Neden iktidar daha net, muhalefette ise daha çok belirsizlik gözüküyor? Çünkü iktidarın alternatifi kalmadı. Ne yapacağı ve yapamayacağı belli. Yanlış politikaları ve ihtirasları sonucunda AKP’nin artık topluma bir kazan-kazan siyaseti önerme imkânı yok. Muhalefet kanadında ise belirsizlik var, çünkü alternatifleri çok. KAZAN-KAZAN SİYASETİ VE OLAĞANÜSTÜ DEMOKRATİK SİYASET “Güç” nedir? Standart bir tanım, “bir başkasının inancını, düşüncesini veya eylemini olduğundan farklı yönde değiştirebilmek” yetisi. Bunu nasıl yapabileceğimiz, bizi farklı güç türlerine, anlayışlarına ve stratejilerine götürüyor. Bazı güç türleri “kazan-kaybet” mantığına uyar. Örneğin rakiplere yönelik baskı ve zulüm siyaseti böyle. Bir taraf iktidarını sürdürmek için rakibini ve muhalifini eziyor, kaybettiriyor. Bu tür güç aslında zaman içinde kendini de tüketiyor. Çünkü bir yandan rakibinin kısa vadede eylemini veya görüşünü değiştirirken uzun vadede kendine karşı direnci yani “karşı güç”ü de teşvik ediyor. İç siyasette güvenlik güçlerini ve yargıyı iktidarın sopası olarak kullanan, dış ilişkilerde ise salt askeri güce dayanan “sert güç” buna örnek. Siz baskı yaptıkça veya tehdit ettikçe rakipleriniz de fırsatını bulduğu oranda size karşı bileniyor, örgütleniyor. Düşüncelerini ve inancını manipüle ederek ezdikleriniz veya tek taraflı sömürdükleriniz de er geç bir gün bilinçleniyorlar ve bu ihtimal de sizi hep diken üstünde yaşatıyor, hata yaptırıyor. Tam da bu yüzden en akıllı ve sürdürülebilir güç “kazan-kazan” mantığına dayalı güç siyasetidir diyebiliriz. Eğer kendiniz kazanırken karşınızdakine de kazandıracak bir politika izleyebilirseniz, başkalarının eylem ve kanaatlerini de gönüllü olarak değiştirebiliyorsunuz. Bu tarz güç daha sürdürülebilir bir güç, çünkü iki taraf da kazandığı için size karşı bir karşı-güç oluşumunu nispeten teşvik etmiyor. Tabii burada görece kazançlar da önemli. Kazan-kazan derken herkes aynı oranda kazanmayabilir ama bu bölüşüm ne kadar hakkaniyet ölçüleri içinde kalırsa kazan-kazan siyaseti de o kadar sürdürülebiliyor oluyor. Çünkü insanlar liberalizmin sıkça yanıldığı ve matematikçilerin ve bir kısım sosyal bilimlerin uzun süre düşündüğü gibi duygusuz-rasyonel robotlara[1] hiç benzemiyorlar. Bu da iyi bir şey. Adalet duygusu gerek ekonomik gerekse de siyasal düzenin mihenk noktası, adalet hassasiyeti olmazsa toplum çöker. Belki demokrasinin çağımızda yaşadığı sorunların altında belki de çevreden ekonomik bölüşüme adalet üretememesi yatıyor. Ama konuyu dağıtmayalım, kazan-kazan siyaseti çoğu bana azı sana dediği oranda yarattığı görece adaletsizlik eşitsizlik de bir direnç yaratacaktır.[2] Karşılıklı kazançlar aynı olmasa da adil bir şekilde dağıldıkları ölçüde kazan-kazan siyaseti de sürdürülebilir oluyor. Kazan-kazan siyaseti sert güçten farklı olarak yaratıcı fikriyata dayalı stratejik siyaset gerektiriyor. Öyle bir hareket tarzı veya oyun planı kurmalısınız ki siz kazanırken desteğinizi aradıklarınız da kazanmalı. Bu anlamda son haftalarda önerdiğim ve tartıştığım olağanüstü demokratik siyasetin de önemli bir unsuru olarak görülebilir.
Kazan-kazan siyaseti sert güçten farklı olarak yaratıcı fikriyata dayalı stratejik siyaset gerektiriyor. Öyle bir hareket tarzı veya oyun planı kurmalısınız ki siz kazanırken desteğinizi aradıklarınız da kazanmalı.
KAZAN-KAZAN SİYASETİ VE DEMOKRASİYE GEÇİŞ Bunları niye yazıyorum diye akla gelebilir. Kazan-kazan veya kazan-kaybet temelli siyaset ayrımı, sevgili Bekir Ağırdır’ın da son yazısında işlediği üzere, belki de içinde bulunduğumuz kader yılında demokrasiye geçip geçemeyeceğimizi belirleyecek. Cumhuriyet’i tam demokrasiyle taçlandırıp taçlandıramayacağımızı şekillendirecek. Muhalefet önümüzdeki dönemde kazan-kazan temelli bir fikriyatı, söylemi ve gücü üretebilecek mi? Muhalefet derken bunun içine toplumsal muhalefeti de katmalıyız. Bir yandan vatandaşların kendi aralarındaki hissiyat ve konuşma, bir yandan da siyasetçilerle olan ilişkisi sağlıklı ve dengeli olmalı. Bahsettiğim bu geniş anlamda “muhalefetin” beş alanda kazan-kazan siyaseti üretmesi elzem.
  • 6’lı Masayı oluşturan partiler, kadrolar, liderler ve CB adayları arasında. Kararlaştırılacak CB adaylığı formülü ile altı partinin karar verme mekanizmalarına katılma biçimi böyle bir siyaseti yansıtmak zorunda.
  • 6’lı Masa ile Emek ve Özgürlük İttifakı ve dolayısıyla HDP arasında bir kazan-kazan siyaseti. Bu bir “köprü diyaloğu” üzerinden mi olur, başka şekilde mi olur, ama demokrasiyi inşa edeceksek elbette bu eşit vatandaşlarımız Kürtlerin ve HDP ve diğer Emek ve Özgürlük İttifakı seçmenlerinin de rızasıyla olacak. Tabii aynı mantık HDP’nin 6’lı Masa’dan ve genel olarak yeniden inşa edilecek demokrasiden talepleri için de geçerli. Ama görebildiğim kadarıyla Türkiye’deki demokrasi eksikliğinin en büyük kaybedenlerinden biri Kürtler ve HDP bunun farkındalar.
  • Cumhur İttifakı seçmenleriyle 6’lı Masa ve seçmenleri arasında. Cumhur İttifakı ve ondan önce AKP hükümetleri dönemindeki seçkinlerin hukuksuzluk ve adaletsizliklerinin hesabı elbette hukuk içerisinde ve demokratik siyaset içinde sorulmalı. Ama sıradan Cumhur İttifakı seçmenlerin ve ciddi hukuksuzluklara karışmamış partililerin de demokrasiye geçişten kârlı çıkacaklarını anlamaları çok önemli.
  • Muhalif siyasetçiler ve toplum arasında. Son zamanlarda muhalif toplumsal taban ile siyasi partiler arasındaki bazı anlaşmazlıkların altında bu yatıyor. Eğer toplumun desteğiyle seçilirler ve iktidara gelebilirlerse, şu ana dek önemli risk almış olan liderler ve partililer elbette bundan kişisel olarak da kazanacak, önemli makamlara gelecek ve güç kazanacak. Ama bu olurken toplumun da devreden çıkmayacağı, sözünün dinleneceği katılımcı bir Türkiye tahayyülü çok önemli. “Yeni siyasiler iktidara gelecek biz gene dışarıda kalacağız” duygusunun olmaması çok önemli.
Elbette kazan-kazan stratejisinin en önemli ayaklarından biri politik ekonomi. Adil bir bölüşüm, gelir dağılımı umabilir miyiz?
  • Muhalif seçmenler ve entelektüellerin kendi aralarındaki kazan-kazan siyaseti. Sivil toplumun kendi içinde de önemli güvensizlikler ve “bölüşüm” savaşları var. Gene son zamanlarda bu satırları okuduğunuz PolitikYol sitesini de etkileyen bazı tartışmaların altında bu yatıyor. Son yıllarda çok insanın otoriter iktidar ve muhalif görüşleri nedeniyle canı yandı. İşini, itibarını, özgürlüğünü, yaşamını yitirenler, ülkelerinden göçmek zorunda kalanlar. Şimdi de bir iktidar değişimi umudu ufukta belirince, “biz ödediğimiz bedelle mi kalacağız”, gene “her devrin adamları ve kadınları” mı ön planda olacak endişesi çok güçlü. Bunu sonunda sivil toplum içinde de yaralayıcı ve saldırgan bir dille tartışmalar oluyor. “Kim daha çok bedel ödedi?” tartışmalarına boğulmadan herkesin özgürleşeceği ve mağdurların onurunun iade edileceği yeni bir ortak gelecek, dil ve kamusal düzen tahayyül etmek ve kurmak çok önemli.
Örneğin PolitikYol yazarları için "Popülizm ve İptal Çağında Saygı Temelli Demokratik Tartışma İlkeleri" oluşturabilir.
İktidarın uzun zamandır kendini teslim ettiği yolun sonuçlarının ne olabileceğini de dünyadan ve tarihten örnekler ziyadesiyle gösteriyor. Daha çok olumsuz senaryolar olabileceğini görüyoruz.
Biraz teorik bir yazı olmuş olabilir. Bugünlük iki düşünceyle bitirelim. Neden iktidar daha net, muhalefette ise daha çok belirsizlik gözüküyor? Çünkü iktidarın alternatifi kalmadı. Ne yapacağı ve yapamayacağı belli. Yanlış politikaları ve ihtirasları sonucunda AKP’nin artık topluma bir kazan-kazan siyaseti önerme imkânı yok. Muhalefet kanadında ise belirsizlik var çünkü alternatif çözümleri ve kazan-kazan siyasetleri var. Ama artık karar vermesi gerekiyor. Bundan yaklaşık bir yıl önce 2 Ocak 2022’de, yani 2021’den 2022’ye geçerken, ağır bir ameliyat sonrası hasta yatağından yazdırdığım PolitikYol yazımın başlığını şöyle atmıştım: Bu yıl “o yıl“ olabilir mi, nasıl olur? İçinde bulunduğumuz kritik Ocak ayını daha iyi anlamak için, bu yazıdaki düşüncelere yeniden bakmak yararlı olabilir: “Bundan 10 ya da 20 sene sonra geriye dönüp baktığımızda 2022 yılını nasıl tanımlayacağız? Yüzüncü yılına bir yıl kala Cumhuriyetin herkes için demokrasiyle taçlandırılmaya başlandığı, bu yönde belirleyici adımların atıldığı bir yıl olarak hatırlamamız mümkün olur mu? Peki olacaksa bu nasıl olacak? Yanıtına baktığımızda belirleyici olanların daha çok muhalefetin yapacakları ile ilgili olduğunu görüyoruz. İktidarın elindeki opsiyonlar, yapabilecekleri ve yapamayacakları, niyeti ve vizyonu ortada. Bunların arasında ülkeyi ileriye, umutvar bir geleceğe taşıyabilecek hiçbir şey yok. İktidarın uzun zamandır kendini teslim ettiği yolun sonuçlarının ne olabileceğini de dünyadan ve tarihten örnekler ziyadesiyle gösteriyor. Daha çok olumsuz senaryolar olabileceğini görüyoruz. Ama iktidar çevresinde konumlanmış ekonomik, bürokratik ve siyasal elitlerin, çıkar gruplarının ve seçmen halkalarının önümüzdeki dönemde yapacakları – ve yapmayacakları — tercihler gidişatı belirlemekte çok önemli olacak. Buna karşı muhalefetin yapacakları konusunda belirsizlik var. Sonuçta geleceğimizi muhalefetin tercih ve eylemleri belirleyecek. Bu belirsizlik riskler kadar fırsatlar da içeriyor... İçinde bulunduğumuz koşullarda demokratikleşme dört senet siyasetini gerektiriyor.
  1. Muhalefet partilerinin geçiş dönemine yönelik kendi aralarında bir senet.
  2. Muhalefet partilerinin kendi tabanları ve sivil toplumla yapacakları bir senet.
  3. Muhalefetin iktidar destekçilerine yönelik vereceği bir senet ve
  4. Toplumun geneline yönelik vereceği senet.
Bu bir demokratik senet siyaseti olarak adlandırılabilir. Her alınan siyasal destek, belli hedeflere ulaşmak için verilmiş sözler karşılığında olur. Bu desteğin sağlanması için de mutlaka bu geleceğe dair sözlerin yerine getirileceğine dair bir güven ve güvence  gerekir...
Türkiye gibi bir ülkenin yönetimine talip olmak: “siz uyurken ben uyumayacağım, esenliğiniz için ekibimle beraber kararlı ve zinde buradayım ve çözüm üreteceğim” demek..
Kriz dönemlerinde zamanında ve net tepkiler veren; iktidara hazır olduğunu gösteren ortak kriz masaları oluşturması ve “gelişmelerin önünde” ortak açıklamalar yapması son derece önemli... (sivil toplumun da) çok özenli ve gayretli olması gerekiyor... demokrasi, hukuk devleti ve sosyal adalet gibi konularda sivil toplumun da muhalefet partilerinden beklediği oranda bir ortak sesliliği ve ilkeselliği oluşturabilmesi gerekiyor... ...Türkiye’de muhalefet anlaştıkları konularda bir araya gelmenin siyasal gücünü anlamak ve kullanmak; kendi gündemini oluşturmak ve kutuplaştırma siyasetine alet olmamak; yeni parti ve isimler yaratmak; uzlaştığı program ve yol planları oluşturmak konularında büyük yol aldı.             Toplum havlu atmadı ve demokrasiyi ve refahı hak ediyor.” Doğru, ama beklemekten de yorulduk… Bu ocak ayının sonunda aradığımız heyecana kavuşmamız umuduyla! [1] Kaldı ki duygusuz robot metaforu da tarihe karışmakta. İnsanlığın duygusal zekâya sahip robotları geliştirmekte olduğu bir çağda yaşıyoruz. [2] Burada ortodoks ekonomi biliminin en temel ilkeleri arasındaki pareto-optimalite ilkesinin de sıkıntıya düştüğü bir durumdan bahsediyoruz. Kimsenin sahip olduğunun eksilmediği ama birilerinin çok kazandığı bir politika her zaman popüler olmayacaktır çünkü adil değildir.