İşsizliğin bu denli yüksek olduğu ve nitelikli iş gücü açığının giderek arttığı Türkiye’de AKP’nin göçmen politikası, Türkiye’de iş gücünün daha da güvencesizleştirilmesinin, sendikasızlaştırılmasının, düşük ücrete mahkûm edilmesinin diğer adıdır.  Türkiye, toplumsal gerilim yaratabilecek potansiyelde bir dış göç olgusuyla uzunca bir süre karşı karşıya kalmadı. Bu, sömürgeci geçmişi olmaması, dış göçle beslemek zorunda kaldığı bir sanayileşme yaşamaması ve hızla yaşlanan bir demografisi olmaması gibi etkenlerden kaynaklandı. Öte yandan, 1950’lerden itibaren artarak ve plansızca devam eden kırdan kente göç bile Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısını radikal biçimde değiştirdi. Günümüzde Türkiye’nin özellikle büyük kentlerde karşı karşıya olduğu yapısal sorunların önemli bir bölümü plansız iç göçle ilişkili. Demek oluyor ki, aynı dili konuşan ya da bir şekilde ortak bir ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı olan toplum kesimleri söz konusu olduğunda bile plansız göç süreci, kalıcı yapısal sorunlara neden olabiliyor. Söyleyeceklerime şerh düşerek başlamak istiyorum. Bu yazıyı göçmen karşıtlığı ya da yabancı düşmanlığı üzerinden yazmıyorum. Bu sürecin yürütülme biçiminin, AKP’nin çıkarlarına ne denli hizmet ederek ve Türkiye’nin çıkarları ne denli görmezden gelinerek kurgulandığına dikkat çekmek istiyorum. KONTROLSÜZ GÖÇÜ BAŞLATAN HEGEMON OLMA İHTİRASI 2011 yılından itibaren ise AKP yönetimleri Suriye Krizi bağlamında izlediği göç politikasıyla çok büyük bir kumar oynamaya başladı. Aslında Türkiye geçmişte de savaştan ya da baskıdan kaçan kitlelere kapılarını açarak – elbette politik yanları ağır basan – “insani” dış politika örnekleri vermişti. Özal döneminde, Bulgaristan’dan kaçmak zorunda kalan yüzbinlerce Türk’e ve Irak’ta Saddam Hüseyin’in katliamlarından kaçmak zorunda kalan yüzbinlerce Kürt’e sınırların açılması yakın tarihimiz açısından önemli örneklerdir. Suriye’den başlayan göç sürecinin ise bu iki vakadan önemli farkları var. Suriye göçü, AKP yönetiminin Suriye krizinden bir bölgesel hegemon olarak çıkma emellerinin bir diyetidir. Başka bir ifadeyle, AKP yönetimi milyonlarca insanı yerinden eden bu büyük insanlık krizinin faillerindendir. İzlenen açık kapı politikası, sürecin tamamen kontrolden çıkmasına neden oldu. Safiyane bakış açısını bırakacak olursak, AKP bu süreci Esad’ı devirip Suriye’de bir İhvan rejimi kurma yönündeki “kutlu” hedefleri çerçevesinde şekillendirdi. Bu “bonkör” politika Türkiye’yi savaşın örtük bir üssü hatta kimi zaman komuta merkezi yapmaya yaradı. AKP bu sayede hem ÖSO’yu/SMO’yu yönetti hem de binlerce radikal-ılımlı milise lojistik-finansal destek sağlayabildi.  Savaştan kaçmak zorunda kalan milyonlarca masum insanın varlığı, kamuoyu nezdinde AKP politikalarının eleştirilmesini zorlaştırdığından, AKP yönetiminin örtük amaçlarını meşrulaştıracak bir kılıf olarak kullanıldı.
Otomasyonun baskın olduğu, yapay zekanın ciddi istihdam sorunları yaratmasının muhtemel olduğu bir tarihsel evrede göçmenlerin bir üretim faktörü olarak görülmesi, AKP yönetiminin Endüstri 4.0’ı yakalama hedefinin hiç olmadığının göstergesi.
GÖÇMEN POLİTİKASI KAMU DÜZENİNİ, TÜRKİYE’NİN YAPISINI BOZUYOR Göç süreci hem göçmenler hem de Türkiye vatandaşları açısından asla yönetilmedi ve tamamen kontrolden çıktı. Milyonlarca göçmen, kendilerine tanınan ve şehir efsanelerine de konu olan bazı haklarla birlikte denetimsiz bırakılıp adeta kendi kaderlerine terk edildi. Bırakın ekonomik etkilerini, AKP doğan göçmen çocukların aşılarını bile doğru dürüst yapamadığı için kızamık salgını yeniden başladı. Türkiye çift hukuklu hale geldi. Özellikle kız çocuklarının evlendirilmesi normalleştirildi. Böylelikle kendi bilim ve modern hukuk karşıtı ideolojilerinin toplumsal tabanı da genişledi. Türkiye’nin çıkarları hiç hesaplanmazken, Avrupa’nın istemediği, çoğu niteliksiz milyonlarca göçmeni birkaç milyar dolar karşılığında Türkiye’de tutmak taahhüt edilerek, çok bariz bir “yumuşak güç”süzlük örneği verildi. Bunun sonucu ise AKP’nin Avrupa’yı kendi iktidarının doğal bir destekçisi hâline getirmesi oldu. AKP, elbette mülteci statüsü vermeyip geçici koruma statüsünde tuttuğu milyonlarca göçmenden, iktidarı için makbul olanlara vatandaşlık vererek iktidarını perçinlemenin başka yollarını da buldu. Taliban’ın Afganistan yönetimini ele geçirmesinden beri daha küçük ölçekli de olsa Afganistan’dan da bir göç dalgası yaşanıyor. Hükümet sınır güvenliği zafiyetinin sorumluluğunu üstlenmediği gibi, neredeyse tamamı düzensiz göçmen olan bu kitleyle ilgili – yerel seçimlere hazırlık olarak yapılan göstermelik kaçak göçmen avı dışında – nasıl bir projeksiyona sahip olduğunun ipuçlarını da vermiyor.
AKP’nin göçmen politikaları ve ekonominin “göçmenlere” endekslenmesi Türkiye vatandaşları için ciddi bir hak erozyonu anlamına geliyor. Özellikle niteliksiz göçmenler ne yazık ki Avrupa dahil pek çok ülkede ucuz emektir.
GÖÇMEN ODAKLI ÜRETİM EKONOMİYİ NİTELİKSİZLEŞTİRİYOR “Göçmenler giderse ülkenin ekonomisi çöker” diyen anlayış açısından da ciddi sorunlar var. Sanki Türkiye büyük sanayi ülkesi de yaşlanan nüfusuna çözüm olsun diye, üstelik niteliksiz göçmenlere ihtiyacı var. Otomasyonun baskın olduğu, yapay zekanın ciddi istihdam sorunları yaratmasının muhtemel olduğu bir tarihsel evrede göçmenlerin bir üretim faktörü olarak görülmesi, AKP yönetiminin Endüstri 4.0’ı yakalama hedefinin hiç olmadığının göstergesi. Türkiye’yi niteliksiz, katma değeri düşük bir üretime muhtaç etme girişimi. Üstelik zaten milyonlarca işsiz vatandaşı varken… Yanlış tarım politikaları ve iç göç sonucunda düşen tarımsal üretimi ve ihracatı artırmak için dış göçü destekleme fikri de ne kadar ilkel! Türkiye’nin 23 katı küçük Hollanda Türkiye’nin 6 katı tarımsal ürün ihracatı yapıyor. Bu ihracatı düzensiz göçmenlerin kol emeğiyle yapmıyor herhâlde. GÖÇMENLER VE GÖÇ ARAÇSALLAŞTIRILIYOR AKP’nin göçmen politikaları ve ekonominin “göçmenlere” endekslenmesi Türkiye vatandaşları için ciddi bir hak erozyonu anlamına geliyor. Özellikle niteliksiz göçmenler ne yazık ki Avrupa dahil pek çok ülkede ucuz emektir. Ve bu da özellikle emekçilerin göçmenlere tepki duymasına neden olur. Ancak işsizliğin bu denli yüksek olduğu ve nitelikli iş gücü açığının giderek arttığı Türkiye’de AKP’nin göçmen politikası, Türkiye’de iş gücünün daha da güvencesizleştirilmesinin, sendikasızlaştırılmasının, düşük ücrete mahkûm edilmesinin diğer adıdır.  Merdiven altı patron dostu iktidarın, Türkiye’nin ekonomik kalkınması için yaptığı jesti alkışlıyoruz. Tüm bunların sonunda artık Türkiye, öyle ya da böyle ciddi bir göçmen sorunuyla, bu sorunu farklı boyutlarıyla güvenlikleştiren siyasal aktörlerle, yabancı karşıtlığı üzerinden konsolide olan bir sağ siyasal zeminle karşı karşıya. Bu zeminde ne bu ülkenin vatandaşları ne de göçmenler güvende. Güvende olan tek bir şey var o da AKP iktidarı!