CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, “Kürt sorunun çözümünde meşru muhatap HDP’dir”, çözümün yeri de “Meclis”tir  açıklaması önemli ve gerekli bir tartışmayı başlattı. Bu açıklamanın erken seçim tartışmaları içinde ve Türkiye’nin geleceği bağlamında son dönemde yapılan en önemli ve kritik açıklamaların başında geldiğini söyleyebiliriz. Oyun bozucu, aynı zamanda oyun kurucu nitelikte. Oyun bozucu, çünkü Cumhur İttifakın’ın HDP’yi dışlayan/düşmanlaştıran ve Kürt sorununu tümüyle güvenlik sorununa indirgeyen söylem ve eylemini bozmuş oldu. Oyun kurucu, çünkü, (a) Kürt sorunu vardır; (b) HDP çözümün meşru ve ana muhataptır; ve (c) sorunun müzakere ve çözüm yeri Meclis’tir diyerek, CHP’yi hem ipleri eline alan ve süreci yönlendiren, hem de müzakere yoluyla çatışma çözüm sürecininin aktif, yapıcı, ve dönüştürücü aktörü konumuna getirdi. CHP lideri bu açıklamayı oy için değil, Türkiye’nin geleceği için yaptığını söylüyor. Erken seçim sürecine giren siyasette taktiksel bir manevra olarak yapılmış olsa bile, Kılıçdaroğlu’nun bu önemli açıklamasının etkisinin ve sonuçlarının seçimin çok gerisine gideceğini söyleyebiliriz. Kılıçdaroğlu’nun açıklaması şüphesiz seçimleri de etkileyecek niteliktedir. Kürt vatandaşlarımızın oylarının “kilit konumda” olacağı tarihi nitelikte bir seçime gidiyoruz.  İktidarın güç kaybettiği ve yönetim sorunları yaşadığı, buna karşın muhalefetin seçimleri kazanma düşüncesinin güçlendiği seçim öncesi dönemde yapılan bu açıklama Cumhur İttifakı ile Kürt seçmen arasında kopukluğu daha da derinleştirecektir. Bununla birlikte, sonuçları açısından “Kürt sorunu-HDP-Meclis” ekseninde yapılan bir öneri, 2023 sonrası ve modernleşmenin ikinci yüzyılına giren Türkiye’nin geleceğinin  nasıl şekilleneceği sorusu temelinde de kritik öneme sahiptir. Kılıçdaroğlu’nun açıklamasına verilen tepkiler ve sonrası oluşan gelişmeler bize Kürt sorunu tartışmasında yeni bir kapının açıldığını gösteriyor. HDP eski eş başkanlarından Sezai Temelli’nin hızlı, HDP tarafından da kabul edilmeyen, sonra kendisinin de “kendi görüşümdür” diyerek geri adım attığı “Çözümün adresi ve muhatabı İmralı’dır” açıklaması bundan sonraki sürecin zor ve karmaşık olacağının bir göstergesiydi. Temelli’nin açıklamasını çok ciddiye almamız gerektiğini düşünüyorum. Esas önemli olan Cumhur İttifakı’ndan gelecek tepkiydi. İlk tepki, MHP Lideri Devlet Bahçeli’den “HDP meşru bir organ değildir. HDP, PKK terör örgütünün mazbata almış maskeli halidir. Türkiye'de Kürt sorunu diye bir sorun yoktur" açıklamasıyla geldi.  MHP, her zamanki tavrını bir kez daha ortaya koydu. Bahçeli’nin tepkisi sadece MHP’nin bu konuda bilinen pozisyonunu seslendirmeyi değil; daha önemli olarak, Bahçeli’nin her zamanki stratejik manevrası olan, ön alarak ve ilk tepkiyi vererek Cumhur İttifakı’nın büyük ortağı AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaklaşımına sınır koymayı da amaçlıyordu. Öyle de oldu.  Erdoğan, Amerika gezisini bitirmeden önce  gazetecilere “Yok Kürt sorunu çözmektir, yok şudur, yok budur... Türkiye’de böyle bir sorun yok. Biz bu işi çoktan çözdük, aştık, bitirdik” mesajını vererek tercihini yapmış ve MHP’nin pozisyonunun Cumhur İttifakı’nın pozisyonu olduğunu kabul etmiş oldu. Bu kabulün, Cumhur İttifakı ile Kürt vatandaşlarımız arasındaki makasın iyice açılması anlamına geldiğini de söyleyelim. HDP eş başkanı Mithat Sancar, “HDP ile ilgili açıklamaları olumlu buluyoruz. Çözümün adresi Meclis’tir, hiçbir aktör gözardı edilemez” açıklamasıyla Kılıçdaroğluna destek verdi. Not düşeyim: Sancar, yaptığımız uzun sohbetlerde de, çatışma çözümü ve uzlaşma için Meclis’in ve HDP’nin önemini her zaman vurgulamıştır. Peki, Kılıçdaroğlu’nun açıklamasıyla açılan kapıyı nasıl görmeliyiz? Çözüm Süreci’nden alınacak dersler 2013’de başlatılan-2015’de bitirilen Çözüm Süreci’nde Akil İnsanlar Grubu’nda yer alan biri olarak, Kılıçdaroğlu’nun bugün söylediklerini o gün söylüyordum:  CHP sürecin dışında kalmamalı; HDP ana muhatap olmalı; Meclis çözümün esas mekanı işlevini görmeli; bu yolla toplumun desteğinin sürdürülebilir olması sağlanmalı.  Ama, maalesef, bu görüşler o dönemde süreci götürenler tarafından kabul görmedi. Çözüm Süreci sonrası, özellikle beş yıldır, karşılaştırmalı örnekler yoluyla çatışma çözümü üzerine toplantılara katıldım, Güney Afrika, İrlanda, Kolombiya, Sri Lanka’da görev almış kilit aktörleri dinledim, onlarla uzun sohbetler yaptım. Çözüm Süreci’nden alınacak dersler için bence önemli olan şu dört sonucu çıkardım: Birincisi, Çözüm Süreci, sürecin başarıya ulaşması için gerekli hazırlıklar yapılmadan başlatılmıştı. Başta toplumun hazırlanmasından yasal, idari, siyasi düzeylerde hazırlıkların yapılmasına kadar uzanan geniş bir alanda “hazırlıksız” başlatılan bir süreçti.  Diğer tüm ülke örneklerinde hazırlık yapmanın ve toplumu hazırlanamanın ne kadar önemli olduğu anlaşılmış, ona göre tedbirler alınmıştı; İkincisi, sürecin iki ana aktörünün de sürece inancı yeterli değildi; aksine, çözüm de başarıdan daha çok, kendi çıkarlarının gerçekleşmesini ön plana almışlardı. AK Parti için Başkanlık Sistemine geçiş, PKK içinse Suriye’de kendi yönetiminde siyasi alan elde etmek birincil amaçtı; Üçüncüsü, siyasi partiler ve Meclis müzakere ve uzlaşmanın dışında kalmışlardı.  Özellikle Meclis’in sürecin dışında kalması ciddi bir hataydı. Bu faktörler, Çözüm Süreci’nin bitmesinin ana nedenleri olarak düşünülebilir.  Bununla birlikte, olumlu sayılabilecek bir noktayı da vurgulamalıyız. Dördüncüsü, çatışma çözümü ve uzlaşma sürecinde artık bitti, bir daha başlanmaz dendiği dönemler olsa bile yeni biçimler içinde tekrar başlama ve yeniden canlanma da mümkün. Karşılaştırmalı örneklerin çoğunda böyle bir durum yaşanmış.  Bitti dendikten belli zaman geçtikten sonra süreç yeniden başlamış. Bu noktadan ilerlersek şu saptamayı yapabiliriz.  Türkiye’de de, belki çözüm sürecine o günkü biçimi içinde dönülmeyecek, ama çatışma çözümü ve uzlaşma başka bir biçimde yeniden canlanacak. CHP’nin çıkışı bu anlamda da önemli ve bize çözüm ve uzlaşma için gerekli olan müzakere ve uzlaşma sürecinin yeni bir biçim içinde canlanmasının mümkün olduğunu söylüyor. Kürt sorunu ve Kentleşme Kürt sorunu yok denilince sorun yok olmuyor. Kürt sorunu var. Dün de vardı, bugün de var. Bölge kentlerine gittiğiniz ve Kürt vatandaşlarımızla konuştuğunuz zaman, onların sorunu Kürt sorunu olarak tanımlandığını ve konuştuğunu görüyorsunuz. Kürt sorunu, sosyolojik, siyasal, ekonomik, ve psikolojik boyutları içinde kendini yenileyen dinamik bir olgu, bir gerçeklik. Son dönemde de, bir taraftan Suriye meselesiyle “bölgeselleşen-küreselleşen”, diğer taraftan da, Türkiye’nin kentleşme sürecine paralel olarak “kent”in çatışma çözümünün ve uzlaşmanın ana mekanı olduğu bir soruna dönüştü. Benim içinde yer aldığım tüm çalışmalar ve araştırmalar gösteriyor ki, Kürt vatandaşlarımız; Birincisi, günlük yaşamlarının ve hayatlarının “normalleşmesini”, olağanüstü şartların belirlediği değil, aksine ülkenin farklı yerleri gibi normal bir hayat istiyorlar; İkincisi, kimlik sorunları kadar, işsizlik, haysiyet, ötekileştirilme sorunlarının çözümünü talep ediyorlar; Üçüncüsü, Türkiye’nin eşit vatandaşları olarak farklılıklar içinde birlikte yaşamak istiyorlar; Dördüncüsü,  kendi siyasi temsilcileri olarak çoğunlukla HDP’yi görüyorlar, yerel yönetimlerde Kayyım atamalarına karşılar; Beşincisi, Kürt sorununun müzakere ve uzlaşma ile çözümünden yanalar. Aş ve iş, kimlik kadar önemli.  Şimdi buna sağlık ve iklim de eklendi.  Çatışma çözümü ile kentlerin iyi ve adil yönetimi artık birlikte düşünülüyor. Tüm bu veriler içinde Kılıçdaroğlu’nun açıklamasının sadece oyun bozucu değil, oyun kurucu da olduğunu görebiliriz. Bölgenin gerçeklerine ve  bölge insanının isteklerine uygun bir açıklama.  Dahası, sadece Cumhur İttifakını köşeye sıkıştırma ve seçim sonuçlarına etki yapabilme potansiyeli taşımıyor, Türkiye’nin geleceği için de yeni bir kapı açıyor. (Kürt sorunu ile ilgili düşüncelerim daha kapsamlı açılımı için Ayşe Köse ile yazdığım ve Ayrıntı yayınlarından 2018’de çıkan Kürt Sorunu: Yerel Dinamikler ve Çatışma Çözümü ve Berrin Koyuncu Lorasdağı ile yazdığım ve Metis yayınlarından 2019’da çıkan Sekiz Kentin Hikayesi kitaplarıma bakabilirsiniz)