Yaşayan ölecek, ölen yaşayacaktır. Kişi, çakıl taşlı engebeli yolda düşe kalka, dizlerini kanata kanata yürüyecek, yolda dönüşecektir. Mevlânâ’nın dediği gibi, işte o zaman kendi güzelliğini gördüğünde kendisine tapınacak hâle gelecektir. İçindeki doymak bilmeyen açlığını yatıştıracaktır. Bilinmeyene yolculuk yapmak, yeni koşullarda yeni patikalar oluşturmak, sert ve zorlu iklimlerde yeni hikayeler yazmak pek kolay değildir. Oysa konfor alanında kalıp içimizde ölmeye yüz tutmuş yanımızla kışın soğuğunda tatlı bir uyku içinde olmak ne kadar kolay. Masallarda ve mitoslarda genellikle kurban, ailenin en küçük kızı, en tecrübesiz, en saf, en masum, en savunmasız kadınıyla tasvir bulur. Paganist inançlarda bile Tanrı’ya kurban edilenler saf ve günahsız bakirelerdir. Fakat bazı masallarda kurban, kahraman olmayı başarır. Mavi Sakal masalını duymuşsunuzdur: Herkesten farklı gözüken mavi sakalı olan zengin adamın evlendiği tüm kadınlar ölmüştür biri hariç; saf ve küçük kız kurtulur, çünkü şeytanıyla yüz yüze gelme cesaretini gösterir, ondan korkmaz. Kurban değil kahraman olur. Saf bir genç kız olmak gerekmiyor kurban olmak için, bazen ülkenin içinde bulunduğu koşulların kurbanı varsayıyoruz kendimizi; bazen ailemizin bazen olayların bu yüzden de bir zorbanın elinde ölmeye yüz tutuyoruz. Sanki yasalarını başkalarının koyduğu bir oyunda elimiz kolumuz bağlı sesimizi çıkarmazken, suçlunun birileri olduğunu düşündüğümüz hikayeler ne çok!  Oyunu bozmak aklımıza gelmiyor. Çünkü içinden geçeceğimiz karanlık sürecin denklemini çözmeye pek hazırlıklı değiliz çoğumuz. Peki kahramana nasıl dönüşürüz? Önce bizi uyandıracak bir kriz çıkar karşımıza, ondan korkmamak lazım. Düalitenin gereği her şey iyi güzel gidiyor diye etiketlerken yaşamımızı, olağan akış bozulur. Hiç beklenmedik zamanda kahraman bir çağrı alır. Öfke yaratan bir olay, depresyon, iflas, vs. çaresizlik içinde savrulurken kendini keşfetme yolculuğu başlar. Şahmeran efsanesinde yoksul bir ailenin çocuğu olan Cemşab’ın kuyuya düşmesiyle başlar tüm yolculuk. Kırmızı başlıklı kız kurtların uğuldadığı ormanda kaybolmasa ne kadar değişebilirdi yaşamı? Hırslarına yenilmiş Girit Kral Minos’un yarattığı canavarın içinde tutsak kaldığı labirentten tutun, mağaralarda erginleşen figürlere, canavarlarla, ejderhalarla karşılaşan kahramanlara kadar efsaneler bu işin kolay olmadığını anlatır. Masallarda kadını öldüren bir yılan olabilir ama unutulmamalıdır ki yılan panzehir olarak da kullanılır. Jung, insana acı çektirenin dışarıdan değil kendinden geldiğini söyler. İnsanın avcısı, celladı, kurbanı kendisidir. İnsan ışık figürlerini imgeleyerek değil, karanlığı bilinçlendirerek aydınlanabilir, diye ekler. Kişi karanlığını kucaklamadan, onu benimsemeden ışık saçamaz. Ancak gölgesiyle barışan, yaratıp üretebilir. Yoksa kaçmak, bedenini ve aklını uyuşturmak -mış gibi davranmak, kendine rahatlatıcı hikayeler yazmakla ne dönüşmek mümkündür ne de ödüllere sahip olmak. Yaşayan ölecek, ölen yaşayacaktır. Kişi, çakıl taşlı engebeli yolda düşe kalka, dizlerini kanata kanata yürüyecek, yolda dönüşecektir. Mevlânâ’nın dediği gibi, işte o zaman kendi güzelliğini gördüğünde kendisine tapınacak hâle gelecektir. İçindeki doymak bilmeyen açlığını yatıştıracaktır. Ancak masallardaki aklını ve sezgilerini kullananlar evine sağ salim dönebilecek, huzurlu bir uykuya dalacaktır. Ancak acı çekerek özgürleşebilir kişi: Değiştiremeyeceklerimize değil değiştirebileceklerimize odaklanalım, içimizdeki kahramanı uyandıralım!