Güneş sarı, kömür kara, o coğrafyanın adı da Kürdistan. Bunu ben değil, on asır önce Sultan Sencer, beş asır önce Evliya Çelebi, bir asır önce Abdülhamid söylemiş. Tarihin, asırların söylediğini inkâr etmenin kendinizi inkâr etmekten farkı var mı? Güneş sarı, kömür kara, o coğrafyanın adı da Kürdistan. Bunu ben değil, on asır önce yaşamış Selçuklu Sultanı Sencer, beş asır önce yaşamış Evliya Çelebi ve bir asır önce yaşamış Osmanlı Sultanı Abdülhamid Han söylemiş. Tarihin, asırların, insanların, dağların, taşların ve yaşanmışlıkların söylediğini inkâr etmenin kendinizi inkâr etmekten farkı var mı? Korkunun, özgüven eksikliğinin ikrarı değil mi bu? Sefaleti, zulmü, ölümü tahkim etmek değil mi? Peki Meral Akşener’in sohbet ettiği ama haksız, hukuksuz yere gözaltına alınmasına ses dahi çıkarmadığı veya çıkaramadığı Cemil Taşkesen Türkiye’nin vatandaşı, yurttaşı değil mi? Neden kayıtsız kalıyor Akşener? Ne oldu eşit yurttaşlığa? Yoksa hepimiz eşitiz de bazılarımız daha mı eşit? Meral Hanım keşke yurttaşların cebini düşündüğü kadar özgürlüklerini ve canlarını da düşünse. Keşke inandığını iddia ettiği Allah’ın Hucurat Suresi on üçüncü ayette: “Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık…” buyurduğu üzere tanışmaya, anlamaya gayret etse. Allah’ın ayrıştırdığını yekpareleştirmeye çalışmasa. Bunları yapabilse belki de insanlar zindanlara atılmaz veya evlerinden, sevdiklerinden ırakta, sırf birilerinin sefa sürmesi için canlarından olmazlar. O zaman belki gerçekten başbakan olabilir Akşener, üstelik bir kesimin değil her kesimin benimsediği bir başbakan. Korkuyla hükmedebilir ama hüküm süremezsiniz. Asimile etmeye çalışarak var olmak acizlerin işidir. Yok saymak veya zorlamak kendi öz kimliğinizi yozlaştırmaktan başka bir işe yaramaz. İnsanlara bir bayrak altında yaşamayı dayatabilirsiniz ama o bayrağı bu şekilde sevdiremezsiniz. Aksine bu, o bayrağı değersizleştirmekten başka işe yaramaz. Toprağı vatan yapan, onun üzerine basan, onu ekip biçen yurttaşlar, ona emek edenlerdir. Coğrafya rengini savaşlardan çekişmelerden değil, dillerin, alışkanlıkların, beğenilerin karışmasından alır. Bir dili, bir adı, bir şarkıyı inkârın, vatanı külliyen inkârdan ne farkı var?
Kürdistan, tıpkı Lazistan vd. gibi Türkiye’nin parçası. Ulus-devlet olmak veya milliyetçi geçinmek bunlara karşı durmanızı gerektirmez. Medeni dünyayla yürümenin yolu Kürdistan’dan başlayarak tüm Türkiye’yi olduğu gibi kabul etmekten, sevmekten geçiyor.
Vatanı, onu en çok sevdiğini iddia edenler incitir hep. Hiç şaşmaz. Kürdistan, tıpkı Lazistan ve diğerleri gibi Türkiye’nin parçası. Ulus-devlet olmak veya milliyetçi geçinmek bunlara karşı durmanızı gerektirmez. Medeni dünya ile yürümenin ve yurttaşların özgürce, refah içerisinde mesut yaşamasının yolu Kürdistan’dan başlayarak tüm Türkiye’yi olduğu gibi kabul etmekten, sevmekten geçiyor. Diğer türlü biz birbirimizle kavga ediyoruz, hikâyemizi elin adamı yazıyor. Birimizin varlığının diğerinin yokluğuna bağlı olduğu yalanını dayattılar bize. Gerçeklerin üzerini bu yalanla örttüler. Bizi birbirimize böyle kırdırdılar. Ama gama, kasavete, kedere yer yok. Kim ne derse desin iyi direniyoruz, sağlam göğüslüyoruz. Sünnileri devlete kapıkulu edip ruhsal olarak hadım ettiler. Alevileri yaktılar, Kürtleri öldürdüler ama ayaktayız hâlâ. Hâlâ bizi birbirimize düşman edemediler. Böylesi tahakküm ve tazyike bunca zaman dayanabilmek büyük maharet. Bir araya gelmemizi, başbaşa kalmamızı, birbirimizi dinlememizi istememeleri de bu yüzden. Beş benzemezin bir araya gelmesinden ödleri kopuyor. Bu olursa halkı daha fazla istismar edemeyeceklerini, sömüremeyeceklerini biliyorlar. Bu olursa, vesayete dayalı iktidarlarını halka devredeceklerinin, milletin sefaletine dayalı sefalarının son bulacağının farkındalar. Bu yüzden sokakların, şehirlerin adlarını değiştirenlerin, dillere yasaklar koyanların izinden gittiler. HDP’yi terörize etme çabaları bu yüzden. Bu yüzden yetmeyince partiyi kapatmaya çalıştılar. Partinin tüm önde gelen isimlerini siyasetten yasaklamaya çalışmaları hep bu yüzden. Yapsınlar, beyhude. Milyonlarca yurttaşı yok sayamaz, susturamaz, ellerinden mührü alamazlar. Onlar orada duruyor, kıyamet kopana kadar da durmaya devam edecekler ve emin olun iradelerini ne bir dağa ne bir adaya ne de sizlere ipotek verecekler. Bunu 2019 yılında cümle aleme gösterdiler ve hiç şüpheniz olmasın yakın zamanda bir daha gösterecekler. Vesayetin mahareti içimizden en iyi olanları dahi devşirebilme kabiliyetindeydi. Bunu yapamadıkları insanları yok ettiler. Ama nafile, yok edemeyecekleri kadar çoğuz artık. Sadece bir arada kalmaya azami özen göstermemiz gerekiyor. Akşener’in o gün yaptığı şey çok kıymetliydi. Dinledi, dinleme cesareti gösterdi. Kestirip atmadı, arkasını dönüp gitmedi. Mesela “Ananı da al git” demedi. Bu, ne olursa olsun çok kıymetli. Gönül ve akıl isterdi ki devamı da gelsin. Ama ne diyoruz, kaplumbağa adımları ile dahi olsa birbirimize yaklaşmalı, bardağın dolu kısmına odaklanmalıyız. Zaten ancak bunu yapabilirsek bir sonraki aşamaya geçme şansımız oluyor, başka türlüsü mümkün mü? Muhalefetin yükselen ivmesi ile iktidarın hızlanan düşüşü bir noktada çarpışacak ve imtihanın büyüğü o zaman olacak. Kişisel hesaplarımız, hırslarımız uğruna, sırf masada daha çok yer kapmak için kendi mahallelerimize hamaset nutukları mı çekeceğiz, yoksa daima ötekileri de düşünerek mi konuşacağız? Kutuplaştırarak gelen iktidarın devleti ve milleti ne hale düşürdüğü ortada. Tercih, dolayısıyla zafer veya vebal siyasilerin boyunlarında. Cumhuriyete ikinci yüz yılda tonunu verecek olan şey bu iki yoldan hangisini seçtiğimiz olacak. Liderler, halk ile, iktidarın yarattığı aşırılıklar çağının iklimine uygun mu konuşacaklar? Yoksa modern ve medeni dünyanın gereklerini anlamayı mı seçecekler? Bu iklimin militarist milliyetçi tonu tabandan mı yükseliyor, yoksa tavanın dayatması mı? Liderlerin, iktidarın ve onun hamisi vesayetin dilinden ayrı bir Türkiye tahayyülleri var mı? Sözü olan lider beri gelsin. Çünkü Kürdistan var, Kürdistan gerçek, Kürdistan biziz, biz hep birlikte Türkiye Cumhuriyeti’yiz.