Kısa vadeli düşünmenin bana göre en yıkıcı sonuçlarından biri de güveni azaltmasıdır. İnsanlar, karar vericilerin daha geniş toplumsal çıkarlar pahasına kısa vadeli kazanımlara öncelik verdiğini algıladığında, bu, siyasi sisteme ve kurumlara olan inancın kaybolmasına yol açabilir.
Uzun zamandır üzerinde düşündüğüm, hayatımızı çok yakından ve derinden etkileyen ama pek kimsenin tartışmadığı bir başlık... Neden bu kadar kısa vade odaklıyız? Neden hemen tepki bekliyoruz? Neden olaylar istediğimiz gibi gitmediğinde ne kadar süredir ve ne yoğunlukta çaba sarf ettiğimizi hiç hesaba katmadan küsüyor ya da vazgeçiyoruz?
Tahmin edebileceğiniz gibi bu yazıyı bugün yazmamı tetikleyen ana etken, 70 yılda ilmek ilmek işlenen bir karşı devrim hareketine verdiğimiz tepki, anında ve istediğimiz yönde yanıt bulmayınca yerle yeksan olmamız, küsmemiz, vazgeçmemiz... Önce bir dakika durup düşünelim: Ülkede, siyasette, ekonomide, siyasi partilerde ters gittiğini gördüğümüz şeyler için organize çaba sarf ettik mi ve eğer ettiysek bunu ne kadar süredir yapıyoruz? 7 gün, 7 hafta, 7 ay, 7 yıl?
Tohumları pek çok farklı kişi, kurum ve ülke tarafından atılmış olan bu 70 yıllık çöküş hareketi karşısında verilen kümülatif çabanın gerek süre gerek etki anlamında yeterli olduğunu, başa baş olduğunu düşünüyor musunuz? Cevabınız hayır ise neden sorunları bu kadar hızla içselleştirip hemen motivasyonsuzluk dehlizlerine sürüklendiğimiz sorusunun cevabını birlikte arayalım.
Bana öyle geliyor ki bu hızla yılgınlığa düşme durumu, biyolojik olarak da içimizde yer alan ancak bizim katkılarımızla etkisini misliyle arttıran kısa vadeliliğimizle yakından ilintili. Günümüzün hızlı tempolu dünyasında kısa vadecilik, karar alma süreçlerimizi etkileyen yaygın bir zihniyet hâline geldi. Kısa vadeli düşünmenin arkasında çok yönlü nedenler yatıyor: konuyu kültürel, sosyal, psikolojik, biyolojik ve nörobiyolojik temelleri üzerinden inceleyerek ele almak bu açıdan önem taşıyor. Bu faktörleri anlayarak, bireylerin ve toplumların neden genellikle uzun vadeli faydalardan çok anında tatmine öncelik verdiği ve daha geleceğe yönelik bir zihniyet geliştirmek için nasıl çalışabileceğimiz konusunda fikir edinebilmemiz mümkün.
İşe makrodan başlayacak olursak karşımıza çıkan ilk faktörün kültürel ve sosyal sebepler olduğunu ifade edebiliriz. Kültürel faktörler, bakış açılarımızı ve önceliklerimizi önemli ölçüde şekillendirir. Anlık hazzın vurgulandığı toplumlarda, bireylerin kısa vadeli düşünmeyi benimseme olasılığı çok daha yüksektir. Tüketim tutkusu ve amansız maddi tatmin arayışımız hem kişisel hem de toplumsal olarak uzun vadeli yatırımların değerini genellikle gölgede bırakır.
Ayrıca hızlı sonuçlara ve anında başarıya öncelik veren kültürel normlar, gecikmiş ödüllerin ve gelecek planlamasının değerini düşüren kolektif zihniyete katkıda bulunur. İçinde yaşamakta olduğumuz tüketim kültürü ve beraberinde kemikleşen normlar, herhangi bir sorgulamaya tabi tutulmaksızın kısa vadeli tatminlerin uzun vadeli ödüllere kıyasla daha arzulanır olarak kabul edilmesine neden olur.
Hükümetler uzun vadeli diplomatik stratejiler yerine acil kazanımlara öncelik verdiğinde, bu, gergin ilişkilere, dar görüşlü ticaret politikalarına ve küresel zorluklarla karşılaşıldığında ancak sınırlı iş birliği fırsatlarına erişebilmenize neden olur.
Akran baskısı, sosyal karşılaştırma ve toplumsal beklentiler, bireyleri uzun vadeli hedefler yerine anlık ödüllere yönlendirir. Sosyal onaylanma ve kabul edilme arzusu, bireylerin uzun vadeli refahlarıyla çelişse bile genellikle kısa vadeli kazanımlarla uyumlu seçimler yapılmasına yol açar. Dahası, sosyal medyanın etkisi ve sürekli olarak önümüzde sürülen anlık tatmin bombardımanı kısa vadeli düşünme kalıplarını daha da şiddetlendirebilir.
Öte yandan insan, biyolojik ve psikolojik özellikleri nedeniyle de kısa vadeciliğe meyilli bir varlıktır. Beynimizin ödül sistemi ve özellikle dopamin salınımı, kısa vadeli ödüllere olan eğilimimizi büyük ölçüde etkiler. Evrimsel süreçte beyinlerimiz, bir hayatta kalma mekanizması olarak anında tatmin aramak üzere programlanmıştır.
Modern hayatın karmaşıklığıyla birleşen bu temel dürtü, uzun vadeli düşünme yeteneğimizi geçersiz kılabilir ve kısa vadeli ödülleri daha cazip hâle getirebilir. Çalışmalar, üst düzey düşünme ve uzun vadeli planlamadan sorumlu olan prefrontal korteksin, duyguları ve dürtüsel davranışları işleyen amigdala tarafından geçersiz kılınabileceğini göstermiştir. Stres, kaygı ve diğer duygusal faktörler, karar verme sürecimizi ele geçirerek, acil kazanımlara öncelik veren dürtüsel seçimlere yol açabilir. İnsanın içindeki en büyük savaşlardan birinin kazananı, aksi yönde büyük bir irade ortaya koysanız bile, çoğunlukla bu dürtüsel taraftır.
Peki bütün bu kısa vadecilik sosyo-politik düzlemde başımıza ne işler açabilir? Dilerseniz ülkenin mevcut haline dair açıklayıcılık kapasitesi yüksek olan bu durumlara yakından bakalım.
Politika yapıcıların kısa vade odaklı düşünmesi durumunda neler olur?
Karar vericiler, uzun vadeli stratejiler yerine acil kazanımlara ve hızlı düzeltmelere öncelik verdiğinde, kısa vadeli sorunları ele alan ancak altta yatan sistemik sorunları ele almayan politikalar geliştirilecektir. Bu, sürdürülebilir ve uzun vadeli sonuçlar elde etmeyi engeller; bir geçici çözümler, yamalar döngüsüne girilmesi tehlikesi ortaya çıkar.
Ekonomik düzlemde acil karlara ve kısa vadeli kazanımlara öncelik vermek, ya da bizim vakamızda olduğu üzere sadece “günü kurtarmaya” çabalamak, bir ülkenin ekonomik gelişmişlik düzeyinin ana damarı olan araştırma, geliştirme, eğitim ve sosyal refah gibi alanlardaki altyapı yatırımlarının ihmal edilmesine yol açabilir. Uzun vadeli ekonomik planlamayı ihmal etmek, ekonomik volatiliteye, rekabet gücünün azalmasına ve dış şoklara karşı savunmasızlığa neden olur.
Sıcak para akışı kesildiğinde, döviz girdileri azaldığında ve bazı dostlar size sırtını döndüğünde bomboş bir hazine ve eksi rezervlerle baş başa kalırsınız. Kamu yatırımları uzun vadeli planlama yerine acil ihtiyaçlara kanalize edildiğinde, yetersiz altyapı, yetersiz kaynaklar ve gecikmiş kalkınma sorunları baş gösterir. Bu, toplumsal ilerlemeyi engellediği gibi, gelecek nesillere sunulabilecek olan fırsatların da önünü kesecektir.
Kısa vadecilik uluslararası ilişkileri de etkileyebilir. Hükümetler uzun vadeli diplomatik stratejiler yerine acil kazanımlara öncelik verdiğinde, bu, gergin ilişkilere, dar görüşlü ticaret politikalarına ve küresel zorluklarla karşılaşıldığında ancak sınırlı iş birliği fırsatlarına erişebilmenize neden olur. Uzun vadeli uluslararası hedefleri dikkate almamak, ülkenin küresel toplumdaki konumunu ve güvenilirliğini de mutlak surette etkileyecektir.
Günümüzde yaşadığımız çevresel ve sosyal sürdürülebilirlik sorunlarının da çok büyük bir oranda kısa vadeli düşünme zihniyetinden kaynaklandığını söylemek mümkündür. Kısa vadecilik genellikle mevcut eylemlerin uzun vadeli çevresel sonuçlarını gözden kaçırır. Kısa vadeli kâr hedefleri tarafından yönlendirilen birlikler, ülkeler, endüstriler ve işletmeler, doğal kaynakları sömürür, sürdürülebilirlik önlemlerini ihmal eder ve çevresel yıkıma katkıda bulunurlar. Politikalar ve kararlar kısa vadeli ekonomik kazanımlara öncelik verdiğinde, anlık kârlara odaklanmak, sosyal refah, eğitim, sağlık ve sosyal hizmetlere eşit erişim gibi uzun vadeli düşünceleri gölgede bırakabilir. Bu, sosyal eşitsizlikleri arttırır ve sosyal ilerlemeyi engeller.
Günümüzde yaşadığımız çevresel ve sosyal sürdürülebilirlik sorunlarının da çok büyük bir oranda kısa vadeli düşünme zihniyetinden kaynaklandığını söylemek mümkündür. Kısa vadecilik genellikle mevcut eylemlerin uzun vadeli çevresel sonuçlarını gözden kaçırır.
Kısa vadeli düşünmenin bana göre en yıkıcı sonuçlarından biri de güveni azaltmasıdır. İnsanlar, karar vericilerin daha geniş toplumsal çıkarlar pahasına kısa vadeli kazanımlara öncelik verdiğini algıladığında, bu, siyasi sisteme ve kurumlara olan inancın kaybolmasına yol açabilir. Bu durumda zaman içinde sivil katılımın azalması, siyasi ilgisizlik ve demokratik süreçle ilgili hayal kırıklıklarının artması kaçınılmazdır.
Bu açılardan bakıldığında, üzerinde pek de düşünmediğimiz bu değişkenin günümüz gerçekliklerini açıklama konusunda ne kadar etkili olduğu çok daha iyi anlaşılıyor. Bu derece sistemik ve köklü bir soruna, özellikle makro çerçevede bir çözüm önerisi ya da öneri seti getirebilmek elbette oldukça güç. Yine de bir sonraki hafta, diliyorum ki çok daha güzel bir Cumartesi gününde, bu konuda bir deneme yapmak istiyorum.
En önemli yurttaşlık görevlerimizden olan oy verme, verilen oylara ve dolayısıyla demokrasiye sahip çıkma konusundaki yükümlülüklerimizi, eksiksiz ve elimizden gelen en iyi şekilde gerçekleştireceğimiz, umutlu ve azimli bir seçim günü geçirmemizi diliyorum.