Her yönüyle rekabetin arttığı, bilimin ve yaratıcılığın ön plana çıktığı bir dünyada bırakın ruhsal gelişimi, zihinsel olarak gelişmesinde büyük sıkıntılar olan bir nesille ülkemizi nasıl 10 büyük ekonomi arasına sokacağımızın cevabı büyük bir muammadır.
Jostein Gaarder’ın 1991 yılında yazdığı ve 1996 yılında tüm dünyada farklı dillere çevrilerek bir çok okurla buluşturduğu “Sofie’nin Dünyası” kitabının girişinde, romanın baş kahramanı Sofie Amundsen, posta kutusunda kendisine gelmiş bir mektup bulur. Eve girerek mektubu açar. İçindeki notta sadece şu yazmaktadır: “Kimsin Sen ?”.
Sofie, bu soruyu defalarca kendine sorar. Hayaller kurar, ismini değiştirerek kendini başka biri olarak düşünür. Peki başka biri olmuş mudur adını değiştirdiğinde? Ayna karşısına geçer “Ben Sofie Amundsen’im” diyerek karşısındaki görüntüden bir tepki gelmesini bekler. Roman bu sorunun devamında 2600 yıllık felsefe tarihini dönemleri ve bu dönemlere damga vuran filozofları ile anlatır.
Bu soruyu kendinize sormayı hiç denediniz mi? Cevapları konusunda nasıl bir duygu ve düşünce hakim oldu? Ben denedim. Samimiyetle söylemeliyim ki kim olduğumun cevabı, ismim, cismim, görüntümle açıklayamayacağım kadar derinlere itti beni. Hayata ne anlam yüklediğim, hayatın benim için ne anlam ifade ettiği ve hayata olan katkımın ne olduğunun, kim olduğum sorusuna yanıt vermeye başladığını gördüm. Bu katkının sosyal ve duygusal bir çok boyutu var. Bu duygusal süreçlerinse ekonomik bir boyutu. Tek tek kişi olarak bu ekonomik katkının belki önemsiz olduğu düşünülebilir ama ülke nüfusunu düşündüğünüzde, toplamın oluşturacağı büyüklüğün ne anlama geldiği çok açık bir şekilde görülebilir.
Farkındalığı ve öz bilinci olan insan ne yaptığını, neden yaptığını çok iyi bilir. Duygularını yönetmeyi başarır ve bir organizasyona, bir ülkeye önemli katkılar sağlar. Bu farkındalığın daha ileri noktalarında sosyal bilinçle hareket eden empati yapan kişiler dayanışmanın ve toplum olma bilincinin ne olduğunu önemli ölçüde içselleştirmişlerdir. Etrafındakilere ilham verir ve heyecan uyandırırlar. Birbiriyle pozitif etkileşimde bulunan toplum bireylerinin ekonomik hayata katkıları da büyüktür. Yaratıcılıkları ve verimlilikleriyle kalkınma ve refah artışına büyük değer katarlar.
Bireylerin farkındalığının en üst noktada olması, duygularını rahatça yönetebilmesi kişisel eğitim ve sonrasında da sağlıklı bir toplumsal ortamla mümkündür. Bunu sağlayabilecek şartların ilki Maslow’un ihtiyaçlar merdiveninde ilk basamakta beslenme barınma ve güvenlik olarak tanımlanmıştır.
Türkiye 85.5 milyon nüfusu ile Rusya’dan sonra Avrupa’nın en büyük nüfusuna sahip ülkedir. Diğer yandan Türkiye’de işsizlik oranı %11.5 olmasına rağmen geniş tanımlı işsizlik oranı ile bu rakam %22.6’ya ulaşmaktadır. Demografik olarak 35 yaş ve altı nüfusun toplam nüfusa oranının %65’in üzerinde olduğu ve diğer ülkelerle karşılaştırıldığında genç bir nüfusa sahip Türkiye’nin işsizlik oranı açıklanan bu rakamlardan çok daha yüksektir.
Konuya şu yönden bakmak varmak istediğimiz noktada bize önemli bir ışık tutacaktır. 85.5 milyon kişinin bulunduğu bir ülkede sadece 29 milyon 964 bin kişi çalışmaktadır. Kısaca 29.9 milyon insan çalışarak 55.5 milyon insana bakmaktadır (Kaynak TUİK). Diğer yandan çalışan bu nüfusun %43’lük kesimi asgari ücretle, yani 4250₺ aylık gelirle geçimini sağlamaktadır. Çalışan diğer kesiminin almış olduğu ücretin ortalaması ise yine TUİK verilerine göre 6200₺ olarak açıklanmaktadır. Ücretli kesimin Gayri Safi Milli Hasıladan aldığı pay her yıl düşmektedir. Açıklanan son rakamlar ücretlerin GSMH’dan aldığı payın geçen yılın ilk çeyreğinde %35.5 düzeyinden %31.5 düzeyine gerilediğini göstermektedir.
TÜRK-İş tarafından açıklanan rakamlar ise gerçekten çok dikkat çekicidir. 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 6017₺ yoksulluk sınırı ise 19.602₺ olarak belirtilmiştir.
TUİK tarafından açıklanan resmi enflasyon rakamlarına göre ise Tüketici Fiyatları yıllık %73.5 oranında artarken orta ve alt gelir gruplarını etkileyen en önemli kalem olan gıda harcamalarının artışı yıllık %91.63 düzeyindedir.
Bu rakamların işaret ettiği nokta yoksulluğun giderek toplumsal bir sorun haline geldiği ve geniş kitleleri içine aldığıdır.
Bir çocuğun fiziksel ve zihinsel gelişimi için günlük beslenme ve protein ihtiyacını karşılayacak sekiz tane ana besin maddesi bulunduğu uzmanlar tarafından belirtilmektedir. Bunlar;
- Yumurta
- Yoğurt
- Yeşillik
- Balık
- Doğal Et
- Yulaf
- Kuruyemiş ve tohumlardır.
Durum böyleyken sadece 1 çocuğun beslenmesi için ayrılan bir diyetin şu şekilde olduğunu düşünürsek marketlerden alınan en ucuz fiyatlara göre bu çocuğun zihinsel gelişimini sağlayacak 1 aylık beslenme giderinin 2.565₺’den az olmayacağını söyleyebiliriz. Bu resim en ucuz beslenme giderini göstermektedir. Böyle bir beslenmenin çocuğun günlük olarak doymasına bile yetmeyeceğini, kalori ihtiyacını karşılamayacağını beslenme uzmanları da söyleyecektir.
Yumurta |
1 adet (Günde) |
Yoğurt |
250 gr (Günde) |
Ceviz |
50 gr Ceviz (Günde) |
Balık |
250gr (Haftada 2) |
Et |
125 gr (Haftada 2 ) |
Yulaf |
Haftada 1 paket |
Durum böyleyken, sadece bir çocuğun beslenmesi dışında aile bireylerinin de beslenmesini göz önüne aldığınızda, geniş kesimleri içine alan yoksulluğun, insanımızı nasıl bir duruma sürüklediğini rahatça görebiliriz. Her yönüyle rekabetin arttığı, bilimin ve yaratıcılığın ön plana çıktığı bir dünyada bırakın ruhsal gelişimi, zihinsel olarak gelişmesinde büyük sıkıntılar olan bir nesille ülkemizi nasıl 10 büyük ekonomi arasına sokacağımızın cevabı büyük bir muammadır.
Maslow’un ihtiyaçlar merdiveninde orta ve üst basamaklara çıkarak kendini geliştirebilme, kanıtlama, yaratıcı olabileme, sorgulama ve kişisel gelişim ile gelişmiş bir toplum olma yönünde bireyler yetiştirmek günümüz Türkiye şartlarında mümkün değildir. Bu çocukları yetiştirecek ailelerin de kendilerini bu ekonomik şartlarda bağımsız, hür düşünebilen bireyler olarak kanıtlamalarının söz konusu olmayacağı açıktır. Cumhuriyetimizi emanet edeceğimiz gençlerimiz ve çocuklarımızın gelecekleri, yoksullaşmanın girdabında kararmaktadır.
“Ben kimim?” diye sorarak kendini tanımlayan ve sorgulayarak hayatın farkındalığına varan çocukların yetiştirilmesi için bugünden önlem almak şarttır. Her geçen saniye geleceğimizden büyük miktarda çalmaktadır.