Hepimizin de derhal, kocasından sürekli dayak yiyen ev kadını psikolojisinden çıkmamız gerekiyor. “Allah canımı alsa da kurtulsam” duasının kimseye bir faydası yok. Direnmeye ve dayanışmaya devam…
Öyle ya da böyle, bir seçim dönemini daha ardımızda bıraktık. Kılıçdaroğlu seçilemedi, muhalefet partileri de umduğunu bulamadı. Durumun nedenleri üzerine analizler havada uçuşuyor. Bu analizlerde öne çıkan noktalar, görebildiğim kadarıyla şunlar:
- Tüm dünyada popülist sağ politikalara kayış bir rüzgâr yaratmışken Türkiye’nin bunun dışında kalabilmesi imkânsız, bu rüzgârın etkisiyle Türkiye bir kez daha popülist sağ politikalara esir oldu.
- Türkiye’de siyasal İslam zaten yükselişe geçmek zorundaydı ve Erdoğan 20 yıl önce son derece mümbit bir zemin buldu; bunu da kendi açısından çok akıllıca kullandı. Kabul edelim ki, Erdoğan bir siyaset ustası, böyle bir usta da bize denk geldi.
- Muhalefet sadece Erdoğan’la mücadele etmedi, bütün bir devlet aygıtıyla mücadele etmek zorunda kaldı, zira devlet bir parti devletine dönüştürülmüş durumda. Aslında tarafsız kalması gereken valiler, kaymakamlar, polis, jandarma ve hatta yargı mensupları, doğrudan ya da dolaylı olarak Erdoğan’dan yana tavır aldılar.
- Erdoğan’ın iki önemli rakibi, ayak oyunlarıyla adeta iğdiş edildi. Demirtaş çok uzun bir süredir cezaevinde, İmamoğlu ise açılan ceza soruşturması tehdidi altında siyasi yasağın eşiğinde. Bu durumda geriye sadece Kılıçdaroğlu’nun cesareti kaldı, o da yetmedi.
- Erdoğan, çok kurnaz bir biçimde kötü giden ekonomiyi tartıştırmamak için aile kavramının tehdit altında olduğu, vatanın elden gidebileceği, muhalefetin teröristlerle iş birliği yaptığını, meşru ve gayrimeşru tüm yöntemleri kullanarak, gerektiğinde montaj video örneğinde olduğu gibi belden aşağı da vurarak işledi.
- Erdoğan, kendi kontrolündeki medyayı çok zekice kullandı. Muhalefetin böyle bir imkânı yoktu. Örneğin devlet televizyonu TRT, Erdoğan’ın kampanyasını toplamda 36 saat, Kılıçdaroğlu’nunkini ise yalnızca 36 dakika gösterdi. Aynı anda 25 kanalda endoktrinasyon yapabilen bir medya aygıtına karşı Kılıçdaroğlu’nun şansı yoktu.
- Altı partili koalisyon, son derece dağınık bir görüntü çizdi. Bu kaotik fotoğraf, seçmene güven vermedi. Karşısında güvenlik vadeden bir iktidara karşı, seçmende “daha şimdiden kendi aralarında anlaşamıyorlar, seçilince kim bilir ne olacak” duygusu yarattı.
- Ekonomik sorunları ön plana çıkaran muhalefetin kampanya diline karşı, iktidarın güvenlik vadeden dili daha çok tercih edildi. İnsanlar, karanlık çağdan beri güvenlik mi refah mı sorusuna güvenlik yanıtını veriyorlar. Temel dürtülere oynamak kazandırıyor.
- Son düzlükte Kılıçdaroğlu, Ümit Özdağ’ın desteğini alabilmek için milliyetçi dile sarıldı ve hata yaptı. Bu durum yalnızca Kürt seçmeni rahatsız etmedi, sol seçmen üzerinde de irrite edici bir etki yaptı, heyecanı düşürdü. Son bir haftada Kılıçdaroğlu’nun dili karşısında “Oy verdim ama elim titredi” diyen CHP seçmeni sayısı az değildi.
- Erdoğan dış politikayı da akıllıca kullandı. Hem mülteci kartına oynayarak hem de Rusya-Ukrayna savaşını kullanarak zekice hamlelerde bulundu. İsveç ve Finlandiya’nın olası NATO üyeliğini veto tehdidiyle batıdan gelebilecek eleştirileri bloke etti. Aslında Erdoğan’ın mülteci politikası batı dünyasının daha çok işine geliyor, Erdoğan’ın seçilmesine Avrupa’da sevinenler hiç de az değil.
Peki bundan sonra ne olacak? Bana göre, kötü günler bitti, daha kötü günler başlayacak. Ekonomi iyice çakılacak, dolar kontrol edilemez noktanın zaten eşiğinde. Seçim ekonomisiyle karşılıksız yapılan harcamalar enflasyonu daha da patlatacak.
Peki bundan sonra ne olacak? Bana göre, kötü günler bitti, daha kötü günler başlayacak. Ekonomi iyice çakılacak, dolar kontrol edilemez noktanın zaten eşiğinde. Seçim ekonomisiyle karşılıksız yapılan harcamalar enflasyonu daha da patlatacak. İnsan hakları ve özgürlükler konularında kademeli olarak sertleşme kaçınılmaz. Ekonomiyi tartıştırmamak adına, konuşması muhafazakâr kamuoyu için tatlı, ancak aslında hiçbir faydası ve gerçek etkisi olmayan LGBT kartı oynanacak.
Meclis açıldıktan sonra ilk işlerden biri, seçim sonrasına ertelenen Anayasa değişikliği, çünkü artık iktidarın Anayasa değiştirecek çoğunluğu var. Ailenin tanımı maddesi, örneğin LGBT’yi dışlayacak şekilde “Aile, kadın ve erkekten oluşur” biçiminde değiştirilirse, CHP listesinden girip birkaç gün içinde ayrılacak sağ milletvekillerinin bile desteği alınabilir. Yani hoş geldin karanlık günler!
Bütün bu hengâme içinde, elbette Kılıçdaroğlu’na karşı da kılıçlar çekilecek. Zaten daha ilk günden ses yükselten anti-Kılıçdaroğlu cephesi giderek büyüyecek. Ben, en azından yerel seçime kadar Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başında kalmasını daha faydalı görüyorum. Kılıçdaroğlu’nun haftalar içinde liderlikten ayrılması, hem altılı blok içinde bozucu etki yapacak hem de meclisteki CHP grubunu ve aslında tüm muhalefeti daha dirençsiz hâle getirecek. Elbette Kılıçdaroğlu yaşı, enerjisi ve başarısız sonuçları nedeniyle bir sonraki seçime giremeyecek, ancak bir süre daha partide kalıp gerekli temizliği yaptıktan sonra partiyi İmamoğlu gibi bir lidere teslim etmesi daha yararlı olacak gibi görünüyor.
Hepimizin de derhal, kocasından sürekli dayak yiyen ev kadını psikolojisinden çıkmamız gerekiyor. “Allah canımı alsa da kurtulsam” duasının kimseye bir faydası yok. Direnmeye ve dayanışmaya devam…