Kur Korumalı Vadeli Mevduat (KKM) olarak duyurulan bu enstrümanı, esas da değil ama işleyiş ve nitelik yönünden Türk doları olarak isimlendirmek çok da yanlış olmasa gerek. İktisat politikası belirli bir ekonomik amaca nasıl ulaşılacağı ve bir ekonominin makro ekonomik sorunlarının nasıl çözülebileceği ile ilgilenir. Bu amaçlar ve sorunlar birden fazla olabileceği gibi amaca ulaşmakta kullanılan araçlar da çok sayıda olabilir. Böylesi karmaşık bir ortamı yönetilebilir bir büyüklüğe indirgeyebilmek için de iktisat politikası modelleri kullanılır. Bir iktisat politikası modelinde veriler, araçlar ve amaçlar olmak üzere 3 unsur bulunur. Veriler,   iktisat politikası amacına hangi araçlarla ulaşılabileceğine karar vermede çok etkilidir. Bu bağlamda verilerin doğru olması oldukça önem taşır. İktisat politikası araçları ise parasal araçlar, mali araçlar, dışsal araçlar, kontrol araçları ve kurumsal yapı değişmelerinden oluşur. Bu bağlamda  başarılı bir iktisat politikası için; 1-Politika amacının açık ve kesin bir şekilde belirlenmiş olması, 2-Seçilecek aracın yalın ve basit olması, 3-Uygulama sorumluluğunun hangi kurum ve kişilerde olduğunun açıkça belirlenmesi, 4-Amaç –amaç, araç – araç ve  amaç-araç uyumunun olması, 5- Uygulanma zamanının doğru tespit edilmesi ve belki de en önemlisi 6- Politikanın iktisat kuramının temel mantığından ayrışan bir özelliğinin olmaması gerekmektedir. Siyasi otoritenin belirleyiciliğinde olan politikaların ve ekonomi modellerinin bu özelliklerin hepsini bir arada içermesi elbette ki güç.  Fakat Türkiye’de Eylül ayından beri uygulanmakta olan yeni ekonomi modeli olarak ifade edilen Çin Modeli, Güney Kore Modeli  tartışmalarının Türkiye modeli ve bize özgü model açıklamasıyla   son bulduğu  denemenin içeriği incelendiğinde, yukarıda sayılan pek çok özelliği taşımadığı görülmektedir.  Modelin ülkenin iç dinamiklerine uygun olmaması, aktörlerin beklenti ve ihtiyaçları doğrultusunda uygulanmaması, ekonomik olay ve olguların öngörülebilirliğini zorlaştırması ve ekonomik aktörlerce de desteklenmemesi diğer eksik yönlerini  oluşturmaktadır. Model değişikliği olduğu ileri sürülerek kur şoku ile cari fazla yaratma politikasının, uzun vadede enflasyonu önleyeceği şeklindeki paradigma değişikliği bağlamında Eylül ayından itibaren PPK kararları ile politika faizinde indirimler yapıldı. Faiz indiriminin dışında başka politika uygulanabilir miydi? Geçmişte faiz koridoru ve geç likidite penceresi gibi politikalar uygulanmıştı. Ancak uzun bir süredir para politikasının sadeleştirilmesi amacı güdüldüğü için bu politikalardan vazgeçildi. Yapılan indirimlerin ardından kurlarda önlenemez fiyatlamalar gerçekleşti. Bu sorunu çözmek için de rezervler kullanılarak doğrudan satış ile 1 Aralık: 650 milyon dolar (13,70 TL - 8 milyar 900 bin TL) 3 Aralık: 400 milyon dolar (13,89 TL - 5 milyar 550 bin TL) 10 Aralık: 500 milyon dolar (13,95 TL - 6 milyar 975 bin TL) 13 Aralık: 2,5 milyar dolar (14,61 TL - 36 milyar 525 milyon TL) 17 Aralık: 2 milyar dolar (17 TL - 34 milyar TL) olmak üzere toplam olarak yaklaşık 6,1 milyar dolar yapılan müdahalelere rağmen kurlardaki yükselişin önlenememesi üzerine yeni enstrümanlar devreye sokuldu. Enflasyona rağmen faiz indirimlerine gidilerek kur oynaklığının uzun süre devam etmesinin ülkeyi para krizine sokmasına çözüm olarak ileri sürülen bu yeni önlemler içerisinde yer alan TL mevduat hesaplarını kura endeksleme yöntemi geliştirildi. Kur Korumalı Vadeli Mevduat (KKM) olarak duyurulan bu enstrümanı, esas da değil ama işleyiş ve nitelik yönünden Türk Doları olarak isimlendirmek çok  da yanlış olmasa gerek. KKM ilk 3 ayını bu hafta dolduruyor ve vade dönüşüne gelindi. Bu hafta başlayacak olan KKM ödemesinin ne kadar olacağının BDDK tarafından açıklanması gerekiyor. Ama BBDK faiz ödemelerini açıklamıyor. Çünkü bu süre içerisinde uygulamanın dolarizasyonu engellenmeye çalışırken daha da kalıcı hale getirerek fiyatların da dolara endekslenmesine yol açacak bir ortamın oluşmasına zemin hazırladığı görüldü. Bu durumda enflasyonun daha da artmasına bağlı olarak kaybeden yine halk oldu. Ayrıca KKM senaryosu bağlamında kişilerin döviz kuru riskini koruma sorumluluğu Hazine’ye korkunç bir yük getirdi.  Zira enstrüman uygulamaya girdiğinde Dolar /TL 11.6 iken kur 14.80 ‘in üzerine geldi.  Öte yandan geleceği de ipotek altına alan bu uygulamada ekonomide olumsuz şokların olabilme ihtimalinin göz ardı edilmesi nedeniyle, öngörülemeyen Rusya –Ukrayna Savaşı Hazine’nin yükünü daha da artıracak. Buna rağmen Pazartesi gecesi Resmi Gazete’de yayımlanan yeni düzenleme ile KKM sisteminde değişikliğe gidildi ve kapsamı genişletildi. Yapılan değişiklikle yurt içi yerleşik gerçek kişilerin bankalardaki, yurt içi yerleşik tüzel kişilerin ise 31/12/2021 tarihi itibarıyla bankalarda mevcut olan altın hesabının, hesap sahibinin talep etmesi halinde dönüşüm fiyatı üzerinden Türk lirasına çevrilmesi, bankalardaki döviz cinsi hesapların da hesap sahibinin talep etmesi halinde dönüşüm kuru üzerinden TL’ye çevrilmesi olanağı sağlandı. KKM’ye vade sonunda yenileme imkanı getirildi ve ayrıca bankada hesap açma şartlarını taşıyan yabancı uyruklu gerçek ve tüzel kişilerin de YUVAM hesabından yararlanabileceği hükme bağlandı.  Ayrıca Salı gecesi bir düzenleme daha yayımlandı. Düzenlemeye göre binde iki olan kambiyo gider vergisi, kur korumalı mevduat hesaplarında 0 olarak uygulanacak ve kur korumalı mevduat hesabındaki tasarruflar, vade sonunda döviz olarak değerlendirilirse vergi alınmayacak. Tüm bunlara ek olarak manşet enflasyon yüzde 54’lerde iken politika faizinin yüzde 14’de bırakıldığı ülkemizde, Hazine’nin KKM yükü dışında yüzde 8 faizle 2 milyar dolar borçlanması da ayrı bir handikap. Görüldüğü üzere ekonomide estirilen iyimser havaya rağmen Türkiye ekonomisi zor bir denklemde. Bölgesel risklere ve yüksek enflasyona rağmen faiz artışına gidilmiyor ekonomi KKM’ye teslim edildi. Çünkü enflasyon ciddiye alınmıyor. Ancak bir an önce para politikasının temel araçlarına dönülmesi gerekiyor. Elbette ki faiz enflasyonu tek başına önlemeye yetmez ancak faiz, döviz kurunu kontrolde önemli bir silah. Çünkü kur yükselince enflasyonla baş etmek de güçleşiyor. Türkiye faiz,  kur, enflasyon ve yüksek risk sarmalı içerisinde. O nedenle bir an önce bu adım atılmalı. Fakat reel faiz geçişini de kontrollü yapmak gerekiyor. Çünkü kontrollü yapılmaz ise sermayeleri zaten azalan işletmelerin kredi imkanları ile sermayesini artırması güçleşeceği gibi yüksek faiz, iç talebi de hızla frenleyerek harcama tarafında yıkıcı bir etki yaratabilir.  Tabi ki tüm bunların yapılabilmesi için ekonomi yönetiminin iyimserlik rehavetinden bir an önce kurtulması gerekiyor. Ekonomik görünüm ve ekonomi yönetiminin aksiyonları arasındaki uyumsuzluk, enflasyon tarafında sadece temennilerin ve iyi dileklerin olması dışında enflasyonun, küresel nedenlere bağlanarak baz etkisine bırakılması ekonomi politikasındaki majör hataları oluşturuyor. “Enflasyonu kalıcı olarak düşürmede kararlıyız”  deyip enflasyonu kendi haline bırakmak ve “TL en düşük seviyesine geldi vatandaş rahat olsun” şeklindeki açıklamalar çözümsüzlükte gelinen noktayı ortaya koyuyor. ABD başta olmak üzere İngiltere 3. kez faiz artırdı. Tayvan ve Brezilya ve Macaristan da faiz artışına gitti.  Powell bu pazartesi günü yaptığı açıklamada Fed’in gerekirse her seferin de 25 baz puandan daha fazla faiz artışı yapabileceğini söyledi. Bu tür şahin adımlar atılırsa sıcak para girişi azalacağı gibi dövizin ana vatanına dönecek olması doğal olarak döviz kuru üzerindeki baskıyı da artıracak. Ayrıca Fed’in son toplantısında bilanço küçültmenin de Mayısa çekileceği yönündeki açıklaması dikkate alındığında önümüzdeki dönemde kuru yatay seviye de tutmak pek mümkün olmayacak gibi görünüyor.