin endişelerimi de kapsıyor. Bence neyi, neden yaptığımıza ilişkin daha derin bir düşünme ve okumaya ihtiyacımız var. Bence tehdit insana karşı değil… En azından tüm insanlara karşı değil…